İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

AB´ye çağrı; Türk Silahlı Kuvvetleri´ni anmadan ağzını çalkala!

Yiğit Bulut / Yorum

Kusura bakmayın bir vatandaş olarak sabrım taştı; kim olduğu, ne olduğu belli olmayan biri çıkıyor, binlerce yıllık bir kurum olan Türk Silahlı Kuvvetleri hakkında ağzına geleni söylüyor. Bu da yetmiyor sanki kendine bağlı bir yapıymış gibi “emirler yağdırıp, ardından olması gerekenleri” dikte ediyor. Hop beyler! Siz kimsiniz! Gerçekten düşündünüz mü hiç; bu ülke için siz kimsiniz?

Burada egemen bir Devlet var. Siz öyle istediğiniz gibi çıkıp bu milletin maddi, manevi her türlü imkanıyla yarattığı silahlı kuvvetleri hakkında istediğinizi söylemezsiniz.

Değerli dostlar, öyle bir hava yaratılıyor ki; Türkiye’de Türk Silahlı Kuvvetleri her şeyin sebebi ve bu güç kontrol altına alınmadan Türkiye’nin “adam olması” mümkün değil.

O zaman ben de size bazı örnekler vereyim.

1- Sabancı’nın katili olduğu kamera kayıtlarınca tespit edilen Erdal ve arkadaşları nerede? Demokratik AB, demokratik Belçika, neden katilleri cezalandırmak yerine tek tek salıvermeyi uygun gördüler? Öldürülenler AB vatandaşı olunca mı öldürenler “katil” oluyor?

2- Paris Metrosu yapılırken zorla çalıştırılıp, bu süreçte ölen “Afrikalılar” için Fransa bugüne kadar ne yaptı? Ölenlerin torunlarına tazminat ödendi mi? Yoksa onların torunları da aynı şekilde Fransa’nın “en pis işlerinde” çalışmaya devam mı ediyorlar? Bu inşaatlar Fransız ordusunun zorlaması ve kontrolünde daha açıkçası silah zoruyla yapılmadı mı?

3- Fransa’da “ayrılıkçı” olduğu düşünülen bölgeler hakkında bugüne kadar ne gibi adımlar atıldı? Örneğin Korsika neden halkın “biz Fransız” değiliz demesine rağmen hala bağımsız değil? Fransız ordusu Korsika’da neler yaptı? Neler yapmaya devam ediyor?

4- CIA uçakları “Avrupa” havalimanlarını kullanırken, demokratikleşme aşığı AB liderleri nereye bakıyorlardı?

5- Fransa ve Almanya’da “yabancılara” ve özellikle yerli ayrılıkçılara karşı istihbarat örgütleri neler yaptı?

6- Fransız basınının yüzde 50’sinden fazlası Fransız ordusuna silah üreten bir firmaya ait değil mi? Bu firmanın da en büyük para aktarıcısı Fransız ordusu değil mi? Nerede kaldı basın özgürlüğü?

Değerli dostlar, bunlar saydığım “güncel” veya “yakın” örnekler. İsterseniz daha da çoğaltabilirim.

Tarihe bakarsak bize demokrasi dersi verenlerin karneleri daha da kötü. Sömürgecilik bugün yaptıkları servetin özü daha açıkçası eylemin adı; “gasp”. Bugün de durum çok farklı değil; geçmişte “silah” ile sömürdüklerini şimdi “globalleşme” adı altında sömürüyorlar. Bizim tarihimizde sömürgecilik yok.

Sözün özü: Bize ders verenler ve “ortalama bir Türk vatandaşı için” hiçbir resmi-manevi değeri olmamasına rağmen “Türk Silahlı Kuvvetleri’ni” babalarının emrinde bir yapıymış gibi rahatlıkla eleştirenler, şunu hiç unutmasınlar; “biz sizinle bu ilişkiyi sürdürdüğümüz” için bu pozisyondasınız. Kapıyı kapatıp “artık bizim için yoksunuz” dediğimiz anda “yataklarınızda dahi rahat uyuyamazsınız.

Türkiyeli değil Türküm

Değerli dostlar, yukarıdaki tepkinin verilmesi gerektiğini düşünüyorum ve hiç sansürsüz de kaleme aldım.

Bu noktada, özellikle Ulusalcı bir bakış açısından yaptığım yorumlar sonrası aldığım geri dönüşlerde yaşadığım “uç” örneği sizlere aktarmaya geçmek istiyorum. Bunu da özellikle yukarıdaki giriş sonrası yapmak ve kavramlara nasıl baktığımı detaylandırmak istedim.

Ulusal bilinç kavramını ekonomik anlamda sorgulamaya, Dünya Bankası, IMF ve ABD, AB çemberinde, yaşadıklarımızı açıklamaya çalıştığım günlerde, iki okurumuzdan farklı ve oldukça ilginç iki mesaj gelmişti, bende o günlerde bu mesajlara cevaben bir yazı kalem almış ve düşüncelerimi aktarmıştım. Bugün o yazıdan bazı bölümleri sizlerle yeri geldiği ve özellikle son dönemde bakış açım bana sorulduğu için paylaşmak istiyorum.

İşte o yazıdan bölümler;

“Mesajın ilki, MHP-ANAP-DSP koalisyonu sırasında, özellikle Kemal Derviş’in Türkiye’ye gönderilmesine karşı çıktığım günlerde geldi ve şöyle diyordu: ‘Yiğit Bey, artık MHP’li olduğunuzu açıklayın. Hem de çifte rozetli MHP’li’. ikinci mesaj yakın bir zamanda geldi ve daha da ilginçti: ‘Ulusalcılık, milli konular gibi kavramlara değinen siz, nereli olduğunuzu açıklayın. TV’de sizi gördüm. Acaba Selanikli misiniz?’ Selanikli kavramının altında Atatürk’e dil uzatma isteği-ihtimali olsa bile ben olaya bu kadar kötü niyetli yaklaşmadan sadece şunu anlamayı tercih ediyorum: “Kardeşim, sen belki kök olarak Türk bile değilsin, nedir senin bu ulusalcı diretmen?” Siz ne dersiniz; acaba MHP’li miyim yoksa Selanikli mi? İki mesaj arasındaki tezat ve iki ayrı düşünce.

Bu mesajları sizlerle paylaştıktan sonra “Türkiyeli olmak” kavramı bazında özellikle ikinci mesaja cevap vermek istiyorum: “Sevgili kardeşim, bir ulustan olmayı, bir millete sahip çıkmanın referansını hâlâ ırkta, kanda, bölgede ararsan, bu etnik ve ırkçı ayrımcılığı Türk olmanın şartı sayarsan; senin Hitler’den hiçbir farkın kalmaz. Bu noktada şunu da belirteyim: “Ben Türkiyeli falan değilim. Ben Türküm.”

Peki ben bu gerçeği nasıl bu kadar kesin olarak biliyorum, bin yıllık soy kütüğüm mü elimde? Türk olduğum gerçeğini bildiğim referans noktası ne ırkım, ne kanım, ne de doğduğum bölge. Bu gerçeği bildiğim referans noktam,Ulu Önder Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarken özüne kattığı maya olan; “Ne mutlu Türküm diyene” sözü. Dikkat edersen “Ne mutlu Türk olana, Türk kanıyla doğana” dememiş. Ne mutlu Türküm diyene demiş. Uzun lafın kısası; Bu ülkede yaşayan hiç kimsenin diğerinden daha fazla Türk olmaya hakkı ve yetkisi yok. Ermeni, Kürt, Çerkez, Boşnak, Musevi, Hıristiyan, Rum, Türk… Kökü ne olursa olsun, “Türküm” diyen her vatandaşımız “ulusal bilince de, Türkiye’ye de” diğerleri kadar sahip çıkma hakkına her zaman sahiptir.

Sanal kavramlar gereksiz

Bu yazıyı “Türkiyeli olmak” kavramına karşı olduğum için, bu kavramları ortaya atanların Atatürk’ün öngörüsünü anlamadıklarını haykırmak için yazdım. “Türkiyeli olmak” gibi, “İkinci Cumhuriyet” gibi sanal kavramlara ihtiyacımız yok. Aradığımız her şey Türk devrimini yaratan doktrinin içinde yüzyıllar sonrasını kapsayacak şekilde var. Bakmasını bilenler, ihtiyaçları olanları orada bulacaklar. Bu bakmasını bilenler kavramını aynı zamanda “ülkeyi karıştırmayı”, “köşe yazarlığı” yapmak ile eşit algılayanlara da buradan ithaf ediyorum.”

Değerli dostlar, yazıyı aktardıktan sonra size sentez ile veda etmek istiyorum.

Sonuç: Aşırı uçlara kaçan fikirlere her zaman karşı oldum, olmaya da devam edeceğim. Ülkemin demokratikleşmesine, dünya ile entegre olmasına, bu yolda yanlış yapanların cezalandırılmasına da sonuna kadar varım. Varım ama bu yapılırken daha doğrusu yapılıyor havası verilirken; ülkeme, kurumlara, halkıma haksızlık yapılmasını ve “gerçek lekelilerin” bize “sizler lekelisiniz” demelerini asla ve asla kabul edemem.

Yorumlar kapatıldı.