İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

301 Kere Aşağılanmak (2)

Rahmi Yıldırım

ANKARA- Kerinçsiz siyasetçilerin Türkiye’ye reva gördükleri 301’inci maddenin Türklüğü koruyayım derken tam tersine Türklüğün aşağılanmasına kapı araladığından söz ediyorduk.

Türklüğün aşağılanmasını üç yıla kadar hapisle cezalandıran 301’inci madde, akılsızlıkla olduğu kadar eşitsizlik ve ayrımcılıkla da malûldür. Madde, ulusal-etnik aidiyetler arasında olduğu gibi devlet organları arasında bile ayrımcılık yapmaktadır. Daha önemlisi, “aşağılama” adı altında eleştiriyi, yani düşünceyi suç saymaktadır.

301 kere bölücülük

Anayasa’nın vatandaşlara biçtiği ulusal kimlik (güncel adıyla üst kimlik), 66’ncı maddede tanımlanmış. Buna göre, “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.”

Esnekliği olmayan, ahaliye Türklük dışında seçenek tanımayan, emredici bir üst kimlik. “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle (Türk) denir” diyen, ahalinin farklı din ve ırklardan olabileceğini dolaylı da olsa kabul eden 1924 tarihli Anayasa’nın tanımladığından daha hoşgörüsüz bir üst kimlik. Her şeye karşın, hukukçular, şimdiki Anayasa ile kastedilenin etnik kimlik değil, vatandaşlık anlamında üst kimlik olduğunu söylüyorlar.

Hukukçulara göre Anayasa’daki Türklük, vatandaşlık anlamında üst kimliktir;ama, TCK’nin 301’inci maddesiyle, aşağılanmaya karşı üç yıla kadar hapis cezasıyla koruma altına alınan Türklük, ulusal üst kimlik değil, etnik kimliktir. Etnik kimliğe vurgu, maddenin gerekçesinde, hiçbir yanlış anlamaya meydan vermeyecek netliktedir. Apaçık etnik ayrımcılık yapılmıştır. Esasen gerekçede yazılı olsun olmasın, bu ayrımcılık zaten sırıtmaktadır.

Etnik ayrımcılık, hepsinden önce aklı başında Türkler’i rahatsız etmeli, düşündürmelidir.

Ulusal kimliğin kanunla korunması gerekiyorsa bu ayrımcılık neden? Etnik kimlik olarak neden sadece Türklüğün aşağılanması suç sayılmıştır? Başka etnik aidiyetler yok mu ülkemizde? Sözgelimi Kürtlüğü, Lazlığı, Çerkezliği, Araplığı, öteki etnik aidiyetleri aşağılamak serbest mi bu maddeye göre? Öteki halklar da bu topraklara ait değiller mi, vatandaş olarak vergi verip askerlik yapmıyorlar mı? Devlet “baba”nın “aile” bireyleri arasında ayrım yapmaması, demokrat olması çok mu zor? Yoksa, demokrasi bahane faşizm şahane mi?

Ceza Yasası’nı üreten kerinçsiz zihniyetin bu soruları sağlıklı bir kafayla yanıtlaması beklenemez. Verebileceği tek yanıt vardır:

“Bu ülkede sadece Türk ulusu etnik ve ırksal haklar talep etme hakkına sahiptir. Başka hiç kimsenin böyle bir hakkı yoktur.” (Başbakan İsmet İnönü, Milliyet, 31 Ağustos 1930);

“Türk bu ülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette bir tek hakları vardır: Hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı.” (Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, Milliyet, 19 Eylül 1930)

Tarihten gelen yanıtın 301’inci maddenin gerekçesiyle birinci dereceden akrabalığı ortada. Bugünkü Anayasa’nın başlangıç kısmında sözü edilen “milli gurur ve iftiharlarda, milli sevinç ve kederlerde, milli varlığa karşı hak ve ödevlerde, nimet ve külfetlerde ve millet hayatının her türlü tecellisinde birlik” ülküsüne ne denli hizmet ettiği de öyle.

301’inci maddenin 12 Eylül Anayasası’na bile aykırılığı bundan ibaret değil. Etnik kimlikler arasında açıkça ayrımcılık yapan 301’inci madde, Anayasa’nın 66’ncı maddesine aykırı olmanın yanı sıra, “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir” diyen 10’uncu maddesine de aykırıdır.

301 kere eşitsizlik

Bölücülükle malûl madde, devlet organları arasında kayırmacılıkla da malûldür.

TBMM aşağılanırsa üç yıla kadar; hükümet, yargı organları, askeri ve emniyet teşkilatı aşağılanırsa iki yıla kadar hapis cezası.

Yani, bazı devlet organlarına sıkletlerine göre korunmaya değer onur bahşedilmiş. Haysiyet terazisinde TBMM daha ağır çekiyor, hükümet, yargı organları, askeri ve emniyet teşkilatı daha hafif kalıyor olmalı ki, Meclis aşağılanınca üç yıla kadar, ötekiler aşağılanınca iki yıla kadar hapis cezası.

Oysa, Anayasa’da “Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu” ifadesi de var.

Yani, 301’inci madde, Anayasa’nın kuvvetler ayrımı ilkesini de ihlal ederek, kuvvetleri haysiyet sıralamasına tabi tutuyor. Haysiyet hiyerarşisinin Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırı düşmesi de cabası.

Çok daha vahim olmak üzere, hukuk devletinde yürütme organı içinde yer alan askeri ve emniyet teşkilatını Anayasa’daki kuvvetlerle birlikte sayıyor. Reel kuvvetler ayrımının “Kara Kuvvetleri, Hava Kuvvetleri, Deniz Kuvvetleri, Jandarma” diye sıralanmasından olsa gerek!

Reel kuvvetler ayrımı böyle olsa da sanal haysiyet hiyerarşisi yukarıdaki gibi. Yani, en haysiyetlisi TBMM!

(Bir de ayrıntı. Eski Ceza Yasası’nın 159’uncu maddesinde, haysiyeti korunacaklar listesinde “Hükümetin manevi şahsiyeti” dendikten sonra ayrıca ‘Bakanlıklar’ deniyordu. Şimdiki 301’inci maddede ‘Bakanlıklar’ yok. Neden yok, haysiyetleri mi kalmadı? Beyni yormaya değmez!)

301’inci maddenin haysiyet terazisindeki adaletsizliği, tutarsızlığı bundan ibaret değil. TBMM, hükümet, adliye, askeri ve emniyet teşkilatı dışında devletin öteki teşkilatlarının haysiyeti nedense korunmamış. Yasa koyucu ya unutmuş, ya ihmal etmiş ya da korunmaya değer bir haysiyete sahip olmadıklarını varsaymış olmalı. Bu maddeye göre, sözgelimi Tapu Kadastro’yu, DSİ’yi, Köy Hizmetleri’ni, Meteoroloji’yi aşağılamanın serbest olduğu sonucu çıkarılabilir.

Elbette 301’inci madde ile ayyuka çıkan tutarsızlığa, adaletsizliğe meydan verilmeyebilirdi. Devletin en yetkili organlarını özel olarak korumak gerekir mi gerekmez mi bir yana, 301 gibi bir madde olmasa da haysiyet açısından korumasız kalmazlardı. TCK’nin “Şerefe karşı suçlar” başlıklı sekizinci bölümünde, haysiyet sahibi devlet birimleri için yeterli önlem zaten vardır. En basitinden 125’inci maddenin son fıkrası, ihtiyaç duyulan korumayı sağlamaya yeter, artar bile.

Sözün özü, somut değil soyut bir suçu tanımladığı, suçun açıklığı/kesinliği ilkesine ters düştüğü, Anayasa’ya aykırı olduğu için, 301’inci madde, daha fazla kişiyi mağdur, Türkiye’yi daha fazla mahcup etmeden derhal yasadan çıkarılmalıdır. Ancak kerinçsiz siyasetçiler 301’inci çukurdan çıkmaya yanaşmıyorlar.

301 çiçek açmasın, 301 fikir yarışmasın

Hukukta yeri olmadığına, devlet organlarının haysiyetini korumak için gerekmediğine göre, 301 ve benzeri maddeler, Ceza Yasası’na niçin kondu, neden kaldırılmıyor?

Fazla söze gerek yok. Hiç tereddüt etmeden söylemek gerekirse, amaç, “fikir suçlusu” üretmek, aleyhte düşünce açıklamayı cezalandırmak, başkalarını farklı ve aleyhte düşünce açıklamaktan caydırmaktır. Yani, hukuki değil, siyasi amaçlı maddelerdir.

Adalet Bakanı kerinçsizin “Değiştirilmemeli, yoksa rejim tartışması çıkar” sözleri, söz konusu maddelerin siyasi amacına, yani sermaye sınıfının egemenliğine dayalı rejimi koruma işaret etmektedir. Elbette rejim tartışması, sermaye öbekleri arasındaki güç ve paylaşım mücadelesiyle ilgili olduğu kadar, ondan daha önemli olmak üzere, sermaye sınıfının egemenliğinin sorgulandığı bir tartışmadır. Zaten, söz konusu maddeler, Ceza Yasası’nda “Devlet egemenliğine karşı suçlar” başlığı altında sıralanmaktadır.

Amaç siyasi olunca, en sade bir eleştiriyi bile 301’inci madde kapsamında cezalandırmak mümkündür. Bu bakımdan eski Ceza Yasası’nın 159’uncu maddesinden çok daha geri, keyfi yoruma çok daha açık bir maddedir. Çünkü, 301’inci madde, hakareti değil, eleştirirken kaçınılmaz olan aşağılamayı cezalandırmaktadır.

Eski 159’uncu madde, hiç değilse “tahkir ve tezyif” diyerek, öncelikle hakaret suçuna vurgu yapıyordu. 301’inci madde ise “aşağılama” diyerek, hakareti değil, eleştiriyi suç haline getirdi. Çünkü, eleştirirken aşağılamak kaçınılmazdır; ama, aşağılama ile hakaret aynı şey değildir.

Anlamayı kolaylaştırmak üzere sözlüklerdeki anlamlarını sıralamak gerekirse:

ELEŞTİRİ, TENKİT: 1. Bir eseri veya bir şeyi değer bakımından incelemek, iyi ve kötü yönlerini ortaya koymak, sadece kötü yönleri üzerinde durmak. 2. Kötülemek, aşağılamak.

AŞAĞILAMAK: Küçük görmek, hor görmek, değersiz göstermeye çalışmak, alay etmek, eğlenmek, maskara etmek.

HAKARET: Onur kırmak, hürmetsizlik, itibarsızlık, alçaltıcı söz ve davranış.

Yani, eleştirirken, tenkit ederken, beğenmemek ve onaylamamakla kalınmaz, aynı zamanda aşağılanır da. Aynı anda hem takdir etmek hem eleştirmek mümkün değildir. Eleştiri bir noktada aşağılamayı da içerir. Elbette, hakaret ve aşağılama da iç içedir; ama, aşağılamak öncelikle eleştirinin içindedir. Aşağılama ve hakaret ise aynı fiil değildir.

Özetle, 301’inci madde, hakareti değil, eleştiride kaçınılmaz olan aşağılamayı suç saymakla, özünde eleştiriyi, yani fikir açıklamayı suç saymaktadır. Maddenin son fıkrasında yer alan “Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz” ifadesi, maddenin öteki fıkralarıyla çelişmektedir. Maddenin son fıkrası uygulanırsa, önceki fıkraları uygulanamaz; önceki fıkralar uygulanırsa son fıkrası uygulanamaz. Herhalde, yasa koyucu bu maddeyi getirirken eleştiriyi cezalandırdığını fark etmiş ve uygulamada bir faciaya meydan vermemek için “Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz” hükmünü maddenin sonuna eklemek ihtiyacı duymuş olmalıdır. Ama uygulamada, 301 kere aşağılanma önlenememiştir.

Önlenememiştir; çünkü, eleştiri bağlamında aşağılamanın nerede bittiğini, onuruna dokunma anlamında hakaretin nerede başladığını saptamak, biraz da olgunluk gerektirir. Eski Ceza Yasası döneminde bir sigorta olmak üzere bu tür davaların açılması Adalet Bakanı’nın iznine bağlanmıştı. Ne ki, Adalet Bakan(lar)ı’nın olgunluk düzeyi, düşünceyi suç sayma hamlığını önlemeye yetmedi. Şimdi meydan kerinçsiz muhbirlere ve provokatörlere kaldı. 301’inci maddenin siyasi işlevi büsbütün meydana çıktı. Fikir suçu davalarında eskiden devrede olan Adalet Bakanı zaten siyasiydi. Şimdi, savcılar ve yargıçlar aracısız siyasileştiler. Eleştiriyle hakareti ayırt etme bağlamında Adalet Bakanı ne denli olgunsa savcılar ve yargıçlar da o denli olgun çıktılar.

Sonuç: Bir buçuk yılda 80 kadar fikir suçlusu.

Yani, savcılar ve yargıçlar, olgunluktan yana Adalet Bakanı’ndan geri kalmadılar!

Avrupa’da da varmış

Sınırları aşan 301’inci madde tartışması, iktidardakilerin olduğu kadar, başta ana muhalefet lideri olmak üzere muhalefetteki siyasetçilerin de kerinçsizliğini, kerinçsizlikten yana aralarındaki söylem birliğini, demokrasiden yana akıl ve vicdan çoraklığını ortaya serdi.

Adalet Bakanı diyor ki: “‘Türklüğü çıkaralım’ diye teklifler geliyor. O zaman birileri size sormayacak mı, ‘Türk olmaktan utanıyor musunuz?’ diye. Türkler, bu ülkede ‘Ne mutlu Türküm’ diyemeyecek mi? Diğer ülkelerde de 301’e benzeyen maddeler var.”

Ana muhalefet lideri de diyor ki: “Avrupa’da da 301 var. Türklük, bağımsızlığın, egemenliğin simgesidir. Niye saygı göstermiyorsunuz, niye? Neredeyse Türk olduğumuz için özür dileyeceğiz… Özür mözür dilemiyoruz, kendi kimliğimizle iftihar ediyoruz.”

301’inci çukurda kaşıkladıkları bu demagojiyle utanmasalar diyecekler ki, “301’e karşı çıkanlar Türk düşmanıdır!” Belki demişlerdir, haberimiz olmamıştır.

Avrupa’daki 301’ler tam Türkiye’deki gibi mi, yargılanan var mı, bugün yoksa yarın yargılanır mı, çokça önemli değil. Avrupa’nın ayıbı Avrupa’ya. Ne ilk ayıplarıdır ne de son ikiyüzlülükleri. Avrupa’nın ve medyanın, düşünce mağduru olarak salt Orhan Pamuk ve Elif Şafak’a sahip çıkması, 93 yaşındaki bilim insanı Muazzez İlmiye Çığ’ın da aralarında olduğu 80 mağdurdan ilgiyi esirgemesi, samimiyetsizliğini yeterince gösteriyor. Bu samimiyetsizlikle, sözü geçen kişilerden başka düşünce mağdurunun bulunmadığı yanılgısına da yol açıyorlar. Zaten, 301’inci maddenin bulunduğu Ceza Yasası, Avrupa’nın da onay ve zorlamasıyla çıkmıştı. Ama, “tramvay demokratı” Başbakan gibi Avrupa da zina maddesinden başka bir maddeyi tartışma konusu yapmamıştı.

Nazım Hikmet, “Sarı muşamba derilerimizden birbirimize geçen tifüsün biti/ Senden daha yakındır bize Fransız zabiti!” diye ilenirken haksız değildi herhalde.

Nazım böyle ilense de Avrupalı kendi ayıbını bile marifet gibi sunmanın yollarını bilir, bulur. Ana muhalefet lideri kerinçsiz, asıl kendi ayıbını ve demagojisini nereye saklayacağını düşünsün.

Başbakan için olsun, muhalefet lideri için olsun, kendi ayıbına Avrupa’yı referans göstermek, yeterince utanılası bir düşkünlüktür. Kalmakta ısrar ettikleri çukurda, bu düşkünlükle iftihar edecekleri malzeme fazlasıyla vardır. IMF’nin çekip çevirdiği sermaye düzenine biat ettirilen Türklük, vize kuyruklarında süründürülen Türklük, başına çuval geçirilen Türklük, emperyalizmin dümen suyunda kulaç attırılan Türklük, komşu ülkelerin işgali için çocuklarının kanı üzerine pazarlık yapılan Türklük…

Özgürlük ve onur, hak edene

Bu başlık altında ne yazmalı ki? Ne yazarsan yaz, NATO kafa NATO mermer. Ne özgürlüğü bilirler ne de özgürlük ve onur için mücadele edenlere iyi gözle bakarlar.

Türklüğü kanunla korunması gereken bir değer düzeyine düşürecek derecede akılsız ve Türklüğe saygısız, Türklüğü işbirlikçi politikalara kılıf yapacak derecede uşak ruhlu, özgüven ve özsaygıdan yoksun, böyle olduğu için de başka kimliklere karşı zalimdirler. Bu yüzden 301’inci çukurda debelenmekte ısrar ederler.

Uysun uymasın en iyisi bir fıkrayla noktalamak.

Adam mahdumdan yana dertli. Ne söz geçirebiliyor ne yola getirebiliyor. Hep mahcup olmaktan artık dost meclislerine de uğramıyor. Sonunda bir psikiyatra götürmeye karar vermiş.

Pskiyatr güleryüzle karşılamış. Adam içini dökmüş:

– Doktor bey, ocağına düştük. Bizim delikanlıda aşağılık kompleksi var. Bir çare?

Doktor, “Üzülmeyin, tedavisi mümkün. Hemen terapiye başlayalım!” diye teskin etmiş.

Adam salonda beklerken, doktor, delikanlıyla terapi seansına başlamış. Çok geçmemiş, içerde ne olduysa, doktor alı al moru mor, burnundan soluyarak salona dönmüş:

– Beyefendi beyefendi, bu herifte aşağılık kompleksi filan yok. Bu herif zaten aşşağılığın teki!

Fıkra bundan ibaret. Nerede geçmişse geçmiş.

Fıkranın geçtiği yer her neresiyse, burası da Türkiye!

Yorumlar kapatıldı.