İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Sokaklardaki sürpriz

Bir şehir ancak yürüyerek anlaşılır. Bir halkı siyasetçilerinden ziyade sokakları anlatır. Her ayrıntı bir ipucudur. Erivan sokaklarında bu çok daha iyi görülüyor. Bir taksi şoförü binaların ve heykellerin tarihlerini anlatabilir. Taksici mastırlı biri olursa, avuç açan dilenci istediğini İngilizce ya da Fransızca söylerse şaşırmayın

En uzak komşu Ermenistan – 6

Ece Temelkuran

Fotoğraflar: Yurttaş Tümer

Eğer bir gün giderseniz Ermenistan’a, ilk günlerde “Belki bir kıyafet yönetmeliği filan var” diyeceksiniz. Çünkü bütün adamların siyah deri ceket giydiğini göreceksiniz. Bu, kimilerine göre Sovyet döneminden kalma bir gelenek, kimilerine göre de geçiş döneminin belirsizliğinde herkesin birbirini korkutmaya çalışmasından kaynaklanıyor erkeklerin siyah giymesi.

Sonra öğreneceksiniz ki, tıpkı Türkiye’deki “erkek adam” anlayışı gibi, orada da bir maçoluk var bu maçoluğun kaldıramadığı tek şey mavi! Mavi, Ermenistan’da homoseksüelliğin göstergesi.

Hani sert görüneyim diye bıyığınız varsa dikkat. Çünkü bu da sizin İranlı zannedilmenize neden olacak.

Dinin ve kiliselerin sırrı

Kadınların hayli cüretkâr, daracık pantolonlarına da şaşırabilirsiniz. Ama “moda” kavramının kısmen yeni bir şey olduğu düşünülürse Ermeni kadınlarının henüz deneme aşamasında olduğunu anlayabilirsiniz.

Fakat bu deneme son zamanlarda kiliseyi kızdırmış durumda. Hatta Ermeni kadınlar minicik eteklerle geldikleri için kiliselerde uyarı almaya başlamışlar. Dinin ulusal kimlikteki yeri, Sovyet döneminde bütün kiliseler yıkılırken, Ermeni kilisesinin ayakta kalmasından anlaşılabilir.

Ermenistan’da göreceğiniz tarihi kiliselerin hep binalar arasına sıkışmış olmasını da böyle anlamlandırabilirsiniz. Ermeniler kimlikleriyle birlikte dinlerini koruyabilmek için Sovyet döneminde tarihi kiliselerin etrafına kamuflaj amaçlı yüksek binalar yapmışlar.

Kilise yoğunluğuna rağmen İranlıların 1765’te yaptığı Mavi Cami hala duruyor. Bugünlerde restorasyonu yapılan caminin sakin bahçesi ise Ermenistan’ın Nâzım Hikmet’i sayılan Yerişe Çaretz’in anılarıyla dolu.

Çünkü Çaretz, söylenenlere bakılırsa şiirlerini, firuze renkli kubbeli camiinin güvercinlerle dolu bahçesinde, bir ağacın altına oturup yazıyordu.

Mastırlı taksiciler

Ermenistan’da bütün bu tarihi bilgileri edinmek için çoğu kez çok müstesna bir rehbere ihtiyacınız yok. Size herhangi bir taksi şoförü de anlatabilir binaların ve heykellerin tarihlerini. Şaşırmayınız, taksi şoförleri mastır dereceli olabilir, dilenciler Fransızca, İngilizce dilenebilir.

Her iki evden birinde piyano olduğu söylenir. Fakat dikkat! Taksiciyle konuşurken bir kural ihlali olursa trafik polisleri gelebilir. Korkmanıza gerek yok, onlara Erivan’da “1000 dram” denir. Hepsinin günahına girmeyelim ama trafik polislerinin rüşvet aldığı söylenir.

Yola devam ettiğinize göre şoför size tıp fakültesinin doktorlarıyla olduğu kadar komedyenleriyle ünlü olduğunu söyleyebilir.

Vaktiniz yetmeyecektir muhakkak müzelere, yolda Ararat konyağı içilebilir. Dünyanın en ucuz ama en güzel konyağı olması muhtemeldir. 50 gramı yaklaşık 4 YTL’ye satılır. Fakat garsonların, tıpkı sizin gibi masalarda oturmasına, biraz geç gelmelerine şaşırmayın ve sinirlenmeyin. Çünkü bu halk kapitalizmin hızına daha yeni yeni alışmaktadır.

Bizi konuşturmuyorlar Ahbercan!*

Öğrenmenin hayretiyle yazılanlar yanında, sayıları az da olsa, gelen öfkeli mektuplar şöyle diyor birkaç gündür:

“Tam da bu zamanda, Fransa’da sözde soykırıma ilişkin, bizim aleyhimize bir yasa tasarısı görüşülürken siz nasıl Ermenistan halkını sempatik gösteren bir yazı dizisi hazırlarsınız? Tam da bu zamanda…”

Evet, tam da bu zamanda. Çünkü, üzerine kavgalar ettiğimiz tarihi bir mesele, Avrupa masalarında pazarlık konusu, kanlı bir koz olarak olarak kullanılırken, bahsi geçen insanların yaşadığı ülkenin nasıl bir yer olduğunu, nasıl yaşadıklarını, bizlerin söz ettiği insanların kimler olduğunu görmeliydi herkes.

Yazı dizisini okuyan herkesin itiraf ettiği üzere, “gözümüzün önüne tek bir görüntüsü bile gelmeyen” bu ülke ve insanları hakkında fikir sahibi olmadan önce bilgi sahibi olmak gerekiyordu.

Şimdiye kadar sınır boylarında görüp de hiç bakmadığımız ışıkların içinde yaşayan insanları göstermekti niyet. Bundan sonra bakıp da görmemek demek… Neyse, kısmet!

Tıkalı damarlar açılmalı

Topik (İstanbul’da hâlâ yenen bir Ermeni mezesi) ile soykırım meselesi arasına sıkıştırdığımız ortak kaderimiz için yeni bir damar açmak gerekiyordu çünkü. Bu iki tıkalı damar arasında yeni bir damar açmak, konuşabilmek için üçüncü bir dil yaratmak için yeni sözcükler, yeni bilgiler eklememiz gerekiyordu dilimize.

Gelen öfkeli mektuplarda ihtimal verilmeyen o ihtimalde ısrar etmek lazımdı: Belki Ermenistan’dan da bir gazeteci gelir, Türkiye üzerine buna benzer yazılar yazar ve Ağrı’nın öte yakasından bu çabaya katkıda bulunabilir ihtimaline inanmak gerekiyordu.

Buna inanmamak, insanlığın daha iyi bir hayat yaratabileceğine inanmamak demekti.

Buna akılcı bir biçimde inanabilmek için de Ermenistan’ı anlamak gerekiyordu.

Bir halkı anlamanın bir sınırı var mıdır? Var ise eğer, Ermenileri anlamanın sınırı, onların Ararat, bizim Ağrı dediğimiz dağın eteklerindedir. Yazı dizisi başladığı günden beri bir sorunun cevabı netleşmedi:

Ağrı’ya bakmak bir ibadet

Ermeniler neden kendilerini, kendilerine ait olmayan bir dağa ait hissediyordu?

İncil’de adı geçiyordu Ararat’ın, Nuh efsanesinin başladığı yerdi, insanlığın yeniden türediği noktaydı, Ağrı oradan bambaşka görünüyordu… Bunların hiçbiri gerçekten açıklamıyor değil mi? Uzaklardaki diaspora evlerinin duvarlarındaki Ağrı resmini, ne zaman “Ararat” dense Ermenistan’da yaptığım konuşmalarda seslerin yükselişini… Açıklamıyor.

Bunu anlamak için, dört bin yıllık tarihi boyunca fetih yollarının kavşağında durmuş bir halkın toprağa, hayata, zamana tutunma direncini anlamak gerekiyor. “Dağ orada durdukça biz buradayız” diyor belki Ermeniler. Hayatta kalışa dair bir ibadet Ararat’a bakmak onlar için. Ama bu bilgi onların omurgasına nakşedildiği için bu cümleyi kurmaya gerek duymadan, daha baştan biliyor hepsi: Onlar kendilerini Ararat’a ait hissediyorlar.

Biz de şimdi biliyoruz artık: Bir halkın kalbi bizim elimizde. Peki biz o kalbi avucumuzda sıkıştıracak kadar merhametsiz miyiz?

Konuşmaya gönül indirmeyecek kadar mı mağrur? Bu yazı dizisi işte bu soruyu herkesin kendisine sorması için yazıldı.

Hayaletlerin sesleri

Kimse konuşmadığı için sadece hayaletlerin sesleri var şimdi. Öfkeli, yaralı hayaletlerin sesleri duyuluyor sadece. Ama biz konuşursak, ölüm ve öfke susacak, hayat ve hakikat konuşacak. Ermenistan’da kavgalar, ekseri, “Ahbercan!” diyerek, birbirine sarılmakla bitiyor. Sınırlar açılsa ve konuşma başlasa, biz “Ahbercan!” demeyi öğrenirsek, hayaletlerin kavgası bitecek. Eğer biz konuşursak Anadolu’nun efkârını hiç bilmeden iki halk adına ve iki halktan daha çok konuşan uzaklardaki adamlar, yasa tasarıları, susacak.

*Kardeşim!

Ermenistan’daki Anadolu

Biraz dışarı çıkıp nehrin ötesindeki mahalleye bakın. Sorun birine oranın neresi olduğunu, söyleyecektir:

Yeni Malatya!

Sonra devam edecektir: Yeni Sivas, Yeni İzmir…

Sovyet döneminde yıllarca hapis yatmış, sinema yapması yasaklanınca geri kalan bütün sanatları yapmış Parajanov’ın müzesine gidin. Ermenilerin esprili, zengin bilinçaltını görmek için Parajanov’un yaptıklarına bakın. Ama sakın şaşırmayın geçtiğiniz yerlerin elektriklerini söndürürse bir ihtiyar. Çünkü bu memleket, yoksulluğunu kültürel zenginliğiyle saklar. Ama o kadar da saklı değildir.

Bir Ermeni şakası

Ermenilerin kendileri üzerine yaptığı şaka şöyledir:

Kalabalıkta bir Ermeniyi nasıl ayırt edersin?

Bekle. O gelip söyler zaten!

Birbirimiz ve kendimizle ilgili şakalara gülebilmek için işte, biraz anlamak gerekli.

Kilise ‘mini’ye kızdı

Dar pantolon, mini etek, Ermeni kadınlarının gözdesi. Burada moda kavramı yeni ve Ermeni kadınlar modayı deneme aşamasında. Ancak bu deneme kiliseyi kızdırmış ve mini etekle kiliseye gelenler uyarılmaya başlanmış. Çünkü Ermenistan’da dinin ulusal kimlikte çok önemli yeri var.

BİTTİ

Yorumlar kapatıldı.