İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Kemerê Düzgün Baba’dan birkaç Dersim izleği

Ali Rıza KILINÇ

Korku kavramı, korkmak kadar korkutucu mudur.? Ya da güzellik kavramı yeşile doyan Bor sırtlarına bakmak kadar güzel olur mu? “Sanmıyorum” diyor bizim “buralar”…

Yani Sılo Qıj demek istiyorum… Demananlı Emine, gözleri hala bir çivi gibi beglerin korkusuyla büyüyen Ermeni Hasan Korkmaz da öyle diyor… Ya bin parçada kendi güzelliğini korkusuna giydiren envai türlü diğer canlılar, onlar da damıtılmış bu “insani” doğadan bir parça değiller mi? Zel Dağı’nda rüzgara kapılan bir şavaklı yaylacının cigara kokusuna alışık değil mi ininde sırt üstü uzanan ayılar? Bilmem Munzur dağlarının krater göllerinin etrafında döne döne pervane olan çayır kuşları, kartallar, ur keklikleri yediği ot kadar izleriyle acı bir burukluk bırakan ora insanlarını bilmezler mi? Dersim’in müzik kültürünü, hele de kemanla olan bağını çok eskilere taşıyan Dersimin’in keman virtözü Sılo Qıj’ın tınıları sadece bir ata geleneğinden de mi görmek gerekir? Belli ki bu topraklar Mezopotamya’nın kayıp halkası gibi bir o yana bir buyana didinip duruyor, aydınlatılmayı bekliyor.

Dersim’in Çemişgezek ilçesine bağlı Pulur Köyü’nde yapılan kazılarda çıkan keman şeklindeki heykelcikler, “buradan” düşünmenin bir kez daha gerekliliğine ihtiyaç duymaktadır. 100 maşına merdiven dayamış Sılo Qıj’a sorarsanız keman geleneğini “hak vergisi” dir.. Şu anda Milli köyü’nde ölüme giden yılların hesabını yapıyor. Bunun anlam ve sınırları elbette müzik ile inanç kültürünün ilişkisinin derinliğini gösteriyor. Ama bunun da ötesinde sürekli bir oluş içinde yenilediği kavramları, özünde-tözünde bir yalınlık haliyle kendi varlığının tüm diyalektik formlarını yaşadığını söylemek daha doğru olur…

Kavramlar, elimizi sudan çıkarmamak kadar canlıdır, diridir yani.. Ki varlığıyla evrene hakim olan insanın tüm uzam ve algıları burada daha da çıplak ve tazedir… O dur ki yılarını ağalara ırgatlık yaparak geçiren 109 yaşındaki Hasan Korkmaz sadece salt iyilik ve kötülük demiyor, bunları da içine alan iyilik halleri ve kötülük hallerini hala tarlasında zararlı otları toplayarak, bir yanda da klamlardaki gibi “ben sadece bir taşım” diyor. Buna acının aktığı yerde, doğa, doğanın aktığı yerde acı tomaklaşır, kaybettiği izleri kayaların üstündeki yosunlar kadar bir tazelik ve arsızlığı beraberinde getirir. Bunun diğer adı da Dersim’deki toprakları kadar, insanı da bir yanıyla arsız, bir yanıyla güven veren ve bir o kadar da ürpertilen bir yaşam ağında akıyor… Belki de bu özgünlüğüyle insanlığını tanımlamıştır..

Hala “düzgün baba” diyerek inancını dağa, doğaya, kara, taş, meşe ağaçlarına, söğüt dalına bağladığı çaputlarda görebildiği kadar, her “kılle” ritüelinde de güneşe, suya, havaya düşen insan yüzünü taşır yüreğinde… Ama ne yazık ki hala dağlarında, eşsiz güzelliğiyle dağları yarıp da gelen Munzur’unda ağrılar var..

Urartulardan bugüne bakan “Hamın” köprüsü, “İn mağaraları”, “Gelin Odaları”, kaplıcaları, kaleleri iz yine “öyle “ diyerek.. Dinmiş değil, dineceğe de benzemiyor.. Sular durudur, Mekanı Düzgün Baba durudur, Ana Fatma, Ağuçan ‘da…, insanları durudur, ayısı , domuzu, yaban keçileri, keklikleri, envai türlü renkleriyle kardelenleri, ters laleleri, papatyaları hala durudur… işte korku, işte korkmak işte güzeli yaşamak, işte…..

Yorumlar kapatıldı.