İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Özel Eğitim Kurumları ve Vakıflar Yasası

Lozan Antlaşması ve Mütekabiliyet:


Özü: Mütekabiliyet kuralı azınlıklara uygulanamaz. Lozan Antlaşmasında
azınlıklarla ilgili olarak mütekabiliyet kuralı yoktur.


Mütekabiliyet (réciprocité/ reciprocity):


Mütekabiliyet ya da günümüz Türkçesiyle karşılıklılık kuralı, devletlerarası ya da uluslar arası sözleşmelerde yer alan temel kurallardan biridir. Kuralın asıl amacı, eski deyimle ahde vefayı yani sözleşmeye bağlılık ve uymayı (Pacta Sun Serventa) sağlamaktır.(1) Amaç, bir devletin karşı devlete ve karşı devletin vatandaşlarına sağladığı yararların, karşı devletin de kendisine ve kendi vatandaşlarına sağlaması ve bu yararları garanti altına alınmasıdır. Bu nedenle de genel olarak, ülkelerin yerleşme, çalışma, mülk edinme gibi konularda kanunlarında karşılıklılık ilkesine yer verilir. Örneğin bir ülke bir başka ülke vatandaşlarının kendi ülkesinde mülk edinmesine izin veriyorsa, karşılıklılık kuralı gereği karşı devletten de aynı avantajın kendi vatandaşlarına sağlanmasını ister. Elbette devletler isterlerse herhangi bir ülkenin vatandaşına karşılıklılık kuralına uymadan da avantaj sağlayabilirler. Karşılıklılık ilkesi pozitif uygulamalara neden olabileceği gibi negatif uygulamalar da neden olabilir. Örneğin ABD, ABD’de yaşayan İran vatandaşlarının para ve mallarını dondurduğu zaman, İran da, İran da yaşayan ABD uyruklu kişilerin para ve mallarını dondurabilir. Demek ki, karşılıklılık kuralı devletlerin birbirlerine ve devletlerin kendi vatandaşlarına karşılıklı olarak tanıdığı, gereğinde karşılıklı olarak kaldırılabilen avantaj ve haklardır. Özetle karşılıklılık kuralı sadece bir ülkede yaşayan yabancı uyruklu kişilere uygulanabilir. Hiçbir koşulda mütekabiliyet azınlık hakları için uygulanamaz.


Uluslararası hukuk da, azınlıklar konusunda mütekabiliyeti kabul etmez. Bir devletin azınlık haklarını çiğnemesi, karşılıklılık ilkesine dayanarak bir başka devlete de kendi azınlıklarının haklarını çiğneme hakkı vermesi ne hukuken ne de vicdanen kabul edilebilir. Örneğin Yunanistan, tüm hukuki kuralları çiğneyerek, Azınlık okullarını kapatıp, mallarına el koyarsa, aynı şeyi Türkiye’nin yapması kabul edilebilir mi? Türkiye de aynı hatayı yaparsa, bu durumda bir değil iki suçlu devletten söz edilir. Devletlerarası antlaşmaların hukukunu düzenleyen, 1969 tarihli “Viyana Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesi”nin , “Bir antlaşmanın ihlal edilmesi sonucu sona erdirilmesi veya yürürlüğünün askıya alınması” ile ilgili 60. maddesinin 5. paragrafında bu konuda hüküm yer almaktadır. Devletlerarası antlaşmaların, çeşitli nedenlerle sona erdirilmesi ya da yürürlüğünün askıya alınması halinde dahi, himaye edilen kişilere (azınlıklara) karşı herhangi bir misilleme şeklini yasaklayan hükümlerin yürürlükte kalacağı açıkça belirtilmiştir. (2).


Ayrıca çağdaş insan hakları hukukunda, sadece azınlıklarla ilgili pozitif haklar için değil, insan hakları hukuku kapsamındaki temel haklar için de karşılıklılık kuralı geçerli değildir. İnsan hakları ile ilgili belgelerde karşılıklılık kuralı yer almaz. Örneğin, Almanya, Almanya’da yaşayan Türk vatandaşlarının din ve vicdan özgürlüğüne karşı bir haksızlık yaparak camileri kapatmaya ve din ve vicdan özgürlüğünü engellemeye kalksa, bu durum Türkiye’ye Türkiye’deki Alman kiliselerini kapatma hakkı vermez. Bir yanlış başka bir yanlışla giderilemez. Türkiye doğal olarak bütün uluslar arası kuruluşlarda gerekli girişimleri yapar, haksızlığın giderilmesini ister. Ancak aynı haksızlığı yaparsa Türkiye de suçlu olur.


Kaldı ki, hem çağdaş ülkelerin anayasaları hem de insan haklarıyla ilgili tüm sözleşmelerin en temel kuralı eşitlik ilkesidir. T.C. Anayasasının 10. maddesinde de eşitlik ilkesi yer almaktadır.(3) Bu ilke gereğince devlet vatandaşlarına eşit davranmak ve azınlıklara da çoğunluğa verdiği tüm negatif hakları vermek zorundadır.


Sonuç olarak, azınlık haklarıyla ilgili olarak mütekabiliyet kuralından söz
edilemez.


Lozan Antlaşması:


Lozan Antlaşması’nın metninde bir tek maddede ve bir defa mütekabiliyet sözü geçer o maddenin de azınlık haklarıyla ilgisi yoktur. Doğrudan doğruya devletlerarası uygulamadır(4). Nitekim İsmet İnönü 23 Ağustos 1923 tarihinde TBMM’nde yaptığı konuşmada da sadece Yerleşme Şartları ile ilgili diğer devletlerle yapılan anlaşmada mütekabiliyetten söz eder. “Arkadaşlar! Bundan sonra İkamet ve salahiyet hakkında bir Mukavelenamemiz vardır. Bu mukavelename, bizimle imza eden devletlerle ilk yaptığımız mukavelenamedir. Yedi sene müddetle yapılmıştır ve tamamen mütekabiliyet esasına müstenittir.”

Dr. Rıza Nur, TBMM gizli toplantısında, 45. madde ile ilgili olarak, “ O madde mucibince işbu fasıl ahkâmıyla tarafımızdan teslim edilen hukuk Yunanistan tarafından ekalliyetler hakkında teslim edilmiştir. Kendi arazisi dâhilinde bulunan Müslümanlar hakkında kabul edilmiştir. Bütün bu hukuk beynelmilel olmakla Yunanistan(5) da kabul etmiştir” demektedir. Eğer azınlık haklarıyla ilgili mütekabiliyet kuralı olsaydı, hem İnönü hem de Rıza Nur’un bundan da söz etmeleri gerekirdi.

Lozan Antlaşması’nın azınlıklarla ilgili 45. maddesinin mütekabiliyet ile ilgili olduğu ileri sürülmektedir. Bu çok ciddi yanlış bir hukuki değerlendirmedir.


Lozan Antlaşmasının 45. maddesi şöyledir:
“Madde 45.-Bu kesimdeki hükümlerle Türkiye’nin Müslüman olmayan azınlıklarına tanımış olduğu haklar, Yunanistan tarafından kendi ülkesinde bulunan Müslüman azınlık için de tanınmıştır.”


Görüldüğü gibi burada mütekabiliyet ya da aynı anlama gelecek bir söz yoktur. Bilindiği gibi herhangi bir antlaşmada mütekabiliyet koşulu varsa bu yoruma meydan vermeyecek şekilde açıkça belirtilir. Çünkü amaç, antlaşma koşullarına karşılıklı olarak bağlılık ve anlaşma hükümlerinin uygulanmasıdır. Buradan mütekabiliyet sonucu çıkarmak, hukuki deyimle yasaya ek yapmak olur. Bu maddede her iki ülkeye bir görev vermekte, Türkiye’nin Gayrimüslim azınlığa vereceği hakların, Yunanistan tarafında da orada yaşayan Müslüman halka vermesi istenmektedir. Buradan mütekabiliyet sonucu çıkararak, hele Yunanistan’ın oradaki Müslüman azınlığa yaptığı haksızlıkların, Türkiye tarafından da bütün azınlıklara uygulanmasını istemek çok önemli bir yanlış, çok büyük bir hukuksuzluk olur. Yunanistan Lozan Antlaşması ve diğer uluslar arası sözleşmelere uymayarak haksızlık yapıyorsa, yapılacak şey bütün ilgili uluslar arası kurumlarda ve Lozan’a taraftar olan ülkeler nezdinde Yunanistan’ı suçlamak ve Müslüman azınlığın haklarını almasını sağlamaktır. Yoksa buradaki azınlıklara aynı haksızlıkları yapmak, -iki yanlış bir doğru etmeyeceğine göre- çok büyük bir hukuki hata olacaktır.


Lozan’ın işlerine gelen kısmını yüceltiyorlar, gelmeyen kısmını ihlal
ediyorlar.
Üstelik bu kişilerin bunu yaparken dayandıkları Lozan
md. 45 … bir karşılıklılık maddesi değildir. Bir “paralel yükümlülük”
maddesidir ve Yunanistan’a yükümlülük getirir
. Yani, bu iki
ülkeden biri yükümlülüğünü yerine getirmezse, öteki bunu bahane ederek
getirmezlik edemez.” (6)


Müslüman mı Türk mü?


Özü: Lozan Antlaşması, Türk delegasyonun ısrarlı talepleri sonucu Türkiye’de sadece Gayrimüslimlere, Yunanistan’da ise sadece Müslümanlara azınlık haklarını tanımıştır. Millet, din ve dil azınlığını kabul edilmemiştir.

Dr. Rıza Nur anılarında konuyu şöyle anlatıyor: Frenkler bizde ekalliyet diye üç nevi biliyorlar: Irkça ekalliyet, dilce ekalliyet, dince ekalliyet. Bu bizim için gayet vahim bir şey, büyük bir tehlike Aleyhimize olunca şu adamlar ne derin ne iyi düşünüyorlar. Irk tabili ile Çerkez, Abaza, Boşnak ve Kürt ilh… yi Rum ve Ermeni’nin yanına koyacaklar. Dil tabiri ile Müslüman olup başka dil konuşanları ekalliyet yapacaklar. Din tabiri ile halis Türk olan iki milyon Kızılbaş’ı da ekalliyet yapacaklar.

Yani bizi hallaç pamuğu gibi atacaklar. Bu taksimi işittiğim zaman tüylerim ürperdi. Kıllarım sanki birer kazık oldu. Bileklerimi sıvadım. Bütün kuvvetimi bu tabirleri kaldırmaya verdim. Pek uğraştım. Pek müşkülat ile fakat kaldırdım.
Bunun dersi: Vatanımızda başka ırkta, başka dilde, başka dinde adam bırakmamak en esaslı, en adil, en hayati iştir” (7)

Lozan Antlaşması’nın azınlıkların korunmasıyla ilgili maddelerine (37–45) Türkiye’deki azınlıklardan Gayrimüslim ekalliyetler, yani Müslüman olmayan azınlıklar olarak söz edilir. Yine bu maddelerde Yunanistan’daki azınlıktan da Müslüman azınlık olarak söz edilmektedir. Yani Antlaşmaya göre Yunanistan’da bir Türk azınlıktan değil bir Müslüman azınlıktan söz edilmektedir. Antlaşmanın hiçbir maddesinde Rum, Ermeni ve Yahudi azınlıktan söz edilmez. Daha ilginci sadece Gayrimüslim azınlıkların tanınması isteğinin tamamen Türk delegasyonundan gelmesidir.


Bilinmeyen bir nedenle ve ciddi bir yanlış yapılarak Rum, Ermeni ve Yahudileri tanınan azınlık hakları, Süryani, Keldani ve diğer Hıristiyan azınlıklara tanınmamaktadır.

Sonuç olarak Lozan’da tanınan haklar Gayrimüslimlere tanınan haklardır. Gerekirse okulların kapısına da örneğin Gayrimüslim Okulu ya da Gayrimüslim Ermeni Okulu yazılabilir. Ayrıca din ve köken sormanın ayırımcılık gibi görüldüğü çağımızda, devletin onayı gerekmeden isteyen Gayrimüslim azınlığın, kendini hangi gruba ait görüyorsa o okulda okumasına izin vermesi gerekir. Birçok ülkede nüfus cüzdanlarında din hanesi kaldırılmıştır. Türkiye’de de din hanesinin kaldırılması beklenmektedir. Bu duruma göre azınlık okullarında kayıtta denetime son verilmeli, ben Ermeni’yim diyen herkes okul tarafından kabul edilmek koşuluyla Ermeni okuluna, ben Rum’um diyen herkes Rum okuluna alınmalıdır.


Azınlık okullarına aynı etnik kökenden Türkiye vatandaşı olmayan kişilerin alınması da Lozan’a aykırılık teşkil etmez. Nitekim Heybeliada Ruhban Okulu 1960’lı yıllara kadar Cumhuriyet döneminde daima yabancı öğrenci almıştır. Bu konuda ne üretilen komplo teorileri ne de Sevr paranoyaları gerçekle bağdaşmaktadır. Devlet okulları nasıl yabancı öğrenci alabiliyorsa, azınlık okulları da eşitlik ilkesi gereği yabancı öğrenci alabilir.


Azınlık Vakıflarının Gayrimenkul Edinmesi:


Özü: Türkiye’deki azınlıkların tümü T.C. vatandaşıdır ve bir cemaat vakfına yönetici seçilmek ya da yönetici seçmek için ilk şart T.C. vatandaşı olmaktır.

Türkiye’deki azınlık vakıfları, Cumhuriyetin kuruluşundan 1974 yılına kadar, hem Atatürk, hem İnönü, hem Menderes, hem Demirel ve hem de Ecevit döneminde bağış ya da satın alma yoluyla gayrimenkul edinmişlerdir. Cemaat Vakıflarının, Türk Medeni Kanununa göre kurulan vakıflarla aynı koşullarda bağış ya da satın alma yoluyla gayrimenkul edinmeleri gerekir.


Lozan Antlaşması’nın 39. Maddesi, Anayasamızda da yer alan eşitlik ilkesiyle ilgilidir ve Azınlıkların da Müslüman Türk halkının yararlandığı tüm medeni ve siyasi haklardan yararlanacağını ve kanun önünde eşit olacağını belirtir. (8)


Yine Lozan Antlaşmasının 42. maddesinin son fıkrası diğer kurumlara sağlanan her türlü kolaylığın Cemaat vakıflarına da sağlanacağını açıkça belirtmektedir. (9)


Türk Medeni Kanunu’nun 48.Maddesinin ilk fıkrası, bir tüzel kişi (hükmi şahıs) olan vakıfların taşınmaz mal satın alma dahil, gerçek kişilerin yaradılışı gereği sahip olduğu haklar dışındaki bütün haklara sahip olduğunu belirtmektedir.(10) Bu maddeye göre, cemaat vakıflarının da diğer tüzel kişiler gibi taşınmaz mal edinmeye yetkilidirler. Cemaat Vakıfları da tüzel kişiliğe sahiptirler ve diğer vakıflar gibi gayrimenkul edinebilirler.


Eşitlik ilkesi hem Lozan antlaşmasında hem de Anayasada ve hem de Türkiye’nin taraf olduğu pek çok uluslar arası sözleşmede açıkça yer almaktadır. Bu ilkeye göre, Türk Medeni Kanununa göre kurulan vakıflar hangi şartlarla gayrimenkul edinebiliyorlarsa, Cemaat vakıflarını da aynı şartlarda gayrimenkul edinmesi gerektiği açıktır. Cemaat Vakıfları, Türk Medeni Kanununa göre kurulan vakıflarla eşdeğer statüye kavuşturulması bir haksızlığın giderilmesidir.


Aslında Cumhuriyet döneminde 1974 yılına kadar bütün cemaat vakıfları, diğer vakıflar gibi bağış ya da satın alma yoluyla gayrimenkul edinmişlerdir. Bu konuda ne yargının ne de yürütmenin bir itirazı görülmüştür. 1974 yılında Yargıtay Genel Kurulunun, TC vatandaşı azınlıkları yabancı kabul ederek verdiği bu kararın hukuka aykırı olduğu Türk bilim adamları tarafından da kabul edilmektedir.


Cemaat Vakıfları, Medeni Kanununu yayınlanmasından önce kurulmuş, yöneticileri ve yararlananları T.C. vatandaşı olan azınlık vakıflarıdır. Bütün vakıflara eşit haklar verilmesi, hem Anayasa’nın 10. maddesinde, Lozan Antlaşmasının 39 ve 42. maddesinde yer alan eşitlik ilkesine, hem 90. maddedeki “temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır” hükmüne uygundur. Çünkü tüm milletlerarası sözleşmelerde eşitlik ilkesi geçerlidir.


Cumhuriyetin ilk yıllarından başlayarak, Cumhuriyetin kurucularının Lozan Antlaşmasına ya da Vakıflar Kanununa aykırı bir uygulamayı kabul ettikleri, yani kanunsuzluğa göz yumdukları, en azından görevlerini ihmal ettikleri ileri sürülemeyeceğine göre, bu hükümetlerin söz konusu yasaları aynı şekilde yorumlamadıkları ortadadır.


Cemaat Vakıflarından alınan gayrimenkullerin iadesi ve tazminat ödenmesi:


Özü: 1974 Yılında Yargıtay Genel Kurulunun aldığı haksız karara dayanarak, üçüncü şahıslara iade edilen ya da milli emlak ve benzeri devlet kurumlarının eline geçen gayrimenkullerin iadesi, iadesi mümkün olmayan gayrimenkuller için ise ilgili vakıflara tazminat ödenmesi gerekir.


1974 yılından sonra, karara göre cemaat vakıflarının 1936 yılından sonra hangi yolla olursa olsun edindikleri gayrimenkuller ya satıcı ve bağışlayıcılarına bedelsiz olarak geri verilmiş ya da resmi kurumlar adına tescil edilmiştir. Bu açık haksızlık 2002 yılında yasada yapılan değişiklikle durdurulmuş olmakla birlikte, ne devletin elinde bulunan gayrimenkuller iade edilmiş, ne de üçüncü şahıslara verilen ya da satılan gayrimenkuller için bir tazminat ödenmiştir. Türkiye bir hukuk devletidir. Doğal olarak haksızlıkları giderecek güç ve iradeye de sahiptir. Bu nedenle Türkiye bir hukuk devleti, bir büyük çağdaş devlet olmanın gereğini yerine getirerek, devletin elinde bulunan gayrimenkulleri ilgili cemaat vakıflarına iade etmeli, devletin elinde olmayan gayrimenkuller için ise söz konusu vakıflara en azından gayrimenkulün vergi değeri kadar hakkaniyete uygun bir tazminat ödenmelidir.


Ruhban Okulu:


Özü: Heybeliada Ruhban Okulu Cumhuriyet döneminde 1971 yılına kadar açık kalmış, yabancı uyruklu öğrenci kabul etmiş ve bütün dünya Ortodokslarına din adamı yetiştirmiştir. Okulun yeniden eğitime başlatması için gerekli düzenlemeler yapılmalıdır.


“1971’de Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) emriyle kapatılan HRO (Heybeliada Ruhban Okulu), Rum azınlığın tek ruhban yetiştiren okuluydu. Bu tarihten beri Rum cemaati ruhbanını Türkiye’de yetiştirememektedir. Aslında ruhban yetiştirememe sorunu, HRO üzerinden tartışılmakla birlikte, Türkiye’nin Gayrimüslimlerinin genel sorunudur.” (11)


“1932–37 arası, okul 65 öğrenci ile üçü Türk olmak üzere 15 öğretmene sahiptir. 1949’da tümü TC vatandaşı 16 öğrenci; 1962’de 11’i TC vatandaşı 81 öğrenci; 1963’te 12’si TC vatandaşı 76 öğrencisi vardır…


“1932–37 arası, okul 65 öğrenci ile üçü Türk olmak üzere 15 öğretmene sahiptir. 1949’da tümü TC vatandaşı 16 öğrenci; 1962’de 11’i TC vatandaşı 81 öğrenci; 1963’te 12’si TC vatandaşı 76 öğrencisi vardır…(12).


“Sonuç olarak;
1-HRO’nun kapatılma işlemi, Lozan Antlaşması’na aykırılık oluşturmaktadır.
2-Anayasa Mahkemesi’nin bazı maddelerini iptal ettiği 625 sayılı yasanın, HRO ile bir ilgisi yoktur. …
3- Rum Patrikhanesi, HRO’yu eski statüsüyle de olsa açmak istemektedir. Bu formül, okulun bir “Patriklik semineri” olarak anlaşılması ve MEB çerçevesinde daha önce olduğu gibi “özel okul” statüsü verilerek, bakanlık denetiminde işlemesiyle uygulanabilir. Cumhuriyet döneminde 1971’e kadar zaten bu statüyle işlemiş olması, tekrar açılmasında bir engel olmadığının da kanıtıdır. Bu durumda diplomasının Türkiye’deki genel eğitim kurumlarının muadili olarak tanınıp tanınmaması ayrıca tartışılabilir. Ruhban yetiştirmeyi amaçlayan her iki öneri de meşru olup, siyasî irade tarafından kolayca karşılanabilecek taleplerdir.(13)


Sonuç olarak, Yunanistan’da ya da Romanya’da görev yapacak olan bir din adamının Türk Milli Eğitiminin denetiminde, Türk dilini ve kültürünü öğrenmesi olsa olsa Türkiye’ye yarar sağlar. Yine Gagavuzlar gibi Türk unsurların din adamları da bu okuldan yetiştirilebilmesi de bir avantaj olarak görülebilir.


Azınlık Okullarında Müdür Yardımcıları:


Özü: Yabancı okullar gibi, azınlık okullarına da Türk asıllı müdür yardımcısı atanması hukuki bir hata, kabul edilemez bir ayrımcılıktır.


Bilindiği gibi yabancı okullara, yabancı okul müdürleri Türkçe bilmedikleri için Türk müdür yardımcısı atanmaktadır. Bu uygulama Cumhuriyetin kuruluşundan beri düzenli olarak sürdürülmüştür. Yanılmıyorsam 1960’lı yıllarda bilinmeyen ya da bilinen nedenlerle azınlık okullarına da Türk müdür yardımcısı atanmasına başlanmıştır. Daha kötüsü azınlık okullarına müdür yardımcısı olmak için sadece Türk olmak koşuluyla yetinilmemiş, tüm ulusal ve ulusla arası yasa ve sözleşmelere aykırı olarak azınlık okullarında müdür yardımcılarının Türk asıllı olması şartı aranmıştır. Bu ciddi bir hukuki yanlış, bir ayrımcılık ve ırkçılığı çağrıştıran bir uygulamadır. Bilindiği gibi Anayasaya göre (Madde 66) Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür. Bu duruma göre bütün öğretmen ve yöneticileri Türk olan bir okula, Türk müdür yardımcısı atanmasının anlamsızlığı açıktır. Bu nedenle bu uygulamaya son verilmelidir. Yabancı müdürler için konulan Türk müdür yardımcılığı, azınlık okullarına uygulanamaz. Herkesin Türk olduğu bir okula Türk müdür yardımcısı atamak ciddi bir çelişkidir.


24 Eylül 2006


 



1. http://www.bianet.org/2005/07/25/64378.htm

2 “Madde 60. 5.- 1–3.paragraflar insani nitelikteki antlaşmalarda yer alıp kişilerin korunmasıyla ilgili hükümlere bilhassa bu gibi antlaşmalarla himaye edilen kişilere karşı herhangi bir misilleme şeklini yasaklayan hükümlere uygulanmaz.”

3 “Madde 10.-Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetmeksizin kanun önünde eşittir.”

4 Bölüm I –Yerleşme Şartları- Madde 1.-

İşbu Bölümdeki hükümlerden her birinin Türkiye’de öteki Bağıtlı Devletlerin uyruklarına ve ortaklıklarına [şirketlerine] uygulanması, işbu Devletlerin ülkelerinde Türk uyruklarına ve ortaklıklarına tam bir karşılıklı işlem [mütekabiliyet, réciprocité] uygulanması şartına bağlıdır.

Bu Devletlerden biri, kanunları yüzünden ya da başka bir nedenle, söz konusu hükümlerden herhangi biri için karşılıklı işlemde bulunmayı reddedecek olursa, bu Devletin uyrukları ve ortaklıkları da Türkiye’de ayni hükümden yararlanamayacaklardır.

İşbu Maddenin uygulanmasında, dominyon’lar, sömürgeler ve Bağıtlı Devletlerin koruması altına konmuş ülkeler, tek tek, bağıtlı ülkeler (pays contractants) gibi sayılacaktır.

5 Dr. Rıza Nur-Dr. Rıza Nur’un Lozan Hatıraları- Boğaziçi Yayınları 1992- Sayfa 310

6 http://www.bianet.org/2005/07/25/64378.htm

7 Dr. Rıza Nur-Dr. Rıza Nur’un Lozan Hatıraları- Boğaziçi Yayınları 1992- Sayfa 103

8 39.Maddenin ilk fıkrası şöyledir:
“Madde 39.-Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk vatandaşları, Müslümanların yaralandıkları ayni yurttaşlık ( medeni hukuk ) ve siyasal haklardan yararlanacaklardır. Türkiye’nin oturan herkes din ayrımı gözetilmeksizin kanun önünde eşit olacaklardır. Din, inanç ya da mezhep farkı, hiçbir Türk vatandaşının yurttaşlık haklarıyla (medeni haklar) siyasal haklarından yaralanmasına ve özellikle kamu hizmet ve görevlerine kabul edilme, yükselme, onurlanma ya da çeşitli mesleklerde ve iş kollarında çalışmasına, sanayi ile uğraşmasına engel olmayacaktır.”

9
42. Maddenin son fıkrasında ise, “…Türk Hükümeti sözü geçen azınlıklara ait kiliselere, havralara, mezarlıklara ve diğer dini kurumlara her türlü korumayı sağlamayı taahhüt eder. Ayni azınlıkların hali hazırda Türkiye’de bulunan vakıflarına dini ve hayır kurumlarına her türlü kolaylık sağlanacak ve izin verilecektir. Ve Türk Hükümeti yeni dini kurum ve hayır kurumu kurulması için, bu nitelikteki öteki özel kurumlara sağlanmış gerekli kolaylıklardan, hiç birini esirgemeyecektir.”

10 “Madde 48.- (Eski Medeni Kanun madde 46) Tüzel Kişiler, cins, yaş, hısımlık gibi yaradılışı gereği insana özgü niteliklere bağlı olanlar dışındaki bütün haklara ve borçlara ehildirler.”

11
www.tesev.org.tr/etkinlik/ruhbanokulu_17mart2006.pdf Elçin Macar-Mehmet Ali Gökçeaçtı

12 www.tesev.org. tr/etkinlik/ruhbanokulu_17mart2006.pdf

13 www.tesev.org.tr/etkinlik/ruhbanokulu_17mart2006.pdf

Yorumlar kapatıldı.