İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

İttihat Terakki geleneği: Suikast!

Tarih, iktidar talebine dayalı kışkırtma, suikast ve provokasyonlarla dolu. Bizde bunu metot haline dönüştürüp gelenek oluşturan ise İttihat Terakki. 2. Meşrutiyet’in gerisinde yatan da bu

AVNİ ÖZGÜREL

Türkiye geçtiğimiz hafta Danıştay binasını basıp yargıçlara kurşun yağdıran bir eylemcinin sebep olduğu olayla sarsıldı. Hadisenin mahiyeti soruşturma safhasında olmakla birlikte, görünen o ki bu suikastla maksat hasıl oldu; bütün Türkiye ve en başta siyasi iktidar sıkıntıya girdi. Tepkiler doruk noktasına vardı. Türkiye’nin yakın tarihinde pek çok siyasi cinayet, suikast, suikast girişimi var. Bunların ortak özelliğine bakıldığında hepsinin geri planında ‘iktidar talebi’nin ya da siyaseti kontrol arzusunun bulunduğunu görmemeye imkân yok. Ve her defasında maksadın hasıl olduğunu…

Tablo bugün böyle. Geçmişte de fazla farklı değildi. Osmanlı tarihi bir yönüyle güç/ iktidar talebine gerekçe oluşturmak için tertiplenmiş bir dizi provokasyon tarihi sayılabilir. Ancak, çoğu zaman sadaret mührünün el değiştirmesini veya bir adım ileri giderek saltanat makamında değişiklik isteğini içeren bu olaylar İttihat Terakki’ye gelene kadar arka planda bir örgütün varlığına dayanmayan, münferit hadiselerdi. Örneğin Sokollu’nun öldürülmesi için ayarlanan serserinin hançer tutan elinin arkasında muhtemelen bizzat padişah vardı. Ama olay sonrası ortada ne o organizasyon kaldı ne suikastçı. Alemdar Mustafa Paşa hadisesinde, Çırağan baskınında da tablo böyleydi. Ama İttihat Terakki Cemiyeti kuruluşundan itibaren bütün stratejisini siyasi cinayet, kışkırtma, nümayiş ve propaganda üzerine kurdu. Ve on yıllık iktidar dönemini bu anlayışla tamamladı.

Makedonya’dan İstanbul’a

İstibdada itirazla sarayı ve iktidarı kuşatan kadro asker-sivil tetikçiler, kışkırtıcı hatipler, tetikçi gazeteciler marifetiyle yönetimi ele geçirdi ve iktidarını Abdülhamid dönemini aratmayan baskı, sansür, siyasi yasaklarla sürdürdü. Her yeni hamleye hazırlanışında ‘gerekçe’ oluşturmak amacıyla suikast planlamaktan geri kalmadı. İttihatçıların ihtilalci gayrimüslimlerle anlaşıp çeteciliğe hız vermesi üzerine 2. Abdülhamid’in Makedonya’ya gönderdiği Şemsi Paşa’yı hedef alan suikast cemiyetin ilk cinayetidir. Paşa, İstanbul’a rapor yolladığı Manastır Postanesi önünde Bigalı Atıf adlı tetikçi teğmen tarafından öldürüldü. Yerine gelen Osman Paşa’yı da Eyüp Sabri ve Resneli Niyazi konağını basıp rehin aldı. 2. Meşrutiyeti ilan etmekten başka çare bulamayan Abdülhamid, Meclis’i açmakla olayların yatışmayacağını biliyordu. Nitekim Ağustos 1908’de Said Paşa başkanlığında kurulan yeni kabine İttihat Terakki’nin baskılarına dayanamayıp bir hafta sonra istifa etti. Said Paşa’nın tekrar kurduğu kabine ise o kadar bile dayanamadı.

İttihat Terakki parti değildi, iktidar değildi ama siyaseti kontrol ediyordu. Abdülhamid onların isteğiyle hükümeti kurma görevini Kamil Paşa’ya verdi; ‘cemiyet’in hedefiyse Abdülhamid’di. Baskıyı artırmak için gayrimüslim grupları kışkırttılar. Bulgaristan bağımsızlığını ilan etti; ertesi gün Avusturya Bosna- Hersek’i ilhak ettiğini açıkladı; sonraki gün Girit, Yunanistan’a katıldığını açıkladı.

İttihatçıların sözünden çıkmayan Kamil Paşa da cemiyete yaranamadı. 18 Ekim 1908’de başlayan üç haftalık İttihat Terakki kongresi sonrasında cemiyet, ‘parti’ye dönüştüğünü açıkladı ve bir ay sonra yapılan seçimi kazanarak iktidar oldu; ilk iş olarak da hükümete görevden el çektirildi. Hüseyin Hilmi Paşa’yı sadrazam yapan örgüt, başkenti şiddete boğmayı sürdürdü.

31 Mart vakası

Muhalif gazetecilerdi bu kez İttihatçıların hedefi. Cemiyetim şantajla para topladığına dair belgeler yayımlayan Serbesti Gazetesi yazarı Hasan Fehmi’yi vurdular önce. Bu sırada fitili ateşlenen 31 Mart hadisesini fırsat bilen örgüt Hareket Ordusu adıyla İstanbul’a girip idareyi ele aldı. Yıldız yağmasıyla başlayan süreç, Abdülhamid’in tahttan indirilmesiyle noktalandı. Örfi idare mahkemelerinin ayaküstü idamlarını yaşadı İstanbul. Hüseyin Hilmi Paşa istifa ettirildi, muhalif gazeteciler sürüldü. Tevfik Paşa ve ardından bir kere daha Hüseyin Hilmi Paşa sadarete getirildi ama tatmin olmamıştı İttihatçılar. Tetikçilerini devreye soktular. Muhalif gazetecilerden Ahmet Samim hedef oldu kurşunlarına. 1912’de ‘sopalı seçim’ diye anılan tabloyu yaşadı Türkiye.

Baskı ve zor kullanarak arzuladıkları yapıda bir Meclis çıkardı İttihatçılar. Önce destekledikleri ama daha sonra kendilerine muhalif olan Gazi Ahmed Muhtar Paşa ve peşinden Kamil Paşa’da umduklarını bulamayan cemiyet son hamlelerini yine suikastla gerçekleştirdi. Sadarete getirdikleri Mahmud Şevket Paşa’ya pusu kurdular.

Ve nihayet ondan sonra Said Paşa’nın sadaretiyle tam iktidarını sağladı örgüt.

Bu kadronun 1. Dünya Savaşı’yla devleti yıkıma götürdüğünü, sonra da sahneden çekildiğini biliyoruz. Ancak İttihatçılık hiçbir zaman yok olmadı. Bir ekol olarak devam etti geldi. İzmir suikastının arkasında, 27 Mayıs İhtilali’nde, bugün yıldönümünde hatırladığımız 21 Mayıs ayaklanma girişiminde ve 1970’lere girilirken yaşanan 12 Mart hadisesinde boy gösterdi bu zihniyet.

——————————————————————————–

Çerçeve

İki yıldönümü, iki portre

17 Mayıs 1919 Mustafa Kemal’in 9. Ordu Müfettişliği göreviyle İstanbul’dan Samsun’a hareket ettiği gün. Cumhuriyet’in kurucusunun Anadolu’daki gözlemleri ile ve aldığı destek sözleriyle değil, daha başkentten ayrılırken milli mücadeleyi örgütlemek kararında olduğuna şüphe yok.

Esasen ardı ardına gelen savaşların olanca acısını yaşamış ve yılgınlık içinde olan, üstelik orduya güveni sarsılmış topluma bakarak direniş örgütleme kararı verdiğini düşünmeye imkân da yok. Nitekim Mustafa Kemal’in İstanbul’da yaptığı görüşmeler sırasında onu mücadele konusunda yüreklendiren ve destek vaadinde bulunan insan sayısı son derece azdır. 1919 şartlarını değerlendiren kişilerin çoğunun Mustafa Kemal’e ‘köşeye çekilmeyi’ önerdiğini biliyoruz.

Dolayısıyla Milli Mücadele’ye inanan insan sayısının parmakla sayılacak kadar az olduğunu söylemekte beis yok. Bugünün aklıyla bakıp Mustafa Kemal hareketine eleştirel gözle bakanların herhalde 1919 tablosunu doğru okumaya ihtiyaçları var. 17 Mayıs aynı zamanda som Osmanlı padişahı 6. Mehmed Vahdeddin’in vefatının yıldönümü. Vahideddin elbette Osmanlı hanedanının pırıltılı simalarından biri değil. Ama Cumhuriyet’in kökleşmesini teminen başta Mustafa Kemal’in Büyük Nutuk’u olmak üzere resmi söylem ve belgelerde hakkında kullanılan ağır ifadeleri hak eden bir kişi de değil. Bugün kabullenilmeyen ama herhalde Cumhuriyet’in 100. senesine kadar aşılacağını umduğum zaman diliminde Vahdeddin’in saltanat döneminde yaşananlar daha bir aydınlığa çıkacaktır.

Mustafa Kemal Atatürk’ün büyüklüğünün kanıtlanmaya muhtaç olmadığının, Vahdeddin’i küçülterek Cumhuriyet’e güç katılamayacağının anlaşılacağı bir dönemin geleceğini ümit ediyorum.

Yorumlar kapatıldı.