İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Papa kime karşı değil ki?

İki gün önceki yazımda duyurduğum gibi Papa’nın konuşmasından hareketle “felsefe yapmaya” bugün de devam edeceğim. Arada bir de olsa “felsefe yapmak” iyi sonuç veriyormuş… Çok güzel-değerli mektuplar-görüşler aldım doğrusu… Özellikle de Ahmet Demirhan’ın yakında bir dergide karşımıza çıkmasını umduğum yazısı. Demirhan, özetlenmesi imkansız yazısında Papa’nın tartışılan konuşmasına “sinirlenenler”in listesini çok güzel çıkartmış. Aralarında kimler yok ki? “Üniversite mensupları”ndan “postmodernler”e, “kültürel çoğulculuk” yanlılarından “Kantçılar ve yeni-Kantçılar”a, “Avrupa-merkezciliğini eleştirenler”den “Heidegger’den etkilenerek ‘varlık’ sorusu etrafında yeni arayışlara girenlere” kadar, hemen herkes bu listede mevcut.

Benim konuya ilişkin bugün yapacağım değerlendirme yukarıda bir bölümünü aktardığım “liste”de yer alanlarla ilgili değil. Ben bugün “Konuşma”nın doğrudan politik-hukuksal açıdan değerlendirilmesine yöneleceğim.

İlgilenenler hatırlayacaktır: Şu meşhur “Sezar’ın hakkı…” meselesi bizde çokça (“fazlaca”!) tekrar edilenin aksine Batı Hırıstiyanlığının bir çırpıda hallettiği bir mesele değildir. “Teoloji” ve “Politika” arasındaki gerilim bu dünyada yüzyıllar boyu her iki tarafa da epeyce ter döktürmüştür. Augustinus başta olmak üzere “Kilise Babaları”nın ateşlediği tartışmalar “mutlak monarşi” dönemine kadar hızını kesmemiştir. Benzer bir gerilim, tabii ki, “teoloji” ve “felsefe” arasında da yaşanmıştır. Batı Orta Çağı’nda “felsefe teolojinin hizmetçisi kılınmıştır” yolundaki yorumları yapanlar da Batılıdır.

Ama şu büyük gelişmeyi de görmemek imkansızdır: Batı Ortaçağı’nın teologları Yunan’dan destek alarak modern politika ve hukuk düşüncesinin kapısını aralamaya çalışmaktan hiç vazgeçmemişlerdir. Bu gelişmeden söz edince akla ilk gelen, Papa’nın da adını andığı Thomas’dır. Aristoteles’in izinden özellikle “ikinci nedenler” meselesini ön plana çıkararak “Akıl”a gerek doğa bilimlerinde (Tanrı ve doğa yasaları arasında bir “dolayım” (ikinci nedenler) sağlayacaksınız ki “bilim” yapmak mümkün olabilsin) gerekse politik-hukuksal alanda (Tanrı ve dünyevi iktidar arasında benzer bir “dolayım” sağlayacaksınız ki, “politika” yapmak mümkün olabilsin) yer açan Thomas’dır. “Yasalar”dan söz ederken kurduğu hiyerarşi, muhakkak ki, politika ve hukukun otonomi kazanması sürecinde en olumlu zemini hazırlamıştır. Hep söylendiği gibi, “ilk günah”a takınılmış bir ortamda Aristoteles dolayımıyla “Akıl”a değerini tekrar kazandıranların başında gelen bu teologtur. Böylece “doğal düzen” ve bunu takibeden bir biçimde “doğal hukuk” otonomi kazanmakta, “hukuk” teolojiden ayrı olarak kendi alanına kavuşmaktadır. Thomas da (bir “aziz” değil mi zaten) tabii ki kralları Papa’ya bağımlı kılan “kanonist hukuk”a karşı değildi; fakat –yine hep söylendiği gibi- en ciddi biçimde “kapıyı aralayan”dır. İki “dünya”nın kabulünden vazgeçmek söz konusu olmadığından bu “dünyalar” yine içiçedir; fakat bir “çatlak açılmış”tır artık…

Bu hatırlatmayı niçin yaptım? Sözü Papa’nın konuşmasında yer alan önemli bir bölümün gözden geçirilmesine getirmek için.

Sanırım bugünlük bu kadar “felsefe” yeter, arkasını da yarın getirelim….

Yorumlar kapatıldı.