İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

TÜRKİYE’DEKİ ERMENİ YAZARLARIN ÇALIŞMALARINDAN ÖRNEKLER ve ALINMASI GEREKEN ÖNLEMLER

Galip ALÇITEPE

Elinizdeki araştırmanın konusu her ne kadar Ermeni yazarlar ve onların eserleri olsa da, bu çalışmanın motor gücü mahiyetini taşıyan kamuoyu kavramının iyi bilinmesi gereklidir. 

Kamuoyu kelimesinin sözlük anlamı, bir mesele hakkında halkın genel kanısı demektir.[1] Willıam NZBIG kavramı tartışmalı bir konuda ifade edilen fikir ve kanaatler olarak nitelerken,[2] Harwood CHILDS’a göre, anlaşma ve ayniyet derecesine bakmaksızın muayyen bir mesele hakkında ihzar edilmiş olan görüşlerin toplamıdır.[3] Günlük konuşma dilinde kamuoyu denilince bütün halkın veya en azından salt çoğunluğun adeta doğuştan salip olduğu ve görülmeyen bir gücün dürtüsü ile eriştikleri, doğru yolu bilen ve gösteren ve hükûmeti her an denetlemek için bekleyen toplu bir kanaate atıf yapılmaktadır. Teknik anlamda kamuoyu, tartışmalı bir sorun hakkında görüşlerini duyuran, ifade eden şahıs veya gurupların kanaatleridir. Bunlar genel nüfusa oranla azınlık ya da çoğunluk olabilir.[4]

Kanaatlerin oluşup, şekil kazanmasında teknik vasıtaların büyük rolü vardır. İnternet, TV, radyo, film, gazete, dergi, afiş, kitap, sergi v.b. bu meydandadır. Kitle haberleşme araçları da denilen bu vasıtalar büyük kitlelere haber temin etmekte ve fertlerden uzaklarda geçen hadiseleri onları gözleri önüne getirmektedir. Bu araçlar, hadiseleri veriş ve yorumlayış şekli ile kamuoyu oluşmasında, şekil kazanmasında önemli etkide bulunmaktadır. “Fransız Kamuoyunda ABD (1815 – 1852)” konulu çalışma yapan Renée REMOND’un dediği gibi yayın yapılan her yerde kamuoyu vardır.[5]

Bu önemli gerçeğin farkına varan Ermeniler özellikle 1965 yılından itibaren[6] haklılıklarını (?) ispat etmek için harekete geçtiler. Hakikatte hayalî iddia ve senaryolardan öte bir değer taşımayan “ERMENİ SOYKIRIMI” tabiri artık uluslararası gündeme oturdu. Bunun için terör dâhil olmak üzere her türlü yol denendi. Kabul etmemiz gerekir ki, Türkiye adı geçen süreç zarfında konu ile ilgili yeterince faaliyette bulunmadı. Hatta aynı aymazlığın sürdüğünü söylemek hata olmasa gerektir. Örneğin çağımızın en önemli kitle iletişim aracı internette bilimsel ciddiyetle hazırlanmış tek bir site dahi yoktur. Var olanlarsa günü kurtarmak amacından başka bir gaye gütmemektedir. 

Dünya kamuoyunda yeterince ilgi gördüğü kanısına varan Ermeniler, kendilerine yeni hareket alanı olarak Türkiye’yi seçtiler. Hedefteki kitle; okuyan, gündemi takip eden, ancak yeterli düzeyde tarih bilinci bulunmayan Türk entellektüelinden oluşmaktadır.

Bu gaye ile Türkiye’de yayınevi de kuran Ermeniler, sözde Ermeni trajedisini (?) konu alan kitaplar yayınlamaktadırlar.

Yayınlanan eserler düpedüz hatıra olduğu hâlde, her nedense “hikaye, ya da “roman” olarak adlandırılmaktadır. Mıgırdıc MARGOSYAN, “Gâvur Mahallesi”adlı öykü kitabının girişinde “yazılarımda bizim oraları anlattım, gördüğüm ve yaşadığım gibi. Tipleri ve adlarını hemen hemen aynen verdim, değiştirmeden oldukları gibi. Onlardan, o bacolardan, o dayılardan, o amcalardan çoğu öte tarafa göçmüşlerdi. Adları, hatıraları biraz da bu satırlarda, bu kitapta yaşasın”[7] diyerek bizim teşhisimizi doğrulamaktadır.

Bu eserlerden bazılarının künyeleri şöylece sıralanabilir:

  1. Zaven BİBERYAN, Babam Aşkale’ye Gitmedi, Aras Yayınevi, İstanbul, 2000, (Üçüncü Basım), 416 s.
  2. Kirkor CEYHAN, Atını Nalladı Felek, Düştü Peşimize, Aras Yayınevi, İstanbul, 1999, 152 s.
  3. Kirkor CEYHAN, Seferberlik Türküleriyle Büyüdüm, Aras Yayınevi, İstanbul, 1996, 113 s.
  4. Jaklin ÇELİK, kum Saatinde Kumkapı, Aras Yayınevi, İstanbul, 2000, 112 s.
  5. Yeruant GOBELYAN, Memleketini Özleyen Yengeç, Aras Yayınevi, İstanbul, 1998, 112 s.
  6. HAMASDEĞ, Güvercinim Harput’ta Kaldı, Aras Yayınevi, İstanbul, 1998, (İkinci Basım), 139 s.
  7. Mıgırdıc MARGOSYAN, Biletimiz İstanbul’a kesildi, Aras Yayınevi, İstanbul, 1998, (Üçüncü Basım), 111 s.
  8. Mıgırdıc MARGOSYAN, Gâvur Mahallesi, Aras Yayınevi, İstanbul, 1998 (Altıncı Basım), 103 s. 
  9. Mıgırdıc MARGOSYAN, Söyle Margos, Nerelisen ?, Aras Yayınevi, İstanbul, 1997, (Dördüncü Basım), 111 s.
  10. Hagop MINTZURİ, Armıdan, Fırat’ın Öte Yanı, Aras Yayınevi, İstanbul, 1998 (İkinci Basım), 139 s.
  11. Hagop MINTZURİ, Atina Tuzun Var mı?, Aras Yayınevi, İstanbul, 2000, 160 s.
  12. Kirkor ZOHRAB, Öyküler, Aras Yayınevi, İstanbul, 2001, 200 s.

Adı geçen kitapların ilk sayfalarında yazarının biyografisi verilmektedir. Burada da Ermeni trajedisi üzerine hassasiyetle durulmaktadır. Örneğin Hagop MINTZURİ tanıtılırken “Sene 1914: Bademcik ameliyatı olmak için İstanbul’a geldi. Üsküdar’da fırıncılık yaparken savaş nedeniyle ekmekçi askeri olarak askere alındı. Köyden tehcir edilen dedesi, annesi, karısı ve dört çocuğundan bir daha haber alamadı”[8] denilmektedir.

“Öyküler” adlı kitabın yazarı Kirkor ZOHRAB, aynı zamanda Osmanlı Meclis-i Mebusanında mebustu. Adı geçen kitapta ZOHRAB’ın ölümü şöyle anlatılmaktadır: “İttihad ve Terakki Hükûmetinin tehcir politikası çerçevesinde Erzurum mebusu Varteks SEZENGÜLYAN’la birlikte tutuklanıp Konya’ya, ardından Adana ve Halep’e gönderildi. Halep’ten Diyarbakır Harb Divanı’na sevk edilirken yolda çetebaşı Çerkes Ahmet ve Nazam tarafından öldürülmüştür”[9] Bu öylesine acı bir ölüm şeklidir ki Çerkes Ahmed ayağının altına aldığı Zohrab’ın kafasını “geberene kadar, taşla ezmiştir.”[10]

Öte yandan adı geçen  yazarlar sürekli Türk Hükûmetleriyle bir şekilde sırf Ermeni olduğu gerekçesi ile karşı karşıya gelmektedir. Örneğin Kirkor CEYHAN’ın babası öğretmenlikten alınıp sıvacılık yapmıştır.[11]

Zaven BİBERYAN ise 1940’lı yıllarda Ermenice Jamanak Gazetesi’nde çıkan “Krisdonevtyan Vahcanı (Hristiyanlığın Sonu)” adlı yazı dizisi yüzünden takibe uğramıştır.[12]

Son derece akıcı dille kaleme alınan eserlerde tehcir acıları (?) ustalıkla anlatılmaktadır: 

Kirkor CEYHAN, “Seferberlik Türküleriyle Büyüdüm” adıl kitabında o günleri şöyle ifade eder: 

“Babam evliliğinin ilk yıllarında tehcir felaketine yakalanmış, sekiz kişi yalınayak yola koyulmuş, ailenin beş ferdini, Besni, Adıyaman ve Antep’de kaybetmiş, kara toprağa gömmüş. O günleri hatırladıkça; buna can pazarı derler, can pazarı; diyelim kolluk kuvvetlerinden kurtuldun, bu defa köpekler saldırır adama ! aklın, havsalan almaz, derdi”[13]

Yazarlara göre devir öylesine kötüdür ki, Ağavni gibi İngilizce, Fransızca bilen kültürlü Ermeni kadınları çektikleri acılara dayanamayıp akli dengesini yitirir. O yüzden “her Ermeni’nin evi bu zavallı kadına açıktır. Çünkü o zulme uğramış bir mazlumdur.”[14]

Margosyan, bir başka eserinde büyükannesini şu sözlerle tanıtır:

“Nenem babamın anası, şu anda halamın dua ettiği bu kadın mıydı ? Köyü Heredan’dan sürgünü çıkan ? Yollarda sefalet, açlık içinde, Urfa’dan Fransız şarapnel parçalarına kurban verdiği evladının acılarına dayanamayıp, bir müddet akıl hastanesinde yatan ?

Diyarbakır’da kendi gibi yalavuz başına kalan Ermeni kadınlar gibi ekmeğini inşaatlarda amelelik yaparak kazanan kadın”[15]

Yaşanılan dram o derece derin ve büyüktür ki, aileye katılan yeni fertlere tehcir acısını unutturmayacak isimler verilir. MARGOSYAN’ın yazdıklarından anladığımız kadarıyla kendi adı da böyle bir izi taşır:

“Doğmuşum, çocuğun adı ne olacak ? Tabii ki, babam kendi babasının adını koyacak. Zaten başka bir şeyi nasıl düşünebilir ki? Birinci Harb-i Umumi’de o yıllarda henüz üç-dört yaşında iken, yüzünü hayal-meyal bile hatırlayamadığı babasını, nereden, hangi sürgün kafilesinde kaybettiğini dahi bilmeden, hep bir baba özlemi içinde yaşamışken yeni doğmuş ilk erkek evladına başka bir isim koyabiliri mi?[16]

Memleketlerini terke zorlanan Ermeniler doğup-büyüdükleri yerleri hiç unutmadılar. Bu öylesine büyük bir özlemdir ki, mezar taşlarına dahi nakşedilmiştir. Mıgırdıç sonra yaşadığı duyguları şöyle ifade eder: “Heredan … Heredan… Baba ocağı, ana kucağı. Tüm bri kuşak, çoluk çocuk, senden koptu, berdan. Ama hiç unutmadı, babam Hüçün oldun, nakış oldun mezarlarda 

O taşlardan o mermer haçlardan bir yenisini de, daha dün dikdik, babamın Şişli’deki mezarının başına. Mermerden bu haçın üzerine Ermenice harflerle onu sonsuca dek mutlu edeceğine inandığımız adını yazdık. Heredanlı Surkis Margos.”[17]

Konu ile ilgili eserler tetkik edildiğinde tehcirin beraberinde fakirliği de, getirdiğini görüyoruz. Örneğin cins arap atları, çift çift camızları, dört yüzden fazla sağmal konunu olan Magar Ağa, göçden sonra “yavan ekmeğe” muhtaç olmuştur.[18]

Ermeni yazarların ittifakla üzerinde durduğu bir konu da, uygulanan dinî baskılardır.

Zara’daki büyük kiliseyi kapatan hükûmet, bununla da yetinmeyip, büyüklüğü ile meşhur çanını bir okulun direğine asmıştır.[19] Bu eylemi yapan Belediye Reisi Hacı Efendi, Ermeni toplumunun ahını almış, felç geçirmiş, elinde bastonu ayağını sürüye sürüye ölmüştür.[20]

Uygulanan baskı öylesine büyüktür ki ne Ermenilerin “aleluya”ları, ne keldanilerin’in “keddişesi” ne de Süryaninlerin duaları, hiçbirinin sesi “Allah u Ekber”kadar etkili değildir.[21] Çünkü devir artık Enver’in, Talat’ın, Bahaddin Şakir’in devridir. Adı üstüne tilkilerin bakır sıçtığı devir![22]

Kirkor CEYHAN, “Atını Nalladı Felek, Düştü Peşimize” adlı kitabında iddialarının dozunu arttırarak Zara’daki bir subayın yediden yetmişe çok sayıdaki Ermeni’yi zorla sünnet ettirdiğini yazmaktadır.[23]

Bu arada dikkat çekici bir husus da, Türkiye Cumhuriyeti’nin de direkt ya da endirekt suçlanmasıdır. 

Kirkor CEYHAN o dönemi, şöyle anlatır:

“Hayatımızda yeni umutlu bir dönem başlamıştı. Çünkü İstanbul’da kurulan Kürt Mustafa Paşa Divanı, Ermeni kıyımına sebep olanları aramakta. Boğazlayan Kaymakamı ile Urfa valisi ilk güme gidenlerden.

Pek tabii kongreler devri ve millî mücadelenin tekmil askerî tekâliflerini harfiyyen yerine getirerekten. Kimimiz yeniden asker olduk, kimimiz bedel ödedik”[24]

Zaven BİBERYAN ise 1940’lı yıllarda Türkiye’de uygulanan Varlık Vergisi faciasını şöyle ifade eder: “Topalyan adında, kereste işiyle uğraşan ve gerçekten küçük bir tüccar olan bir arkadaşım vardı. Kendisine dört yüz bin lira vergi koymuşlar. Oda Defterdar Faik ÖKTE’ye gidip, Koca Konya bile bu parayı ödeyemezken ben nasıl becerebilirim demiş. Neticede Erzurum’a gönderilmiştir.

O yüzden pek çok ana vatanını terk etti ve bize de; aptallar! Bize onca yaptıklarına rağmen hâlâ kalıyorsunuz” dediler.[25]

Sonuç ve Öneri:

Her biri subjektif ve şoven ifadelerle dolu bu kitaplar, ülkemizde rahatlıkla basılıp satılmakta ve alıcı bulabilmektedir. Çalışmamızın giriş kısmında da, belirttiğimiz gibi tarih bilinci yeterince gelişmemiş ve ülke sorunlarına bağlılığı duygusallıktan öte değer taşımayan Türk entellektüeli ciddi anlamda kültürel bombardımana tutulmaktadır. Ne hazindir ki çok sayıda aydınımız, Ermenilerin de haklı olabileceği düşüncesine kapılmaktadır. O hâlde;

  1. Ermeni mezalimini konu alan müzeler açılmalı, özel müteşebbisler teşvik edilmelidir.
  2. “Ararat”a alternatif filmler çevrilmeli, gerekirse Hollywood Film Piyasası ile temasa geçilmelidir. 
  3. İnternette İngilizce, Fransızca, Almanca, Arapça, Çince, Japonca vb. dillerde siteler açılmalı, buralarda iddialara cevap vermek yerine taarruza geçilmelidir.
  4. Basının konuya duyarlı hâle gelmesine çalışılmalıdır.
  5. Sayısal olarak yetersizliğine inandığımız doktora tezlerine hassasiyet gösterilmeli, derhal yayınlanmalıdır.

Unutulmamalıdır ki bu sorun, Türkiye’nin onur sorunudur.

[1] Okyanus Ansiklopedik Sözlük, İstanbul, 1972, C. III, s. 1357.

[2] Seha MERAY, “Halk Efkârı ve Yoklaması”, SBF DERGİSİ, 1954, C.IX, S.3, s.7.

[3] Nermin ABADAN, Halk Efkârı, Mefhumu ve Tesir Sahaları, Ankara, 1956, s. 28.

[4] Yahya AKYÜZ, Türk Kurtuluş Savaşı ve Fransız Kamuoyu (1919-1922), Ankara, 1975, s. 6.

[5] Galip ALÇITEPE, Kıbrıs Türk Kamuoyu ve Türkiye-Kıbrıs İlişkileri (1919-1960), Basılmamış Doktora Tezi, Konya, 1993, s. 6

[6] Abdi İPEKÇİ, “Çirkin mi Çirkin”, Milliyet, 31 Ocak 1973.

[7] Mıgırdıc MARGOSYAN, Gâvur Mahallesi, İstanbul, 1998 , s. 6

[8] Hagop MINTZURI, Atina Tuzun Var mı?, İstanbul, 2000, s. 7.

[9] Kirkor ZOHRAB, Öyküler, İstanbul, 2000, s. 9.

[10] a.g.e., s. 186.,

[11] Kirkor CEYHAN, Atını Nalladı Felek, Düştü Peşimize, İstanbul, 1999, s. 6.

[12] Zaven BİBERYAN, Babam Aşkaleye Gitmedi, İstanbul, 3000, s. 7.

[13] Kirkor CEYHAN, Seferberlik Türküleriyle Büyüdüm, İstanbul, 1996, s. 68-70. 

[14] Mıgırdıc MARGOSYAN, a.g.e., s.28.

[15] Mıgırdıc MARGOSYAN, Biletimiz İstanbul’a kesildi, İstanbul, 1998, s. 53.

[16] Mıgırdac MARGOSYAN, Söyle Margos Nerelisen, İstanbul, 1997, s. 24.

[17] a.g.e., s. 106.

[18] Kirkor CEYHAN, Seferberlik Türküleriyle Büyüdüm, s. 23.

[19] a.g.e., s. 29.

[20] a.g.e., s. 87.

[21] Mıgırdıc MARGOSYAN, Söyle Margos Nerelisen ?, s. 57.

[22] Kirkor CEYHAN, Seferberlik Türküleriyle Büyüdüm, s.71

[23] Kirkor CEYHAN, Atını Nalladı Felek Düştü Peşimize, s. 25-32b.

[24] a.g.e., s. 36-37

[25] Zaven BİBERYAN, a.g.e., s. 1.


https://www.turkyurdu.com.tr/yazar-yazi.php?id=4108

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın