İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Gerçekten Osmanlı’nın torunları mıyız?

Zülfü Livaneli

Dünyada Türklerin fetih gücünün tartışıldığını duydunuz mu hiç?

Ben duymadım.

Bu durum, Türkiye’de de tartışılmadan kabul edilen bir olgudur.

Türkler fatih bir halktır.

Küçücük Kayı boyundan bir imparatorluk yaratmanın bundan başka bir açıklaması olamaz.

Ama soru bundan sonra başlıyor. Türkler fethettikleri ülkelere medeniyet götürdü mü götürmedi mi?

Bu konuyu kime sorsanız ayrı bir cevap alırsınız.

Osmanlı tarihçisi Türkler bu soruyu “Evet!” diye cevaplar; yabancı tarihçiler ise “Türk atının ayaklarının değdiği yerde ot bitmez” der.

Bu karmaşık sorunun cevabını tarihçilere bırakalım ama benim bu konuda aklıma gelen ilk şey; muhteşem Selçuklu ve Osmanlı eserleri oluyor.

Konstantiniyye’yi fethettikten sonra şehrin kozmopolit bir yapıya kavuşmasına özen gösteren, Rumları muhafaza ettiği gibi Ermeniler’in de şehre yerleşmesini sağlayan Fatih, elbette bir medeniyet projesi peşindeydi.

Yüzyıllar boyunca Balkanlar’da ve Ortadoğu’da bir “Osmanlı Barışı (Pax Ottomana) kurulmuş olduğu ve sistemin tıkır tıkır işlediği de dünyanın malumu.

Balkanlar’daki Osmanlı idari sistemi konusunda Batı dillerinde muazzam araştırmalar var.

Mimarlık, müzik, edebiyat, yaşam kültürü gibi hayatın birçok alanındaki incelmiş Osmanlı zevki de bu medeniyetin bir kanıtı.

***

Biraz dolambaçlı girdim ama sözü getirmek istediğim yer şurası:

Bize ne oldu da Selçuklu ve Osmanlı’dan devraldığımız kültürü, yaşam biçimini ve medeniyet ortamını koruyamadık.

Osmanlı döneminde dünyanın en güzel camileriyle saraylarının süslediği İstanbul’u ne hale getirdiğimiz ortada.

O kozmopolit hayatın yarattığı kültür zenginliği, Yahya Kemal’in “Bir Türk hayat tarzı” olarak nitelediği yalılar ve Boğaziçi, mehtap gezintileri, mahur besteler, dinginlik, zarif üslup nasıl kayboldu da yerine orangutan gibi magandaların çevreye gelişi güzel ateş ettiği, herkesin sokaklarda ağzına bir şeyler sokuşturduğu, kirli, çirkin, kavgacı bir ortam oluştu.

İnsanların tipinin bile değiştiğini görmek için eski Türk filmlerine bakmak ve bugünkü TV yıldızlarıyla karşılaştırmak yeterli.

Yaşam üslubu diye bir şey kalmadı.

Her şeyi yoksullukla, ekonomik darboğazla açıklamak mümkün değil.

Kocalarının Boğaz’a diktiği kaçak yapının balkonunda oturan kadınlar, briket duvara ufacık bir sardunya iliştirmeyi, pencereye bir fesleğen koymayı istemiyor. O çirkinlik içinde oturmak ruhuna iyi geliyor belli ki.

Sıvasız duvarın dibine bir sarmaşık ekip yemyeşil bir eve kavuşmak bedava ama bunu kimse yapmıyor.

Ne şehir bırakıyoruz, ne orman, ne deniz!

Balık çiftlikleriyle dünyanın en güzel koylarının da canına okuyoruz.

Ve dikkat edin bunlar hep bizim dönemimizde oluyor.

İstanbul da, Ege de, ormanlar da bizim ömür dilimimizde can çekişmekte.

Sahi biz kimiz ve ne yapmak istiyoruz?

Osmanlı ile ne alakamız var?

Yorumlar kapatıldı.