İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

`301´i korumak için iktidar ile muhalefet aynı görüşte

Altan Öymen

Elif Şafak davasında mahkemeyi, beraat kararını değiştirmediği için kutlamak gerekir. Fakat bununla 301’inci madde sorunu ortadan kalkmış olmuyor. Madde metni üzerinde farklı anlayışlar sürüyor. Metnin değiştirilip açıklığa kavuşturulmasına ise iktidar gibi muhalefet de karşı çıkıyor

Elif Şafak beraat etti. Beyoğlu İkinci Asliye Ceza Mahkemesi savcısı ve hâkimini kutlarız. Görüşlerinin ve kararın oluşması için duruşmanın gereksiz yere uzamasına meydan vermemişlerdir.

Buna, davanın açılması için şikâyet dilekçesi veren ‘Büyük Hukukçular Birliği Derneği’nin mensupları, “Duruşmayı ertelemeliydiniz. Sanık gelmeliydi. Sorgusu yapılmalıydı. Biz dinlenilmeliydik” diye itiraz ediyor.

Bu itirazın hukuki bir dayanağı yoktur. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 193’üncü maddesinin ikinci fıkrası açıktır. Der ki:

“Sanık hakkında, toplanan delillere göre, mahkûmiyet dışında bir karar verilmesi gerektiği kanısına varılırsa, sorgusu yapılmamış olsa da, dava, yokluğunda bitirilebilir.”

***

Zaten neyin sorgusu, soruşturması yapılacak?

Dava konusu, bir kitaptır. Kitaptaki ifadeler, ünlü 301’inci maddedeki ‘suç’un kapsamına girer mi, girmez mi?

Savcı da, hâkim de, önce ona bakmalıdırlar. ‘Girmez’ kanaatine varırlarsa, artık yapılması gereken bir şey yoktur.

Sanığın sorgusu yapılsa da, avukatların savunması dinlense de, dinlenmese de, şikâyetçilerin ‘hukukî müdahale’ talepleri retdedilse, kabul de edilse, bu görüşün ve kararın değişmesi, elbette söz konusu olamaz.

***

Kitap ortadadır. Orada yazılanlar, duruşma sırasında hangi gelişme olursa olsun, anlam değiştirecek değildir.

Öyleyse, savcı ve hâkim, Elif Şafak’ın romanını okuyup, “Böyle bir romandaki ifadeler 301’e göre suç oluşturmaz” kanaatine vardığına göre, sanığın muhakeme sürecini niçin uzatsınlar?

Operasyonu da gerektiren güç bir doğum yaptıktan sonra henüz nekahat dönemini geçirmemiş bir kadın romancının çektiği üzüntü bitmesin, daha haftalarca devam etsin diye mi?..

Mahkemenin, her mahkeme gibi, zaten yüklü olan çalışma takvimine, davanın esasına hiçbir etkisi olmayacağı biline biline, yani boş yere, yeni duruşma günlerinin ve saatlerinin yükü eklensin diye mi?

Alınacağı belli olan bir beraat kararının alınmasını ve açıklanmasını geciktirerek ve ilgili herkese o gecikmeden doğacak sakıncaları yaşatarak, ‘Geciken adalet adalet değildir’ sözünü söyleyenleri haklı çıkarmak için mi?

***

Evet, niçin uzatsınlar, savcı ve hâkimler sanığın muhakeme sürecini?

Ayrıca, 301’inci maddenin uygulanması sırasında ülkemizin ve dünyamızın da gündemine giren, belirli olumsuzlukların tekrar tekrar yaşanması için mi?

Örneğin, bu gibi duruşmalarda terör estirmeyi meslek edinmiş olan bir militan grubun yeni yeni tehdit ve saldırı çağrıları yapması

için mi?

Örneğin, dünya gazetelerindeki, televizyonlarındaki ‘Tükiye’de romana bile düşünce özgürlüğü yok’ yorumlarına, benzerlerinin eklenmesi için mi?

Mahkemeyi, bence, sadece Elif Şafak’ın değil, onunla birlikte adaletin ve Türkiye’nin karşılaşacağı olumsuzlukları önlemekte geçikmediği için, kutlamak gerekir.

***

Peki bu sonuçla, yeni Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci maddesiyle ilgili sorun bitiyor mu?

Bitmediği, bu ‘301’inci madde’nin metninin bazı hukukçular tarafından, hâlâ başka türlü yorumlanmasından bellidir.

Maddenin konumuzla ilgili cümlesini hatırlatalım:

“Türklüğü, Cumhuriyet’i veya Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni alenen aşağılayan kişi, 6 aydan 3 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.”

Evet, diğer bazı davalarda olduğu gibi, maddenin ‘Türklük’le ilgili bölümüne bakarak Türkler hakkında başkaları tarafından söylenen olumsuz sözlerin nakledilmesini bile ‘suç’ sayanlar vardır. O sözler, ister bir haber veya röportaj metninde yer alsın, ister bir kurgu-romanda söylenmiş olsun, o haberi, röportajı veya romanı yazanın cezalandırılması gerektiğini düşünenler vardır.

Elif Şafak hakkındaki dava süreci de bunu gösteriyor.

Mesela: Şafak’ın romanında bir roman kişilerinden biri diyor ki:

“Bütün akrabalarını 1915’te kasap Türklerin ellerinde kaybetmiş soykırımzede bir sülalenin torunuyum.”

Ama bir başka roman kişisi de şöyle diyor:

“O zamanlar savaş zamanıydı. İki taraftan da insanlar öldü. Ermeni isyancıların ne kadar Türk öldürdüğünü biliyor musunuz? Hikâyenin öteki tarafını hiç düşünmediniz. Acı çeken Türk ailelerine ne diyeceksiniz?”

Yani, belli işte, romanda iki karşı görüş çarpışıyor…

Ama birtakım hukukçular istiyorlar ki, bu iki görüşten birincisi, hiçbir yerde, hiçbir şekilde ifade edilmesin… Sadece ikinci görüş ifade
edilsin…

‘301’inci maddenin amacının bu olduğunu öne sürüyorlar.

Aralarında kendilerini ‘Büyük Hukukçular’ diye tanıtan avukatlar var. O avukatların şikâyetlerine dayanarak ‘dava açılsın’ diyen hâkim var…

Diyorlar ki, 301’inci maddeden anladığımız şudur: Maddenin amacı, birinci görüşü yansıtanların cezalandırılmasıdır.

Demokratik bir hukuk devletinde ‘kanun koyucu’nun böyle bir amacı olabilir mi?

Elbette olamaz. Çünkü öyle bir amacın gerçekleştiği yerde, ne roman yazma özgürlüğünden söz edilebilir, ne haber, ne röportaj yazma özgürlüğünden…

Öyleyse, demek ki, ortada yanlış anlaşılmaya müsait bir metin var.

Bu metnin değişmesi ve anlaşılır hale getirilmesi gerekmez mi?

***

Hrant Dink davasının muhakeme sürecindeki kararlar, madde üzerindeki yorum çeşitliliğinin bir başka örneği… Gerçi dava, 301’in eski Ceza Kanunu’ndaki karşılığı olan 159’uncu maddeye göre açılmıştı, ama o maddenin metni de, biraz değişik olsa bile aynı zaafı taşır. Birbirine zıt yorumlara müsaittir.

Hrant Dink davasının geçirdiği aşamalarda şunlar oldu:

Dava belirli aşamalardan sonra Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na kadar gitti. İlk mahkemede bilirkişi raporu, Dink’in yazısında suç olmadığı yolundaydı. Mahkeme ‘suç vardır’ sonucuna vardı. Buna olan itiraz, Yargıtay 9’uncu Dairesi’ne gitti. Daire ilk mahkeme kararını onadı. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ise o karara Ceza Genel Kurulu nezdinde itiraz etti.

Kurulda 9’uncu Daire kararı onaylandı, ama Yargıtay Birinci Başkanvekili ile 8’inci Ceza Dairesi Başkanı dahil, altı üye karara muhalefet oyu verdi.

Demek ki, eski 159, yeni 301’inci madde üzerinde geniş bir anlayış birliği, yüksek hâkimlerimiz arasında da sağlanamıyor.

Bu durumda maddenin Meclis’çe yeniden ele alınmasında ve bu sakıncanın giderilmesinde fayda yok mu?

Çünkü bu böyle durdukça, belli ki, gelecekte de bu gibi anlayış farklılıkları ve bu farklılıklardan doğan sorunlar sürüp gidecek.

***

Hal böyleyken, siyasetçilerimizin konuya bakışları ilginçtir. Bu konuda, iktidarla ana muhalefet dahil, bir kısım siyasal partilerimiz arasında, ‘301’i koruma ittifakı’ oluşmuş gibidir.

Bu maddenin benzerleri ‘Avrupa Birliği ülkelerinde de varmış’ da, bizde niçin olmayacakmış?..

Maddenin Avrupa Birliği’ndeki benzerleri, bizimkine ne ölçüde benziyor. Benzeyenleri olsa bile, bunların yorumlanması nasıl oluyor?.. Türkiye’de, haklarında 301’den dava açılan yazarların yazdıklarına benzer yazılar yazdıkları için mahkemeye sevk edilen yazarlar, AB ülkelerinde var mı?.. Varsa ‘301 değişmesin’ diyen siyasetçiler, bunlardan birkaç örnek verebilirler mi?

İktidar ve muhalefet partileri liderleri bu sorulara, somut cevaplar vermelidir.

Yorumlar kapatıldı.