İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ahhhh… Şu İkumenik sıfatı!

Mihail Vasiliadis

Niyetim size bu hafta (15 Ağustos’ta) kutlanacak olan Meryem Ana bayramından bahsetmekti. Araya öyle bir olay girdi ki ‘İkumenik’ sıfatı konusunda bir bardak suda yaratılan fırtınayı bir kez daha gündeme getirdi. Mecburen onu yazıyoruz.

Geçen hafta Türkiye’yi, Almanya’dan, iktidardaki Hıristiyan Demokrat Partisi’nin bir heyeti ziyaret etti. Gerçekleştirilen temasların önemini, heyetin başında bizzat partinin Genel Sekreteri Sayın Pofalla’nın bulunması gösteriyor. Görüşmeler hem hükümet düzeyinde hem de parti düzeyinde oldu. Bilindiği gibi AKP kendisini Avrupa’nın muhafazak‰r partileri grubunda görüyor; Alman Hıristiyan Demokratlarla ilişkileri bu nedenle sıkı. Alman heyetinin içinde bir de din adamı vardı. Gerek bu zat Sayın Pofalla azınlığın beklentilerini dile getirdiler. Patriğin İkumenik sıfatını kullanmasını engelleme girişimleri, Heybeli Ruhban Okulu’nun faaliyetine izin verilmemekte diretilmesi ve azınlık vakıflarıyla ilgili yasanın bir türlü sorunlara çözüm olabilecek biçimde çıkarılamaması konuları masaya yatırıldı.

Biz bugüne kadar, hükümetin bunları çözmeye niyetli olduğunu, ancak bürokratlar cephesinden engeller çıkarıldığını zanneder, gün olur, hükümet istediğini yaptırır ümidiyle beklerdik. Meğer durum öyle değilmiş. Türk tarafı azınlık vakıflarıyla ilgili yasanın, Meclis’in çalışmalarına başlamasıyla hemen gündeme getirileceğini söylemekle birlikte, diğer iki konuda, yani İkumenik sıfatıyla Ruhban Okulu konusunda, Nuh der peygamber demez bir tutum içinde olduğunu gösterdi. Almanlara bu yönde adım atılmayacağını belirtti. Karşı tarafın, bu durumda AKP’yi Avrupa muhafazak‰r partileri platformunda desteklemekte zorluk çekeceklerini, hatta aynı zorluğun, Türkiye’nin AB adaylığının desteklenmesinde de kendisini göstereceğini vurgulamasına rağmen tutum değişmedi. Oysa defalarca -hiç olmazsa Ruhban Okulu konusunda- çözümün ’24 saatte bile gelebileceği’ sözü en yetkili ağızlardan verilmişti.

‘İkumenik’ sıfatı konusundaysa büsbütün inanılmaz bir iddiayla karşı karşıya kalındı. Bu sıfattan, yani ‘İkumeniklik’ten, patrikhanenin 1923’te Lozan’da kendi isteğiyle feragat ettiği ileri sürüldü. Oysa böyle bir şeyin olamayacağını olaylar kendiliğinden kanıtlıyor. Bilindiği gibi Fener Patrikhanesi Lozan’da taraf değildi. Dolayısıyla herhangi bir konuda fikir beyan etmiş olması da olanaksız. Kaldı ki, Lozan Anlaşması’nda Patrikhane’nin ismi dahi geçmez; bunu bilmemek de, böyle görüşmelere katılan kişiler için ne kadar mümkün?

Bu konuda gerçek şöyle: Patrikhane’den geri alınan unvan ‘İkumenik’ değil, ‘Milletbaşı’ unvanıdır ve alınmış olması da hem mümkün hem de doğaldır. Mümkündür ve doğaldır, çünkü o unvanı veren Fatih Sultan Mehmet’in kendisi, yani Osmanlı devletidir. Nedeni de bu İslami imparatorluğun Hıristiyan tebaasını yönetebilmektir. Müslüman tebaasını şeriata göre yöneten imparatorluk, Hıristiyan tebaası için milletler sistemini düşünmüş, uygulama konusunda ise Milletbaşı olarak, saygın bir kişi olan Patriği seçmiştir. Türkiye Cumhuriyeti, l‰ik bir hukuk devleti olarak, idari yetkiler veren bu p‰yeyi geri almıştır. Yani devlet tarafından verilen yetki yine devletçe geri alınmıştır. İkumenik’lik ise bambaşka bir şeydir. Dini niteliktedir ve Konstandinupolis Patrikliğine 5. yüzyılda bu p‰yeyi veren, tüm Hıristiyan Kiliselerin katıldığı ‘İkumenik Sinodlar’dır. Dinsel mahiyetteki bu kararların devletler ya da isterseniz Birleşmiş Milletler tarafından bozulması caiz değildir; vicdan özgürlüğünü ortadan kaldırmak olur. Karlofça, Kaynarca yada Lozan gibi anlaşmalardan de etkilenmezler; nasıl ki böyle anlaşmalarla namazın aptes alınmadan kılınıp kılınamayacağı karara bağlanamazsa. Örneğin su kıtlığını bahane ederek, ‘bundan sonra, Batı Trakya Müslümanları aptes almadan namaz kılacaktır’ diye diretecek bir Yunan hükümeti düşünebiliyor musunuz?

Aman kardeşim, telaşa kapılmayın!

Ayaklanma orduda değil, Ordu’da…

Yorumlar kapatıldı.