İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Nobel´in geleneği

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=201741

Murat Belge

İngiltere’de görebildiğim Hürriyet’te Ferai Tınç ve Ahmet Hakan’ın yazılarını okuyunca, Türkiye’de ‘Nobel kazandı’ diye Orhan Pamuk’a saldırıların devam ettiğini de anlıyorum. Bunlar hep beklendiği gibi, şaşacak bir şey yok.

Orhan Pamuk’un ‘kötü bir yazar’ olduğu, böyle bir ödülü hak etmediği hep söylenirdi, gene söyleniyordur. Nobel almak için Türkiye’nin aleyhine konuştuğu hep söylenirdi, gene söyleniyordur. Edebi değerin değil, ülkesine karşı tutumunun ödüle yol açan etken olduğu hep söylenirdi, gene söyleniyordur.

Aleyhine, lehine ayrı hesap da, bir yazarın edebi kişiliği ve varlığının yanı sıra siyasi tutumu da bu Nobel ödülünün verilmesini etkileyen yan ölçütlerden biri olmuştur hep. İlle buna bakılmaz, ama buna da bakılır; özellikle, insanı siyasi tavır almaya zorlayan ülkelerde yaşayan yazarlar söz konusu olduğunda.

Orhan Pamuk öncelikle politik bir yazar değildir, güçlü bir siyasi ideoloji (Marksizm gibi) benimsemiş bir yazar da değildir. Ama demokrasi ve insan hakları gibi evrensel değerler söz konusu olduğunda tavır alır ve taraf olur. 12 Eylül döneminde tanışmıştık. 12 Eylül askeri diktatörlüğü sırasında Uluslararası Pen Club adına Arthur Miller ve Harold Pinter, Türkiye’de neler olup bittiğini incelemeye geldiklerinde Orhan’la Gündüz Vassaf onlara mihmandarlık ve tercümanlık ediyordu. Görüştüklerinden biri de bendim. Sonra sık sık karşılaştık. Bunlardan biri Zürich’teydi ve Orhan Pamuk orada Humeyni’nin Salman Rushdi hakkındaki idam fetvasına şiddetle karşı çıkıyordu.

Evet, böyle şeylere Nobel ödüllerini dağıtan komiteler de önem verirler. Bunca yıldır devam eden böyle bir süreçte elbette bazı sürçmeler

olur: Barış Ödülü bir sefer Kissinger’a, bir sefer Sedad’la Begin’e de gidebilir, ama Kenan Evren’e verilmesi gibi bir yanlışlık yapılmaz. Edebiyat Ödülü de, Orhan Pamuk kadar bunu hak etmeyen birilerine verilebilir zaman zaman, ama uzun vadede baktığınızda, bir ‘edebi değer’ standardı görürsünüz o çizgide.

Türkiye’nin faşistlerine, faşizan milliyetçilerine bir diyeceğim yok. Onlar Türk olmayan her şeyden nefret ediyorlar, bunu saklamak yolunda bir çabaları da yok. Dolayısıyla onların açısından Nobel de düşman, Orhan Pamuk da düşman. Aslında, gene o temel mantıkları açısından, fazla haksız da sayılmazlar. Nobel, uluslararası camia, demokratik ilke ve değerler, dünya kamuoyu, onların dostu değil. Onların istediği Türkiye’nin öteki Türkiye’leri ezerek kendi egemenliğini ilan etmesinden yana da değil. Demokratik, insan haklarına yalnızca ‘saygılı’ değil, onları sindirmiş, düşünceye kulağını veren, geçmişiyle yüzleşen, dünyanın tamamından sorumlu bir Türkiye’den yanalar ve Türkiye içinde böyle bir ülke olmak için çalışanları destekliyorlar. Dolayısıyla, evet, o milliyetçiler bütün bunlardan nefret etmekte haklılar.

Onlara değil, bütün bu olanlara, bütün netliğiyle süregiden bu çekişmeye rağmen, bir şekilde ‘ortada’, bir şekilde ‘kararsız’ kalanlara şaşıyorum. Onlar Nobel gibi bir ödüle önem verir, her yıl bunun kimlere gittiğini izler, ama böyle bir olunca ‘Acaba sahiden böyle bir nedenle mi verdiler?’ diyerek oğunur, bir sonuca varamazlar. ‘Demokrasi iyidir’ der ve her gün çiğnenmesini sakin sakin seyrederler. Seyretmekten öte, pek çok özgül durumda, çiğnenmesinde suç ortağı, yardakçı da olurlar. ‘Türkiye’nin yeri Avrupa’dır’ der ve durmadan bununla bağdaşmayacak anlayışları, bu anlayışların sahiplerini savunurlar. Onlara göre Franco’nun, Salazar’ın, cunta yapan Yunan albaylarının ‘kötü adam’ oldukları, ülkelerine kötülük getirdikleri açıktır. Pek öyle, ‘Pinochet’nin hakkı yendi’ demezler. Ama Kenan Evren ya da onun gibi başkaları toplumun altını üstüne getirdiğinde, nedense onların yeri Pinochet’lerin, Franco’ların yanında değildir. Bu türlüsüne akıl erdirmek çok daha zor.

Yorumlar kapatıldı.