İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

İhanet değil, gaflet

Nuray Mert

Ben kendini bu ülkenin tek sahibi sayanlardan değilim, o nedenle
‘ihanet’ten bahsetmeyeceğim. Bu ülkede yaşayan kimsenin, (benimle aynı kanaatte olanlar veya olmayanlar) ülkesine ihanetle meşgul olduğunu düşünmüyorum. O nedenle, Lübnan’a asker göndermek için alelacele Meclis’e tezkere gönderenlerden bu terimle bahsetmeyeceğim. Söz konusu olan ihanet değil, gaflet.

Hükümetin, Lübnan’daki ‘barış gücü’ne asker gönderme kararı, tarihe ‘gaflet’ olarak geçecek. Nedir gerekçemiz? Barışa katkıda bulunmak mı? 33 gün boyunca Lübnan yerle bir edilirken, ateşkes çabası göstermeyen, bunu ‘erken’ bulanlar mı uzun vadeli barışı sağlayacak? Türkiye bu süreçte etkin olabildi mi? Bırakın barışı, İsrail’e kınama kararı çıkaramayanlar mı, tarafsız güç sayılacak? Televizyonlarda gördünüz, Annan, Beyrut’un yıkılan bölgesini gezerken nasıl protesto edildi. Bu insanların gözünde yerle bir olmuş uluslararası meşruiyete mi güveniyorsunuz?

Şu anda diplomatik düzeyde kabul edilmiş bir ateşkes anlaşması var ve barış gücünün varlığı, bu çerçevede kabul edildi. Kimsenin ne bu barış gücünün meşruiyetine ne de kalıcılığına inancı yok. Lübnan’da, şu anda anlaşma dediğiniz, tüm tarafların üzerinde anlaştığı, son derece hassas dengeler üzerine kurulu diplomatik bir taktik. Hepsi bu. Taraflar, mevcut şartlarda tabii ki, barış gücünün içinde yer alma heveskârlığı gösteren Türkiye’yi istemiyoruz demiyor, diyemez. Bu durumda ateşkes koşullarına uyulmamış olur. Yoksa, kimsenin ne barış gücüne umut bağladığı ne de özellikle Türk askeri istediği falan yok. Boş laflarla uğraşacağına, merak eden varsa buyursun Lübnan’a gidip iki kişiyle olsun görüşsün. Resmi ziyaretlerde söylenen sözlerin gerçekle bağlantısını, ömrünün ne kadar olduğunu merak eden varsa, açsın Lübnan’ın yakın tarihinde olanları okusun.

Yok, mesele, Türk askerinin ateş altına atılması değil. Türkiye üzerindeki ısrarın nedeni Türk askerini ateşe atmak değil, Türkiye’yi mevcut Ortadoğu tablosunda, bir cepheye angaje etmek. İsterse hiç kimsenin kısa vadede burnu kanamasın, sembolik düzeyde Türkiye’yi işin içine çekmenin, bir cepheye hapsetmenin bedeli çok ağır olacak. Türkiye bu yolla büyük düşünen, büyük devlet falan olmuyor, küçük düşürülüyor, bunu anlamak bu kadar zor mu?

Özal aynı kafada, birinci Körfez Savaşı’ndan sonra, ABD ne dediyse yaptı, sonucu ne oldu?

Türkiye büyük devlet mi oldu, PKK meselesini çözebildi mi? Tam bu dönemde, Türkiye’yi köşeye sıkıştıran PKK eylemleri neden arttı dersiniz?

Bu tuzaklara düşmek kadar büyük gaflet olabilir mi?

‘Uluslararası müdahalelerle büyük devlet olunsaydı, Bangladeş büyük devlet olurdu’ diyenler haksız mı? ‘Türkiye bugüne kadar birçok uluslararası güce destek verdi’ diyorsunuz, evet de, yine aynı soruya cevap vermek lazım. Peki bu koşullarda Türkiye’nin sözü neden hiçbir konuda tesirli olamadı? Bundan sonra nasıl olacak?

Peki, ABD neden kendi askerini gönderemiyor, yedek güçlerini devreye sokuyor? Fransa ve diğerleri ABD ile ayrı düşen güçler güçler falan değil. ABD önderliğindeki koalisyona Irak’ta destek vermeyenler, Ortadoğu’daki pastadan pay alma yarışına girdi, Lübnan’da sıraya girmelerinin nedeni bu. Siz de, bu bölgedeki kardeşlerimiz üzerine tezgâhlanan bu kirli

oyundan sırtlan payına mı heves ediyorsunuz? Üstelik, kırıntılarla yetinmek zorunda kalacaksınız, kimsenin büyük lokmayı Türkiye’ye kaptırmaya niyeti yok. Tarihi misyonunuz, kardeşlerimizin canlarına kastetmek adına sırtlan payına tenezzül etmek mi olacak?

Bırakın, ‘Müslüman kardeşlerimize yardım’ masalını, ne yardımı, herkes ABD ve İsrail’in savaşla yapamadığını diplomasiyle yapmaya çalıştığını biliyor, kimi kandırıyorsunuz? Söz konusu olan büyük bir emperyal saldırı, bu saldırının göbeğinde yer almanın bedeli ağır olacak. Medeniyetler çatışması değil, ama Batı’nın zengin ülkeleri, (aralarında ihtilaf varmış gibi görünmelerine bakmayın) bu bölgeyi talan etmek için hizalanmış vaziyette, sizin bunların arasında işiniz ne, onu açıklayın. Daha önce sizin gibi düşünüp, güya büyük hesap yapıp, aralarında yer alan atalarınızın hali ne oldu, hatırlayın. Türkiye’nin içine sokulmaya çalışıldığı tasarıların insanlıkla alakası olmadığı gibi, tarihle, hesapla kitapla da alakası yok.

Mehmet Akif’in Viyana hatırası meşhurdur; kiliselerde zafer çanları çalmaya başlayınca Akif, o zaman Osmanlılar, Almanlarla müttefik olduğu için, cepheden iyi haber geldiğini zannedip sevinir. Sonra, kutlamanın Kudüs’ün, aslında karşı cephenin eline geçmesinin, ama Müslümanların elinden çıkmasının yarattığı sevinç olduğunu öğrenir. Çok benzer bir olaya, ünlü Filistinli düşünür Edward Said’in kız kardeşi Jean Said’in hatıralarında rastladım. 1967’de İsrail Kudüs’ü işgal edince, ‘o zamana kadar hak, hukuk ve adaletten bahseden ABD’lilerin sevincini, olayı Kudüs özgürlüğe kavuştu diye haber vermelerini’ izlemenin nasıl bir duygu olduğunu anlatıyor (Beirut Fragments-A War Memoir, Persea Books, s. 128). Bugün Meclis’te tezkere oylamasına katılacak herkes, evet derlerse, bir gün bu duyguyla baş başa kalacağını unutmasın, üstelik sıradan bir izleyici olarak değil, bu sonuca varan yolu açanlardan biri olarak!

Yorumlar kapatıldı.