İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Farklılaşma korkusu

Nebi Yağcı

Toplumumuzda ne zaman farklı düşünceler dillendirilmeye başlansa hemen ardından bir korku psikozu yayılır. Çanlar çalınır, gelen tehlikeye karşı kale kapıları kapanır, insanlar güvenli sıcak yuvalarına sığınır, perdeler sıkı sıkıya çekilir. Üstelik de ister sağda ister solda olsun tehlike çanlarını çalanlar; demokrasiden, farklı düşüncelere hoşgörüden, çoğulculuktan en çok söz edenler olur. Yeni, farklı ve eleştirici şeyler söyleyenler sapkındırlar, haindirler, tehlikelidirler.

“Rejim tehlikede.” Yeni “milli korkumuz”un markasıdır bu. Bu tehlikeye karşı “cumhuriyeti savunanlar cephesi”nde birleşmek için birlik-bütünlük çağrıları yapılıyor. Bu çağrıyı yapanlar bir yandan da toplumumuzun tehlikeli biçimde kutuplaştığını söylüyorlar. Yani hem “Kutuplaşma tehlikesi var” diyorlar hem de öte taraftan kutuplaşmaya çağrı çıkarıyorlar. Evet, bir tehlike var ama bu, toplumumuzun kutuplaşıyor olması değil, farklı düşüncelerin yeşermesine olanak veren ve henüz emeklemekte olan demokratik düşünce ortamını kurutma tehlikesidir. Bu başarılırsa işte o zaman bunun ardı, toplumun gerçekten de düşman kamplara bölünmesi olacaktır. Bu deneyi 12 Mart askeri müdahalesi öncesi yaşanan kanlı olayların derslerinden çıkarabiliyoruz artık. Eğer sağda ve solda farklı düşüncelerin önünü keserseniz geriye iki uçta fanatik taraflar kalır. Yani griler yok olur, siyah-beyaz bir toplum çıkar orta yere.

“Cumhuriyet yanlıları ve karşıtları” biçiminde toplumu bir kutuplaşmaya itmek kadar tehlikeli bir başka politik strateji olamaz. Böyle bir politika -ki buna politika bile dememek gerekir- ülkemizin demokratik geleceği açısından tam bir sorumsuzluk örneğidir. Her şey bir yana “karşıtlar” kimlerse somut örnekleriyle ortaya koymak gerekir. Bunu yapmadan niyet okuyarak politika inşa etmeye yeltenmek ve etrafa korku psikozu yaymak olur iş değildir.

Oysa tarihimizde başımıza gelenler farklı düşüncelerden değil tersine onları ezip yok etmekten gelmiştir. Toplum ve siyaset söz konusu olduğunda farklı bakabilmek, özgürlük alanının genişliği ve bununla sebep-sonuç ilişkisi içinde olan kendine güven duygusuyla doğru orantılıdır. Bir toplum ne denli özgüvene sahipse özgürlük alanını o denli büyütebilir; özgürlük alanı ne denli büyükse o toplum o kadar gelişmiş bir özgüvene sahip olur. Tersine sürekli korku psikozu altında olan toplumlar, tıpkı tek tek kişiler gibi kendi sorunlarını kendileri çözme özgüvenine ve cesaretine sahip olamazlar. Korku, demokrasiyi daha da geliştirme yollarını aramaya değil, tersine sorunları çözecek kaba güç aramaya ve o güce teslim olmaya, tapmaya, anti-demokrasiye iter. Hele o toplum “düşünceden” korkan bir toplum ise ve hâlâ bu toplumda “düşünce suçu” diye bir suç varsa.

Bu açıdan acaba biz nasıl bir toplumuz? Farklılaşarak yalnız kalmaktan korkmayan, kişilikleri veya aynı anlamda bireysellikleri gelişmiş insanlar topluluğu muyuz? Özgüvene sahip bir toplum muyuz? Evet demek isterdik fakat diyemiyoruz. Biz hâlâ ne yazık ki korku toplumu çağını aşabilmiş değiliz, Bizi yöneten korkulardır. Yönetilebilmemiz için de korkutulmaya gereksinim vardır. İç ve dış düşman masallarıyla büyüdük. Dün komünizm tehlikesi milli korkumuz yapılmıştı, bugün ise şeriat tehlikesi milli korku yapılmak isteniyor. Dün düşünce özgürlüğüne getirilen kısıtlamalar komünizm gelir gerekçesiyle meşrulaştırılıyordu, bugün ise şeriat tehlikesi ya da bölücülükle.

Bir tehlike altında olduğumuzu varsaysak bile bu tehlike nasıl ve kim tarafından önlenebilir? Çözüm eğer demokrasi içinde olacaksa çözecek olan halktır ama halkın önce gerçekleri bilmesi gerekir, bilmesi için öğrenmesi, tartışabilmesi zorunludur. Fakat eğer öğrenmenin, bilmenin, bildiğini özgürce ifade etmenin ve tartışabilmenin yolları tıkalıysa halk kendi sorunlarını kendisi nasıl çözecektir? Çözemeyecek, hep çocuk kalacak, büyümeyecek ve hep bir bilen, bir döven arayacaktır.

Kürt sorunu gibi Ermeni sorunu gibi yakıcı sorunları özgürce konuşabiliyor muyuz? Evet diyebilmek için bölücülük veya Türklüğe hakaret gibi suçlarla yargılananlar olmamalı. Varsa eğer, -ki var- o durumda bu sorunların çözümleri için düşünceleri olan insanlar bunları açıklamaktan korkacaklardır. Yıllarca yalnızca “Kürt halkı vardır” sözünden dolayı insanlar hapis yattılar. Sorun çözüldü mü? Tersine içinden çıkılması zor bir noktaya geldi. Hepimiz biliyoruz ki 1960’lı, hatta 70’li yıllarda böyle değildi. Ne Kürt ne de Türk anaları gözyaşı döküyorlardı. Anaların gözyaşlarının gerçek sorumlularının kimler olduğu besbelli değil midir? Toplum olarak artık ufak adımlarla da olsa değişiyoruz, toplumumuz farklılaşıyor ama hâlâ…

Farklı olmaktan da farklı olandan da korkuyoruz. Farklılıklar olmayacaksa birlik ne için?

Yorumlar kapatıldı.