İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Soykırım ve düşünce özgürlüğü

Veysi Sarisozen

Yazıma çok özür dileyerek başlayacağım. Çünkü bu yazı tereddütsüz bir şekilde büyük saygı duyduğum, aralarında yakın arkadaşlarımın da bulunduğu aydınların ‘soykırım ve düşünce özgürlüğü’ ilişkisi hakkındaki görüşlerine neden katılmadığımı anlatacak.

Fransız meclisinin ‘Ermeni soykırımı olmadı’ demeyi yasaklayan bir yasa tasarısı hazırlaması, Türkiye’de istisnasız hemen herkesi neredeyse aynı cephede birleştirdi. Düşünce özgürlüğünden tiksinenler bir anda düşünce özgürlüğü şampiyonu kesildi. Düşünce özgürlüğünün gerçek savunucuları aydınlar ise, soykırım sorununu düşünce özgürlüğü ile ilgili bir sorun olarak ortaya koyunca, ortaya işte böyle bir cephe çıktı.

Herkes Fransızların yasa tasarısının düşünce özgürlüğüne aykırı olduğunu, tarihi gerçeklerin ortaya çıkması için tartışma ve düşünce özgürlüğünün sınırsız olması gerektiğini söylüyor. Bu doğru mu?

Genel olarak elbette doğru. Tarihte ‘şu oldu diyemezsin yada şu olmadı diyemezsin’ türü bir hukuk anlayışı hiç kuşkusuz düşünce özgürlüğüne aykırıdır, tarihi gerçeklerin aydınlatılması için gerekli özgür tartışmayı önler. Örneğin Ribentrop-Molotof saldırmazlık paktı ile ilgili tarihsel temelde bir tartışmayı yasaklarsanız, 2. Dünya Savaşı hakkında hiç bir gerçeğe ulaşamazsınız. İnka-Aztek-Maya uygarlıklarının yeryüzünden silinmesinde İspanyol sergüzeştçilerinin rolü hakkında bir tartışmayı yasaklayan bir yasa düşünülemez bile. Eti yada Hitit Devletinin bir Türk devleti olup olmadığını tartışmak yasaklanabilir mi? Tarihte işlenmiş cinayetler için de bu söylenenler geçerlidir. Örneğin 1936 yılında öldürülen Kirov’u NKDV mi yoksa Zinovyevci-Troç kist opozisyon mu öldürdü tartışmasını da, Özal’ın fücceten mi yoksa planlı bir cinayetle mi hayata veda ettiği tartışmasını da, Kenedy cinayeti tartışmasını da bunlar hakkında ortada ister bir yargı hükmü olsun, ister olmasın yasaklayamazsı nız. Düşünce özgürlüğünü yok etmiş olursunuz o zaman.

Ama iş soykırım sorununa gelince, burada durum kökten değişir. Soykırım bir halkın toptan yada kısmen, planlı bir biçimde yok edilmesi gibi, cürümlerin cürmü, suçların padişahıdır çünkü. Ondan büyük bir suç düşünülemez. Yukarda verilen örneklerde, kişinin görüşü bütün bu tarihsel gerçekleri inkar etme yönünde olsa bile, onun bu inkarı dile getirme hakkı vardır. Çünkü bunların inkarı, o olayların tekrarını pratik olarak doğurmaz. Hiç kimse Kirov’u yada Kenedy’i ikinci kez öldüremez. O nedenle yargının hükmü ne olursa olsun, bu konularda tartışma sürebilir, sürmelidir de. Soykırımın inkarı ise, soykırım tehdidi yaratır. Aradaki fark budur.

Soykırım suçtur. Üzerinde tartışma yapılacak ya da tarihsel araştırma yapılacak bir konu değildir. Eğer soykırım suçu sabit görülmüş, tüm devletleri bağlayan bir yargı hükmüne bağlanmışsa, ‘bizim yaptığımız soykırım değildir’ demek elbette suçtur. Bunu söyleyenin yeni bir soykırım için potansiyel tehdit unsuru olduğu açıktır. Soykırım yapma özgürlüğü olamaz. Soykırım yapma özgürlüğüne kapı açacak inkarcı yaklaşımlara özgürlük tanınamaz.

O nedenle soykırım sorunu ne aydınların tartışmasına ne de tarihçilerin araştırmasına bırakılabilecek bir tarihi olay değildir. Bu sayılanların görüşleri olsa olsa, bu suçun araştırıldığı yargı sürecinde başvurulacak bir bilirkişi görüşü olarak anlam taşır.
Ne yazık ki, Ermeni soykırımının olup olmadığını karara bağlamış olan bir Uluslararası Mahkeme kararı yoktur. Türkiye, daha doğrusu Osmanlı İttihat Terakki Hükümeti bu açıdan ne beraat etmiş ne de hüküm giymiştir. Sorun buradadır.

Bu nedenle Türkiye bir yandan soykırımı inkar ederken, başka devletler soykırım gerçeğini kabul ediyor ve sorun Türkiye’nin dışilişkilerini olumsuz yönde etkiliyor. Bu aynı zamanda aydınların da belirttiği gibi Türkiye’de demokrasiye, düşünce özgürlüğüne zarar veriyor. Ermeni karşıtı milliyetçi histeri tırmanıyor. Ve bu histeri Kürt düşmanlığını da körüklüyor.

Fransızları ‘düşünce özgürlüğünü çiğnemekle’ suçlamak anlamsızdır. Şimdi getirilen yasa tasarısının, Hrant Dink tarafından da belirtildiği gibi Türkiye-Ermenistan ilişkilerine verdiği zarara ve Türkiye’nin demokrasi yolunda yürüyüşüne verdiği zararlara vurgu yapmak yeterlidir.

Çıkış yolu nedir? Dünkü Radikal Gazetesinde Yıldırım Türker’in Uluslararası Ceza Mahkemesi ile ilgili yazısını okumak çıkış yolunu bulmak için yeterlidir. Türkiye, böyle bir Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde 1915 olaylarının yargılanmasını, sonuçlarına katlanmak üzere kabul etmelidir. Böyle bir yargılamanın sonunda eğer soykırım suçu sabit ise, soykırım olmadı demeyi de yasak etmelidir. Buna karşılık Türkiye, böyle bir yargılama sonuçlanana kadar Fransa ve diğer ülkelerden bu konuda aldıkları kararları dondurmalarını talep etmelidir.

Son cümle : Ben, eğer TBMM Cezayir’de soykırım olmadı demeyi yasaklayan bir yasa çıkarırsa onu ilke olarak desteklerim. Bana göre yapmıştır çünkü. Ama Fransızların da Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne gitmeleri halinde bu yasanın dondurulmasını da talep ederim.

Bir kere daha aydın arkadaşlarımdan özür dilerim.

http://www.gundemim iz.com/haber. asp?HaberId= 21156

Yorumlar kapatıldı.