İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

AB´yi garantiledik

Murat Belge

Cuma sabahı gazetelerde sevindirici bir haberle karşılaştım: Halkımızın AB’ye katılma konusunda gösterdiği istek gene düşmüş! Geçen yıla kadar yüzde 17 dolaylarında düştüğü söyleniyor. Ama o geçen yılki de zaten onun bir yıl öncesine göre düşmüştü. Yani yüzde 80’lerden başlayan bu ‘destek’, bu yıl itibarıyla yüzde 50’nin altına indi.

Ben Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılmasından yana olan ve bunu şiddetle savunanlardan biri olduğuma göre, niçin bunun ‘sevindirici haber’ olduğunu söylüyorum? Türkiye’de kitlelerin, çoğunlukların istediği şeyin hep tersi olur da ondan. Şimdiye kadar bu gidişe her türlü engeli çıkarmaya çalışan devletlû kesim, halkın projeden soğuduğunu görünce derhal tavır değiştirir. ‘Halk için, halka rağmen’ felsefesini bu derece derinlemesine içselleştirmiş kesim, bu konuda da, eli mahkûm, böyle davranmak zorunda kalacaktır. Şu halde AB’ye giriyoruz, iyi.

Şimdiye kadar, sonuç yaklaştıkça, aday ülkelerde isteğin ve heyecanın azaldığını görüyorduk. Yani bir benzerlik var, ama aslında farklılık da var. AB’ye giriş, bu gibi toplumların günlük hayatında, çalışma yönteminde, iş geleneklerinde, AB standartlarına uyma zorunluğuyla birlikte bir de tepki doğuruyor. Kısmen gerçek, kısmen abartma, ‘bildiğimiz hayat değişiyor’ inancı ve kaygısı devreye giriyor: ‘kokoreç yenmeyecekmiş’, ‘siesta yapamayacağız’ vb.

Oysa biz bu aşamada değiliz. AB projesi, genel günlük hayatı hiçbir şekilde etkilemedi. Bizde, bu etkileme olmaksızın istek düşüyor. ‘Avro’nun üstünde Atatürk resmi yok’ gibi gerekçelerle (bunu, konuşma yaptığım bir lisede kendi kulağımla işittim- oysa doğru da değil, istenirse olabilir). ‘Bölünecekmişiz’ diye… Buna benzer, paranoya ortamının ürettiği metafizik korkularla.

Öte yandan, Türkiye’de bu gibi anketlerde karşılaştığımız sonuçlara da öyle fazla güvenesim gelmez, çünkü bu ülke, 12 Eylül’ün ünlü Diyarbakır’a giden avukat fıkrasında olduğu gibi, insanların ‘resmi görüş’ sahibi olduğu bir ülkedir. Burada insanlar, ‘political correctness’in neyi gerektirdiğini çok iyi anlar, gelip soru moru soran bilmedikleri adama ‘doğru’ cevabı verirler.

Neyin ‘doğru’ olduğunu anlamamanın imkânı yok. Bir kere, en başta, emekli olup üniformasını çıkaran generallerin yüzde 90’ı, ağzını açtığında, Avrupa aleyhine konuşuyor. Bu toplum için yeterli sinyal bu. Bir yandan, her konu getirilip bir ‘biz ve onlar’ kutuplaşmasına bağlanıyor. Öbür yandan, Kerinçsiz Bandosu akla gelecek, gelmeyecek her yerde dolaşıp performanslarını topluma sunuyor ve bunların çoğunda, muhtemelen aynı fikirde olan güvenlik güçlerinin engellemesiyle karşılaşmıyor. Başlıca arenaları mahkeme koridorları olduğuna göre, daha ne denir? Gene öbür yandan, aklına esen, ‘papazı bulma’ deyiminin yeni içeriğine uygun bir biçimde, bulduğu papazı indiriyor. Bir yandan, ‘solu’ temsilen biri ortalığı dolaşıp memleketin arsa arsa satıldığını anlatıyor.

Bu ortamda halkımız ‘AB’ye girelim mi’ sorusu karşısında alması gereken ‘resmi’ tavrın ne olduğunu hemen anlıyordur.

Yorumlar kapatıldı.