İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

`Su kadar basit su gibi derinim`

Ararat filminin müziklerini yaptı diye, onu nefretle dinlemeyin. Yüreğinde insan sevgisi, müziğinde sahicilik, cebinde hayalleri olan Ermeni müzisyen Arto Tunçboyacıyan İstanbul’daydı..

‘Kafaya çekiç yemişim…’

“İlkokulda Türkçe olan ders kitabımda ‘bizim’ kötü bir şey olduğumuz yazıyordu. Kafama öyle bir çekiç yiyerek başladım hayata. Şimdi Ermeni’yim diyorum, çünkü biri bana durmadan sen bu değilsin demiş. Sistem bizi kafadan bölmüş.”

‘Geri kalmış domates yok, ama insan var’

Amerika’da yaşayan, hazırladığı film müzikleri dünyanın önemli festivallerinde gösterilen, gözleriyle konuşabilen, ağzıyla dinleyebilen, kulağıyla görebilen, karşısına çıkan sandalyeyi bile enstrümanı haline getirebilen Arto Tunçboyacıyan, Ermeni olmayı anlattı.

Konser çıkışı uğradığı Ece Bar’da eline geçirdiği sandalyeyi hiç durmadan tam dört saat çalan adam…

– Baktıkça bir büyük acıyı hatırlatıyorsunuz. Ağabeyiniz Onno Tunç’un uçak kazası. Müziğiniz de hiç susmuyor, kaybolmuyor. Kim bilir, nasıl yayıldı hayatınıza bu acı?

– Onu hayatımızdan bir parça olarak yaşıyoruz artık. Geçmişi şu andan fazla yaşıyorum ben, çünkü o insanların hepsi içime girdiler benim. Ağabeyim olsun, babam, annem, teyzem de öyle… Hepsi içime girdiler yeniden, benimleler… Hayat o kadar ince ki. Herkesin vücudunda şu an ne kadar hassas şeyler çalışıyor. Eğer o hassaslığı yaşamayı bilmiyorsan zaten hayatın bir manası da kalmıyor. Ses de değişmez, kalır zaten.

– Türkiye’de Ermeni bir aile olarak var olmak farklı bir boyuttur ya, o da hassaslaştırmış mıdır acaba sizi?

– Bizim temelimizde sanat vardır. Benim babam Kapalıçarşı’da kunduracıydı. Gemiye atlamış, gelmiş İstanbul’a. Ama başka yerlere gitmek için. Aradığı tek şey onu insan olarak kabul edecek bir yer. O yüzden de hayatının manası işi olmuş. Kapalıçarşı’ya gittin mi, bin tane ayakkabının içinden bunu ‘o usta yapmış’ dedirtti hep kendine. Çünkü yaptığı işe karşı dürüsttü. Çünkü o ayakkabıyı giyen komşusuna karşı mahcup olmak istememiş. Madem burada kalmış, adamların düşüncesine saygı göstereceksin diyerek kunduracılık yapmış. Ama insana adapte olmak da bir sanattır. Git Ermenistan’a, gir gözlerin kapalı herhangi bir eve, tek şey öğrenirsin. Ne olursan ol, iyisini ol. Çöpçü bile olsan kaliteli ol. Ermenistan da farklı değil. Hep dikkatli insanlar.

‘BEN ERMENİYİM DİYORUM’

– Türk insanıyla kendinizi sürekli bir karşılaştırma içinde misinizdir?

– İnsan her yerde insan. Ben biraz psikolojik baskıyla büyüdüm, ama başka biri gelse yanıma ben ona bunu yaşatmamayı becerebilirim. Çünkü biliyorum onun acısını. Her gün okuldan çıkınca babama yardıma giderdim. Kösele, ökçe alır, ayakkabı dağıtırdım. Babam her zaman işinin en iyisi olmaya çalıştı. Biz böyle yetiştik. Öteki taraftan bir ailenin çocuğunu yetiştirmedeki felsefesi ‘Biz büyük bir milletiz, biz elimizde kılıçlarla savaşmışız, biz bütün düşmanı denize döktük, kestik, biz Türk milleti büyük bir milletiz,’dir. Bu kadar.

– Öteki taraf dediğiniz Türk milleti. Peki ama neden öteki?

– E çünkü ben altı yaşında ilkokula gidiyordum ve Türkçe olan ders kitabımda ‘bizim’ kötü bir şey olduğumuz yazıyordu. Kafama böyle bir çekiç yiyerek başladım hayata. Şimdi ‘ben Ermeni’yim’ diyorum. Çünkü bana birisi durmadan sen şu değilsin demiş. Bir problem var ve ortada. Lütfen konuşalım. Ne kadar çabuk ortaya koyarsak, o kadar kolay halledilir. Sistem kafadan bölmüş bizi, sen bizden değilsin demiş.

– İçinizde bir dünya mı büyüttünüz?

– Öyle tabii, şimdi sen 2006’da Paris’e Türk delege göndermeyecektin, o delege 1920’lerde gidecekti. O adamın kafasını bir günde nasıl değiştirebilirsin ki… Sen o adamın acısına yer vermezsen, adam o acıyı unutmaz. Yalan bile olsa inandıkları, adamın içine betonlar, çimentolar, mermerler döşenmiş bir kere. Sen şimdi bir başka çekiçle onu kırmaya uğraşıyorsun. Seninle ittifak kuracak o acıyı unutmak için, Fransız ile değil. Ama ne yaptılar bugüne kadar? İktidara bir parti geldi, bir laf etti, öteki parti geldi başka bir laf etti. Oturmuş bir ideoloji de yok. Çok sıkıştıkları zaman hemen Atatürk’ü koyuyorlar ortaya, ya da bayrağı. E şimdi sen böyle bir psikolojiyle büyüsen içinde bir dünya yaratmaz mısın?

‘KİMSEYE MESAFE KOYMAM’

– O dünya daha da derinleşmez mi..

– Biliyorsun işte, derinleştikçe insanlar bir de üstüne içki içiyorlar. Babam öyle gitti. Ölüyor insanlar sinirden, içine atmaktan. Bazıları da tam tersi fanatik oluyor. İnsanlar kendisine ait olmayan bir şeye adapte olmak için daha fanatik olur. Benim arkadaşlarım Amerika’da din değiştirdi, Müslüman oldu. Anlıyorum ki, kendisini ispat etmeye çalışıyor.

– Hangi sebepten Amerika’da yaşıyorsunuz?

– Çünkü sistem ile halk arasında bir mesafe var. Ama ben kimseye mesafe koymuyorum, çünkü benim kendimden şüphem yok. Çaresizlikten böyle şeyler oluyor. Aslında, Türkiye’yi buradakilerden daha fazla yaşıyorum. Burada insanlara bir şeyler vermem istense, gitmem bile oraya. Ama insanlar kendi kimlikleriyle yüzleştikleri zaman olacak. Anadolu’ya baktığımda bile Anadoluluyu da göremiyorum esasında. Anadolulu olmak için Anadolu’da doğmak yetmiyor çünkü. Yani bir eriğin zamanı gelmesini bekliyor musun? Sen hiç geri kalmış domates gördün mü? Geri kalmış insan oluyor maalesef.

SUNMAK VE SAVUNMAK

– Politikacılar hakkında ne düşünüyorsunuz?

– Zaten onlar en tehlikelisi. Bakıyorsun insana benziyorlar, ama insan gibi yaşamıyorlar. Hislerini yanlış şekilde geliştirmişler, geliştirmemişler bile. İnsanlığın temeli his, renk, hayal. Hayal ettiğin zaman hayatın gerçekleri başlıyor. Bir şeylerin önünü kapatmakla kimse bir şey kazanmıyor. Kazanan hiç kimse yok, kaybeden var. Kaybettikçe de işte, domatesi ocak ayında yemek istiyoruz filan. Ben şunu da anlamıyorum. Koskoca gökyüzünde iki tane uçak, yer kalmadı birbirleriyle çarpıştılar geçen gün. Yani biri bana bunun manasını izah ederse memnun olurum, insanlığa faydası nedir diye. Oturup masaya barışalım deniliyor. Barışacaksak, niye birbirimize girelim. Birbirimize girmeden evvel barışık yaşayamıyor muyuz? İnsan bencilliği işte.

– Bulduğunuz bir yol var mı?

– Benim bulduğum yol, kulağımla görebildiğim, gözümle konuştuğum, ağzımla dinlediğim yol… Baktığım zaman karakterime, hakikaten su kadar basitim, ama su kadar da derin… Suyu herkes biliyor değil mi, esasında kimse bilmiyor.

– Suyu anlamak mümkün mü?

– Suyu anlamak, hayatın başlangıcına erişebilmektir esasında. Yani ben annemin karnında suda büyüdüm. Yani o şeye gelmişim gibi. Sesten görebiliyorsun artık. Onno’nun olayında oğlumla beraber stüdyodaydık. Küçüktü ama bana ‘hayat bir rüya bir gün gerçeklere uyanacağız, hepimiz başladığımız yere döneceğiz’ gibi şeyler söylüyordu. Böyledir bizim içimiz.

– Kökleriniz mi çatırdıyor sizin?

– Her şekilde çatırdıyor köklerim. Eğer vicdanın varsa, insan olarak yaşıyorsan, her şekilde çatırdar üstelik, sesini duyarsın yani.

ŞEBNEM İYİNAM

‘Tek odada altı kişi büyüdük’

– Türkiye’de hakkınızda gerçekleşmesini istediğiniz şeyler neler?

– Ben para istemiyorum. Bana gel desinler. İnsanların arasına gireyim, onlar kendilerini görsünler, ben de tecrübelerimi masaya dökeyim. ‘O masada kendine faydalanabileceğin bir şey görebiliyor musun kardeşim, al onu’ diyeyim. Yardımcı olurum, ama yönlendirmem. Yeteneğini bul yeter. Amerika’da rahat ediyorum, çünkü Türkiye’deki gibi kendi nefesinin sıcaklığı sana geri gelmiyor. Türkiye’de olsa bu, hanımıma çocuğuma ‘toplanın gelin’ derim, gitmem bile.

NEFRET DEĞİL TECRÜBE

Irkı, dini çıkardığın zaman kafandan, geriye tecrübe kalıyor. Nefret değil, tecrübe… Benim dinim insanlık zaten. Ben tek bir odada altı insanla büyüdüm. Sıfırdı yani, ama en mutlu yıllarımızdı. Sıfırda mutlu olabiliyorsan, onun altında başka ne varsa, onda da olabilirsin. Kendimi bildim bileli böyleydik, Onno değiştirdi bizim ekonomimizi. Ondan anladık biz müzikle para kazanabilme olayını. Yoksa müzik sanat evimizin içindeydi. Ut, keman, herkes bir şey çalardı. Ermenistan’a gitsen görürsün, oradaki ideoloji temiz insan olmaktır, hemen anlarsın yani.

– Sizi huzursuz eden, üzen şey ne?

– Problem nerde biliyor musun? Kendimizi sunduğumuz şeyle savunduğumuz şeyin arasında bir anormallik var. Yabancılar Osmanlıların topraklarını kendi aralarında paylaştırıyorlar. Sonra kurtuluyorsun. Peki nasıl oluyor da Batılılardan kurtardığın sisteme birdenbire sen adapte oluyorsun? Kıyafetin değişiyor, her şey değişiyor. Sonra da gelen insanları saraylara, müzelere biz buyuz diye götürüyorsun, Osmanlının yaptıklarını gösteriyorsun. Biz bu değiliz deyip kaldırmışsın, Anadolu’ya kıro diye bakarken müzikte kariyer yapmak istediğinde birdenbire o kıro dediğinin müzikleriyle tanıtıyorsun kendini. Anormallik buralarda.

Oğluyla albüm hazırlığında

Al Di Meola gibi dünya çapında pek çok sanatçıya eşlik eden Arto Tunçboyacıyan, son olarak Armenian Navy Band isimli grubuyla müzik çalışmalarına devam ediyor. Analyze That (Anlat Bakalım), Winter Soistice on Ice, My Father Is An Engineer ve Ararat gibi film müzikleriyle dünyada tanınan Arto, Erden Kıral’ın Avcı filminin de müziklerini yapmıştı. Amerika’da sürdürdüğü müzik hayatında yeni bir sayfa da çocuğuyla açacak olan sanatçı, 19 yaşındaki rapçi oğluyla bir albüm hazırlığında.

‘Sezen’le Onno hızlı açıldılar’

– Neden burada kalmadınız? Sezen, Onno… başka bir coğrafyada akrabalarınız da yok?

– Sezen’le Onno, 14 sene Onno ile bir hayat yaşadılar. Esasında o devirlerde yanımızda olsaydın aynı röportajda seninle konuştuklarımızı konuşuyorduk. Ama onlar çok çabuk, çok hızlı şekilde açıldılar, sıçradılar. Birdenbire seviyeleri başka yerlere geldi. Sezen olsun, Onno olsun. Akşam olup evde oturduğumuz zaman bir şey olacak ve bu istediklerimi yapacağız diye heyecan duyardık. Ama mesela benim Onno’yla kavgam vardı. Ne bekliyorsun? Bir şey yapacak olan bizleriz, sensin! Ama çok çabuk açıldıkları için bir şeyleri de tutmak zorunda kaldılar. Ben ekonomik giderimi ayda 300 dolara göre ayarladım. İstesem ayda 4-5 bin dolar da kazanabilirdim. Çocuk var, hanım var. Ama onu öyle ayarladım. Yapmak istediğim şeyi yapmak için bu böyle. Sezen de kendi ekonomisini ayda misal 10 bin dolara göre ayarladı. Yaptığın iş yüzde yüz sana hitap etmiyorsa ve birdenbire kendi yapmak istediğin işe dönmek istersen, o standardı nasıl tutacaksın, çok büyük düşüş olacak. Ben Amerika’ya geldiğimde neden geldiğimi biliyordum, Türkiye’de iyi para kazanıyordum, ama müzik bana iş olarak gelmeye başlamıştı. Halbuki hobini dışarıya çıkaracaksın. Bir düşüş oldu gibi geliyor insanlara, esasında istediğime bir başlangıç yaptım. Aradaki fark bu.

– Sıfırlama ihtiyacı mı?

– Sıfırı bilmek çok acayiptir, her geldiğin yer senin sıfırın olur.

‘Kulağımın sınırı yok’

“Her şeyin sınırı senin kapasitene bağlı. Kulağımın sınırı yok, duyabildiğim kadar. Beynimin de sınırı yok, anlayabildiğim kadar. Sınırları, problemleri yaratan bizleriz. Ama eğer doğa bir problem yaratmışsa, elinde ayağında ne varsa topla ve ne kadar hızla koşabiliyorsan koş. Konuşuyorum öyle, içim temizleniyor. İçinde tuttuğun zaman temizlenmiyor. Derdin varsa söyleyeceksin. Müzik yapacaksın. Tutsam senelerce problem olur. Babam mesela ağzını açmadan, her şeyiyle gitti toprağa.”

Yorumlar kapatıldı.