İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Charles Aznavour

Erdal Şafak

Charles Aznavour’u sever misiniz? Ben çok severim. Hatta en sevdiğim sanatçıları saymamı isteseler, belki de ilk sıraya onu koyarım.

“Müzik ruhun gıdası” ise, en çok vitamin onun şarkılarında olduğu için…

“Vakur bir hüzün”ü yansıtan sesi içimdeki fay hatlarını harekete geçirdiği için…

“Hier encore” şarkısı beni 20’li yaşlarıma götürdüğü, “La Boheme” yitirdiğim dostlarımla anılarımı canlandırdığı için…

“Paris au mois d’aout”, “Mourir d’aimer”, “Les deux pigeons” ve daha nice parçası yaşam filmimin karelerine sindiği için…

Gürcistan Ermenisi baba ile Adapazarlı Ermeni anneden 22 Mayıs 1924’te Paris’te dünyaya gelen o Aznavour dün akşam Erivan’da bir konser verdi.

Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, Ermenistan Cumhurbaşkanı Robert Koçaryan, Fransız bakanlar ve milletvekilleri, Ermeni kökenli Fransız işadamları (Alain Manukyan, JeanCyril Spinetta, Serge Çuruk, JeanFrançois Deheck, Arman Petrosyan, Jerome Clement) ile onbinlerce Ermeni’nin izlediği konser duygusal bir ortamda geçti.

Özellikle iki şarkıda hıçkırıklar yükseldi: “Ils sont tombes” (Düştüler) ve “Les Disparus” (Kaybolanlar). İkisi de 1915 kurbanlarıyla ilgili.

Bir an “Ben de o konserde olsaydım ne düşünürdüm, ne hissederdim, nasıl davranırdım” diye sordum kendi kendime. Sanırım yanıtını da buldum: Bu olayların 91 yıl sonra bile iki halk, kökleri tarihin sisleri arasında kaybolan iki ulus arasındaki ilişkileri zehirlemesinden hüzün duyardım.

Komşuya bir pencere

Sonra da 82 yaşındaki Aznavour’un geçen yıl anılarının (“Geçmiş Zaman Olur ki”) Türkiye’de yayınlanması nedeniyle verdiği demeçteki mesajları (7 Haziran 2005, Radikal gazetesi) anımsardım:

“Beni görmeye gelen Türk gençlerine şunu söylüyorum: ‘Ne Ermeniler’i, ne de Türkler’i dinleyin. Aklınızı kullanıp kendi görüşlerinizi oluşturun.

Birbirine çok benzeyen halklar olduğumuzu düşünüyorum. Yaşama tarzımız, yemek tarzımız bile aynı. Bizi ayıran hiçbir şey yok. Geçmiş dışında. O halde işe geçmişi temizlemekle başlamak gerekiyor. Ve bu da size bağlı. Kolay olmadığını biliyorum ama en azından bir çaba, bir iyiniyet gösterisi olsa…

Masaya oturup konuşulacak bir zamanın geleceğini düşünüyorum. Belki konuşulmaya resmen başlanmayacak, benim gibilerle başlanacak, sonra da başka insanlarla. İnsanlar dediğim zaman Ermenistan’dan bahsediyorum, diasporadaki Ermeniler’den değil. Çünkü diaspora bazı şeyleri farklı görme eğiliminde. Bazı şeyler doğrudan olmalı, yani Ermenistan ile Türkiye arasında. Diaspora ile Türkiye arasında değil. ”

Akılcı, ulaşılabilir bir çözüm formülünün önerildiği bu demeci bugün de çok önemsiyorum.. Aznavour’un dediği gibi, Ermenistan’ı, komşumuz Ermenistan’daki Ermeniler’i diasporanın tutsaklığından kurtarmak şart. Çünkü diaspora için 1915’te tarih de durdu, zaman da. Göç veya tehcir sonrasının üçüncü, dördüncü kuşağı bile geçmişte yaşıyor, geçmişin acıları ve kinleriyle yetiştiriliyor.

Oysa Ermenistan halkı için 1915 olayları ne tek sorun, ne de ilk. Onlar öncelikle bugünün dertleriyle boğuşuyor, bugünün acılarıyla yoğruluyor: İşsizlik, yoksulluk, umutsuzluk, göçO nedenle Ermenistan’ın 2.9 milyon nüfusu her yıl azalıyor.

Oysa Türkiye’nin açacağı bir pencereden esecek temiz hava Ermenistan’ı çok değiştirebilir.

Biliyorum, Ermeni sorununun yeniden sinirleri germeye başladığı bir dönemde, bu pek kolay değil.

Ama Ermenistan’ı fanatik diasporanın elinden kurtarmanın da başka çözümü yok…

Yorumlar kapatıldı.