İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ayıbın daniskası…

Oktay EKŞİ

TÜRK vatandaşı Ermeni ve Rum azınlıklar adına 26 Eylül 2006 tarihli gazetelerde yayınlanan bildirideki “Biz bu ülkede rehine değil, vatandaşız” isyanı, uzun yıllardır duyduğumuz en güçlü cümlelerden biriydi.

O bildirideki hukuk aynasını yüzümüze tutunca itiraf edelim, utandık.

Gerçekten bizim hem benimsiyor göründüğümüz hem de göz ardı etmekte sakınca görmediğimiz iki kavramdan biri “demokrasi” öteki de bu bildiride “Neredesin?” diye yardıma çağrılan “hukuk devleti” ilkesidir.

Biliyorsunuz son üç-dört yıldan beri Türkiye ile Avrupa Birliği arasında çok konuşulan meseleler arasına -daha önce biz Türklerin pek de sözünü etmediğimiz- “azınlık vakıfları” konusu girdi.

Neymiş, kaç taneymiş, ne istiyorlarmış, derken anlaşıldı ki 1935’te çıkarılan bir yasa vakıflarla ilgili tüm kuralları düzenlerken “Azınlık vakıflarının, ne kadar taşınmaz malları varsa bunu belli bir süre içinde tapuya bildirmeleri ve kaydettirmeleri” istenmiş.

Ancak Yargıtay, 8 Mayıs 1974 tarihli bir içtihadında bunları “yabancı” sayıp “1936’ya kadar yapılan bildirimlerdeki mallarla vakıf senedindekinden başka mal edinemeyeceklerine” karar verince, sorun çıkmış. Çünkü örneğin bu vakıfların 1936’dan sonra edindikleri mallar hep Hazine’ye aktarılmış.

Bir de bunlar arasında, devletin 1935 tarihli yasayla “yasal veya fiili bir varlığı kalmamış” diyerek neyi var neyi yoksa Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne devrettiği “Mazbut Vakıflar” var.

Bitmedi… Hazine’ye veya Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne geçmiş ama sonra üçüncü şahıslara satılmış taşınmazlar sorunu da çözüm istiyor.

Şimdi azınlık dediğimiz yurttaşlarımız “Hem elimizden aldığınız vakıfları hem de onlara ait iken Hazine’ye geçen malları bize geri verin” diyor.

Bundan daha tabii, bundan daha masum ne gibi bir talep olabilir?

İşte şimdi TBMM’de görüşülen Vakıflar yasa tasarısının özü bu. Ama biz, -daha doğrusu büyüklerimiz- şanlı(!) ve şerefli(!) bir kavga vererek, Hazine’ye veya Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne ait olmayan malları asıl sahiplerine vermemenin yolunu ve çaresini arıyorlar.

Nitekim 2002 tarihinden beri bu konuyla ilgili kaç adet yasal düzenleme yaptık ama haklıya hakkını teslim etmeyi hiçbir zaman içimize sindiremedik.

Oysa “Hukuk Devleti” deyince mangalda kül bırakmayan da biziz.

Efendim “verecekmişiz ama mütekabiliyet koşuluyla” verecekmişiz.

Bundan daha büyük ayıp arasanız bulamazsınız…

Bu adamlar hangi ülkenin vatandaşı da o ülkeden mütekabiliyet talebinde bulunuyorsunuz?

Başka ülkenin yanlışı varsa, becerin siz de onu yola getirin…

Patrik Bartholomeos’un “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı” olduğunu unutup ona “Atina’daki caminin açılmasını siz sağlayın biz de Ruhban okuluna bakalım” diyen bir başbakanın yönettiği ülkede bunların hepsi olur.

Yorumlar kapatıldı.