İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Bizim ruhumuz var küçük hanım!

Ermenistan’ın en yaşlı kadın şairi Gabudikyan, yaşanan sıkıntıları sıralayıp ‘Bu ülke, dört yıl mum ışığında yaşadı. Giysileriyle yatıp kalktı bütün halk’ diyor ve devam ediyor: Ancak ruhu olan halklar bulanık zamanları atlatabilirler. Bizim ruhumuz ve sizinki küçük hanım, çok dalgalandı. Ama biliyorsunuz, hiç değilse iki halkın da bir ruhu var

En uzak komşu Ermenistan – 4

Ece Temelkuran

Fotoğraflar: Yurttaş Tümer

“Siz çok zor bir zamanda geldiniz küçük hanım. Bu ülke bütün bir yaşama sistemini değiştirdi. Ardından çok canımızı yakan Karabağ savaşı geldi. Sonra 1988’deki deprem… Elli bin kişi öldü, ülkenin yarısı yıkıldı. Kapalı sınırlar yüzünden yardım gecikti. Bağımsızlık ilan edildiği gün, bütün bu sıkıntıların on beş yıl süreceğini kimse düşünmemişti.

Biz küçük hanım, dört yıl elektriksiz yaşadık. Bu ülke, dört yıl mum ışığında yaşadı. Giysileriyle yatıp kalktı bütün halk. Ülkenin dörtte biri göç etti.

Siz küçük hanım, işte böyle şeyler yaşamış bir halkın ruhunu anlamaya çalışıyorsunuz.”

Yeni geçirdiği kalp krizinin tereddüdü, halkına dair kederine yenik düşüyor; Ermenistan’ın 84 yaşındaki en yaşlı kadın şairi, ulusal simge Silva Gabudikyan, Ararat marka konyağı bir dikişte bitiriyor. Boğaz yangınının ezdiği sesiyle gülüyor:

‘Sadece acıyla yaşamıyoruz’

“Demek Ermenistan’ın ruhunu anlamak istiyorsunuz. O zaman size dört bin yıllık bir hikâye anlatmam gerek. O yüzden acele edip konyağımızı içmeliyiz.”

Silva, olur da konyak biter diye kırmızı şarabı da hazırlamış. Yağmur cama vururken, uzaklara dalıp dalıp anlatıyor ülkesini. Bir anıt kadar eski bir şair olarak, bu ülke, bu halk üzerine şiirler yazmış bir geçmiş nesiller mirası olarak konuşuyor:

“Ancak ruhu olan halklar bulanık zamanları atlatabilirler. Bizim ruhumuz ve sizinki küçük hanım, çok dalgalandı. Ama biliyorsunuz, hiç değilse iki halkın da bir ruhu var.”

Konyaktan küçük bir yudum daha alıp delici bir bakışla sorguya başlıyor bu kez:

“Köylere gittiniz mi?”

Bir hafta boyunca durmayan yağmuru gösteriyorum camdan. Müstehzi gülüp devam ediyor:

“Bir gün giderseniz çobanlar, süt sağan kızlar göreceksiniz. Adlarını sorduğunuzda size ‘Ophelia’ ya da ‘Hamlet’ diyecekler.

Biliyorum, siz soykırımla ilgili sorular sormaya geldiniz buralara. Ama biz, acı ile yaşamıyoruz sadece. Dünyanın, insanlık tarihinin iyiliklerini de önemsiyoruz burada. Burası iki yüz yıl önce Shakespeare çevirmiş, okumuş bir ülke!”

‘Zenginler için iyi’

Ülkenin bağımsızlık ilanı, serbest piyasa ekonomisine geçiş ve kapalı sınırlarla sarsılan ruhunu soruyorum Silva’ya. Merak ediyorum, o mu daha iyi bir Ermenistan’da yaşadı, yoksa şimdi fotoğraflarına baktığı torunları mı daha iyi bir hayat yaşıyor acaba?

“Van’dan göçenlerin acısını, Stalin döneminin zulmünü yaşadık biz. Ama İkinci Dünya Savaşı zaferinin coşkusuyla sıkıntılarımızı unuttuk. Şimdiki nesil Sovyet döneminin iyi yanlarını göremedi. Zengin çocukları için iyi bir sistem bu elbette ama biliyorsunuz küçük hanım, burası fakir bir ülke.”

Peki ya Ararat? Ermeniler niye bağlı bu dağa bu kadar çok?

“O, biz ulaşamadıkça güzelleşen bir dağ. Japonların Fujiyama’sı gibi bizim Ararat’ımız. Ararat, sizin için bir yükseklik bizim için bir derinlik meselesi!”

‘Nâzım’ı gördünüz mü?’

Gabudikyan kendisine verilen devlet nişanını hükümette yapılan yolsuzluklar nedeniyle iade edecek kadar politik hâlâ. Kenara çekilmiş bir “ihtiyar” değil yani. Ama konu göçe gelince ihtiyarlıyor gerçekten:

“Son elli yıldır propaganda buydu, bütün dünya Ermenilerini bu topraklarda yaşamaya çağırıyorduk. Astrofiziğin dünyadaki kurucusu, ulusumuzun onuru ve onurumuzun simgesi Victor Hampartsumyan vardır. Biz bu topraklara, ‘Öyle bir yer ki yıldızlar Hampartsumyan’ın dilinde konuşur’ derdik. Ama şimdi gidiyorlar. Durmadan gidiyorlar…”

Uzun bir yudum konyaktan… Ve ardından, yarım bırakıp konyağı, heyecanla, gözlerinde ışıklarla:

“Nâzım Hikmet’i gördünüz mü?”

Gülmeye başlıyorum, şaka yaptığını düşünerek. Kederleniyor:

“Kusura bakmayın. Bu, psikolojik bir şey. İnsan ne kadar ihtiyar olduğunu fark etmiyor. Sanıyorsun ki gördüklerini herkes gördü.”

‘Hadi, eyvallah!’

Sonra fotomuhabiri arkadaşım Yurttaş’a dönüyor ve ona söylüyor:

“Sen Nâzım’a benziyorsun!”

Flörtçü bir bakışı var şimdi Silva’nın, çünkü Nâzım’ı, saçlarını, gözlerini, boyunu posunu anlatıyor. Bir gün Tiflis’te nasıl şerefine kadeh kaldırdığını, “Sovyetler’in en lirik ve en güzel şairine!” diye kendisine seslendiğini…

Duvardaki gençlik fotoğrafı canlanıyor sanki, Nâzım her buluşmalarında yaptığı gibi yanağından öpüyor. İşte o anda, son yudum için kaldırıyor konyak kadehini ve Türkçe söylüyor:

“Hadi, eyvallah!”

Paranın ve gücün tanrılaştığı yeni bir sisteme ağır ağır ayak uydurmaya çalışan Ermenistan’ın komünizm hatıraları, Silva’nın yüzünde her gün biraz daha ihtiyarlıyor.

Sosyalizm bir yalan mıydı?

Ne olursa olsun, geçmişi bir anda kaldırıp atmak, yaşanmış olanla dalga geçmek, “Bütün o yaşananlar topyekûn yalan mıydı, yanlış mıydı?” dedirtir, kendinden şüpheye düşürür insanı. Hele koca bir ülke böyle bir hesaplaşmadan geçerse…

Sovyetler’in dağılmasıyla birlikte 1991′ -deki bağımsızlık ilanının ardından yıllarca tapılan “orak-çekiç” matrak bir restoranın logosu olursa, kahramanlıklarla alınan madalyalar üç kuruşa pazara düşerse, üniversite mezunları evsiz kalırsa, her şey bedavayken bir anda suya bile para verilirse, garsonlar profesörlerden çok kazanırsa…

Artık her şey para

Herhalde sosyalizmde aklı kalır insanın. Kimsenin açık açık söylemediği ama herkesin aklının bir köşesinden mutlaka geçirdiği bir şey bu Ermenistan’da. Hele de eğitim söz konusu olduğunda. Çünkü eskisi gibi üniversite öğrencilerine maaş verilmiyor Ermenistan’da, ne kitaplar, ne okulda yenen öğünler, ne de tiyatro bedava artık. Ve şimdi bilmiyor kimse, nereye gitti “karşı devrimcileri” Kremlin’e bildiren onca sivil polis!

Daha bunlarla hesaplaşamamışken o Sovyetik taş binalar bir bir satılıyor şimdi dünya markalarına. İçlerinde tamamlanmamış bir hesaplaşmayla dışlarına marka giysiler giyiyor Ermenistan. “Pek yakında burada” ilanlarıyla değişiyor başkentin yüzü. Ama içi?

Gençlik hatırası gibi

“Kırmızı Pazar”lar var hâlâ. Sovyet döneminden kalma beyaz önlüklerini takan kadınlar, ellerine alıp süpürgeleri, tıpkı sosyalist dönemde yaptıkları gibi, yaşadıkları sokakları temizliyorlar.

Bahar geldiğinde, tatlı bir gençlik hatırası gibi belki, komünist ideallerini hatırlayıp, senin-benim olana değil, “bizim” olana, kimseye ait olmayana daha güzel, daha temiz olması için gözleri gibi bakıyorlar. Şimdi onlar, yeni evlerini kurarken, eski, tuhaf evlerinden neyi saklayıp neyi atacaklarına karar vermeye çalışan, her bir parçada dalıp giden insanlara benziyorlar.

SSCB basit bir lokanta

“Sovyet mikro-çipleri dünyanın en büyük mikro-çipleridir!”

Porsche galerisinin yanındaki CCCP (SSCB) Lokantası’nda “borş çorbası”nı içerken göreceğiniz onlarca komik slogandan biri bu. Sosyalist dönemin, daha doğrusu Kremlin yönetiminin ilkel propaganda teknikleriyle dalga geçen sloganlar çeşit çeşit:

“Sovyet emziklerini ömür boyu kullanabilirsiniz!”
Televizyoncu arkadaşımız Haygaram Nahabedyan sloganları tercüme ederken aklına Brejnev fıkraları geliyor:

“Sofia (Sophia) Loren SSCB’ye geliyor. Burası gerçek. Fıkra buradan sonra başlıyor. Brejnev soruyor: Bir isteğiniz var mı Bayan Loren?

Sofia cevap veriyor: Sınırları açsanız ne iyi olur.

Brejnev, Sofia’ya yaklaşıp flört ederek soruyor: Ne o Sofia, baş başa mı kalmak istiyorsun?”

Ermenistan için korku krallığına benzeyen Demir Perde Dönemi artık sadece bir lokantanın “konsepti.”

Öyle ki lokantanın bir odasında bir zindan, içinde de siyasi mahkûm var.

Daha neler: Lenin heykelleri, “Stalin’e mektup yazın” köşesi, eski paralar, gizli evrak formatında mönüler, eski kimlik cüzdanlarında gelen hesaplar…

Fıkraları bile unutulan bir dönem, artık Ermenistan için komik(!) bir hatıra fotoğrafına fon oluşturuyor.

Yüz kişilik 1 Mayıs!

1 Mayıs kutlamalarını “Nasılsa bir iki saat sürer” diye on beş dakika gecikince, kaçırıyorduk. Zira trajikomik tören sadece yarım saat sürdü. Göğüsleri madalya dolu üniformalı adamlar, artık kimsenin kendilerinden korkmadığı Erivan sokaklarına, ilk Sovyet Ermenistan’ı başkanı Miyasnikyan’ın heykeli önünde bağırıyor, megafondan ses çıkmıyor, çıkan ses de çöp arabalarının gürültüsünde duyulmaz oluyordu.

Yüz kişilik tören dağılırken Bapian Annik’le konuştuk. 84 yaşındaki Bapian “Ruhen çok doyurucu” dediği törenden çıkarken “işçi kahramanı” olduğunu söyledi hemen. Bir fabrikada kırk yıldan fazla çalışarak kahraman olmuştu.

Kaç kere sordum göğsündeki madalyaların sokakta satılmasından ne hissettiğini. Bu soruyu… Bir türlü duymadı!

Bir Talat Paşa yorumu

Yazı dizisinin klişesinde el sıkıştığım Arşak Sarkisyan İstanbul’dan geldiğimi duyunca hemen Azericeye geçti:

“Talat Paşa, Yahudiydi. Türklerle Ermenilerin arasını bozdular. Türkler soykırım yapmazlardı. Ama jöntürklerin hepsi Yahudi idi.”

İşçi Bayramı’nda, nüfusunun yarısı yoksulluk sınırının altında yaşayan Ermenistan artık sınıfla ilgili bir simge değil, eski mecburi sosyalist törenleri görüyordu sadece. Şehir, hâlâ ulusal tatil olan 1 Mayıs’ın tadını çıkarıyordu evlerde.

YARIN

Ermeni Don Kişot’ları kapitalizme karşı

Erivan’da kesilen ağaçlara hüzünlü anıt

Yorumlar kapatıldı.