İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

‘Dink’ kararı hukuka uygun mu?

Nabi Yağcı / Yorum

Hükümet farkında mı bilmiyoruz ama Agos Gazetesi Yayın Yönetmeni Hrant Dink ile ilgili Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun aldığı karar, Türkiye açısından ciddi sonuçlar yaratacak derecede önemlidir. AB’yi bir kenara koysak bile ifade özgürlüğünün cezalandırılmasının her şeyden önce altında Türkiye’nin de imzası olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı olduğu açıktır. Hatta bırakalım sözleşmeyi basit hukuk mantıyla bakılsa bile ceza hukukundaki “kast” unsurunu “niyetle” karıştırarak niyet okuyan böyle bir kararı hukuka uygun bulmak kolay değildir.

Sayın Hrant Dink’in hem savunmasında hem açıklamalarında kastının “Türklüğü tahkir ve tezyif” olmadığı yeterince açıktır. Üstelik kararda bu yazının Ermeni diyasporasının milliyetçiliğini eleştiriyor olması da değerlendirme dışı bırakıldığı gibi tersine yazıda suç unsuru olup olmadığı, yazarın kendisinin, yazdığı gazetenin ve bu gazeteyi okuyanların etnik kimlikleri dikkate alınarak yorumlanmış ve böylece yazıda “Türklüğü tahkir ve tezyif” suçu bulunduğuna hükmedilmiştir. İşte kararın bu yönü bu davayı salt bir düşünce ve ifade özgürlüğü ihlali davası olmaktan çıkarmakta ve ona siyasi bir hüviyet kazandırmaktadır. Bu nedenle bu karar Kopenhag Kriterleri içinde yer alan azınlık hukuku açısından da Türkiye için ciddi sorunlar doğurucu niteliktedir. Unutmayalım ki karar, Türkiye’nin hukuk anlayışının düzeyini göstermek açısından önemli bir ölçüt sayılabilecek en üst mahkemesinin, bir yüksek yargı organı olan Yargıtay’ın kararıdır.

Demek ki bundan böyle Ermeni, Rum, Kürt gibi etnik kökeni farklı vatandaşlarımızı sırf etnik kökenleri nedeniyle potansiyel suçlu görmek meşru sayılabilecektir. Düşünce ve ifadeler köken farkı nedeniyle farklı yorumlanıp farklı cezai müeyyidelere tabi olabilecektir.

Böyle bir şey en sıradan hukuk mantığının bile kabul edebileceği bir şey değildir. Tersi olabilirdi, örneğin tarihte Ermeni tehciri gibi haksızlıklar ve baskılar nedeniyle oluşmuş yaraları, maddi-manevi incinmeleri dikkate alan bir mahkeme Ermeni kökenli olmayı bu durumda aksine hafifletici neden sayabilirdi. Böylesi insancıl hukuk bakışıyla bir karar çıksaydı tarihte açılmış yaralara merhem olabilir ve tarihle barışmamıza da hizmet ederdi.

Bizi kaygılandıran durum böyle bir kararın AB ile uyum sürecinde olan bir ülkede nasıl alınabildiğidir. Bugün kokoreççilerimiz, sokaktaki simitçilerimiz bile AB standartlarını dikkate almak zorunda kalırken yeni standartları yargıçlarımızın, savcılarımızın, yüksek yargı organlarımızın da gözetmesi gerekmiyor mu? Akıl sağlığımız mide sağlığımızdan daha mı az önemli? Yargı bağımsızlığı ilkesi, Türkiye’nin altında imzası olan ve anayasamıza da girerek iç hukuk gücü ve yaptırımı kazanan uluslararası sözleşmelerden de bağımsız olma anlamına gelir mi? Somut bir davada yargıçlarımızın karar verirken bu kriterleri ve bu yönde oluşmuş uluslararası içtihatları dikkate almak gibi bir zorunlulukları yok mu?

Yargı reformu her şeyden önce yargıda bir zihniyet değişikliğini gerekli kılar. Bu, başta hükümetin sorumluluğundadır. Ne var ki en başta hükümetin bu kriterleri ne ölçüde içselleştirdiği gitgide artan bir soru halini alıyor. Bu davada olduğu gibi TCK madde 301 ve diğerlerinin uygulamada özgürlükleri kısıtlamaya yol açacağı uyarısı yapıldığı halde yapılan değişikliklerde bu uyarılar yeterince dikkate alınmamıştır. “Uygulamayı bir görelim” denmiştir. İşte görüldü! Sırada Terörle Mücadele Yasa tasarısı var. Bu nedenle Hrant Dink davasında ortaya çıkan bu sonuçtan düşünce özgürlüğü konusunda hassas olmayan tutumu nedeniyle en başta hükümet sorumludur. Umalım bu sonuç artık “hayırlara vesile” olsun.

Yargıtay kararının bir başka çok önemli yanı vardı. Yargıtay, 301 ile ilgili bir yorum yaptı ve ceza kesinleşti. Cezasız suç olmaz. Böylece “Türklüğü aşağılama” diye yeni bir suç yaratılmış oldu. Önceki yazımızda devletin ideolojik aygıtlarının resmi ideolojiyi yeniden üretmede işlev gördüklerini söylemiştik. İşte somut bir uygulama var karşımızda. Bu karar bir içtihat oluşturacak ve bundan böyle mahkemelerce de dikkate alınacaktır. Ulusal hukuk omurgası üzerinden resmi devlet ideolojisini durmaksızın her davada her durumda yeniden üretir. Bu hukukun yaratıcıları yalnızca yasa koyucular yani parlamentolar değildir. Bu yasaların dayandığı hukuk normları örneğin üniversite kürsülerinden başlayarak tüm yargı sürecinde ve hatta onun dışında üretilir. Bu nedenle gerçekten reformcu bir iktidarın bu çevrelerin direnciyle karşılaşmaması olanaksızdır. Karşılaşmıyorsa orada zaten köklü reformlara girişildiğinin kuşkusunu duymak gerekir. Bu dirençler karşısında iktidarın tutumu ise reformların geleceğini belirler.

Hakkında verilen kararın “ne kadarı toplum adına ne kadarı devlet adına verildiği”ni sormakla Hrant Dink bu nedenle çok haklıdır.

Yorumlar kapatıldı.