İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ermeniler demokrasinin neresinde?

Etyen Mahçupyan

Batılılar demokrasiyi, kapitalizmin ürettiği modern toplumun sorunlarıyla karşılaşınca keşfettiler. Yani önce toplum oldular, sonra da toplum olarak kalabilmenin koşullarını aradılar.

Oysa biz neredeyse ‘tersine’ bir yol izledik. Osmanlı ‘toplumu’ hiçbir zaman tam olarak organik bir bütünleşme yaşamadı. Millet sistemi ayrı hukuk ve gelenek kanalları açarak, farklı cemaatlerin yan yana ve formel olarak birbirine dokunmadan var olmasını sağladı. Bu parçalanmış halkın yönetilebilmesi ise cemaatler arasında hiyerarşi oluşturulması ve her cemaatin devletle doğrudan ilişki içine sokulması sayesinde mümkün kılındı. Öyle ki devlet bir hakemlik kurumu olarak işlevselleşirken; her cemaatin içindeki yönetim meselesi de toplulukların ruhani liderliklerine teslim edildi ve Tanzimat sonrasında bir miktar sekülerleşmeye karşın, söz konusu liderliğin hükmü ve gücü bugüne dek baki kaldı.

Böylece Osmanlı düzeninin dayandığı zihni çerçeve gayrimüslim cemaatlerde de aynen üretilebildi. Meşruiyetin dinden kaynaklandığı, ancak meşru yönetimin olabildiğince otoriterliğe kayabildiği bir anlayıştı bu… Sonuçta Osmanlı Devleti, cemaatlerde kendi küçük replikalarını yaratırken, cemaat yönetimlerini kendi halkları karşısında ‘devlet’ yetkisiyle donatmış oldu. Cemaat liderliğinin aynı zamanda ruhani kimlikte olması ise bu alt toplulukları tüm maddi ve manevi unsurlarıyla birlikte tek bir mercinin ‘rehberliğine’ mecbur kıldı.

Ermeni cemaati de doğal olarak bu siyasi geleneğin parçasıydı… Patriği yöneterek tüm Ermenileri yönetmek devlete cazip gelirken, patrikler de sahip oldukları otoriteyi kıskançlıkla korudular ve olası tüm cemaatsal hak ve imtiyazları kendi şahıslarında toplama gayreti içinde oldular. Ne var ki devran döndü, devir değişti… Toplum olmayı beceremeden demokrasiyle karşılaşan Anadolu, şimdi demokrasi içinde toplum olmaya çalışıyor. Bu süreç Ermeniler için de aynen geçerli: Onlar da daha seküler, cemaat içi meselelerde daha katılımcı, devletle ilişkilerde daha şeffaf ve toplumsal tercihlere daha duyarlı bir cemaat yönetimi istiyorlar. Ne var ki nasıl Türkiye Cumhuriyeti devleti bu parçalı toplumun değişim süreci karşısında tıkanıp paralize oluyorsa, Ermeni cemaati patrikliği de değişen Ermeni topluluğu karşısında yönetim aczi çekiyor. Otoriter ve ataerkil bir geçmişten gelen kurumların yükselen demokratik arayışlar karşısındaki refleksi ise maalesef pek değişemiyor: Bu kurumlar daha fazla zor ve yaptırım kullanarak halkı zapturapt altına alabileceklerini sanıyor ve her attıkları adımda kendi aczlerini itiraf ederek aslında miadlarının dolduğu mesajını veriyorlar…

Son günlerde Ermeni cemaati içinde yaşanan bir gelişme bunun hüzünlü bir örneğiydi… Ermeni Patriği kendisine yönelik eleştirel duruşundan hoşlanmadığı Agos ve Jamanak gazetelerine bundan böyle cemaat vakıfları tarafından ilan verilmemesine yönelik bir talepte bulundu. Bunun üzerine bir araya gelen 30 vakıf ise Patriği söz konusu kararı değiştirmeye davet ederken, ifade özgürlüğünün Patrikliğe zarar vermeyecek şekilde kullanılmasını tavsiye eden bir ‘birlik beraberlik’ mesajı yayınladı. Vakıf yöneticilerinin bu dengeli tavrı çok şaşırtıcı değil, çünkü bir ‘azınlık’ olarak yaşamakta olan Ermenilerin geçmişi, temkinli ve dayanışmacı olmanın daha yararlı olduğunu ima ediyor. Ama cemaatsal dayanışmanın bedelinin demokrasi olamayacağının da idrak edilmesinde yarar var… Marifet demokratik kanalları açarak ve çalıştırarak o ‘birlik bütünlüğü’ sağlayabilmekte. Görünen o ki Patrikliğin bu açıdan devletten pek bir farkı yok: İkisinin de zihniyeti toplumsal dinamiği kuşatmak açısından eksik. İkisi de sonuçta kendi toplumuna zarar verebilmekte…

Yorumlar kapatıldı.