İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ulusalcılık ve milliyetçilik

Türkiye’nin kurtuluşu çağdaşlaşmadadır. Çağdaşlaşmak için de, neofaşizme dönük sol ulusçuluktan ve açık faşizmi amaçlayan sağ milliyetçilikten kurtulmak gerekir

TARIK ZİYA EKİNCİ

Son zamanlarda Türkiye’de ulusalcılık, milliyetçilik ve vatandaşlık kavramlarına ilişkin zihinleri karıştıran bir karmaşa yaşanıyor. Soldaki kimi aydınlar, antiemperyalist laik ve Atatürkçü bir anlam yükledikleri ulusalcılığı, anlamdaşı olan milliyetçilikten ayırıyorlar. Oysa ayrılması gereken bu anlamdaş kavramlar değil, milliyetçilikle (ulusalcılık) yurtseverliktir. Solcu olmak ve emperyalizme karşı durmak için, izolasyona ve faşizme doğru yol alan ulusalcılığa değil, yurtseverliğe sarılmak gerekir.

Ulusalcı sol ve militarizm

Anlaşılan “kızıl elma ittifakını” oluşturan farklı eğilimdeki sol gruplar militarizmle işbirliği yapmak için Atatürkçülüğü ve laikliği ön plana çıkarmak suretiyle, ulusalcılığı milliyetçilikten ayırmak gereksinimi duyuyorlar. Nitekim farklı ideolojik çizgilerde oldukları halde kızıl elma ittifakını oluşturan sol grupların tümü, ordunun ilerici ve devrimci olduğu ortak görüşünden hareketle ordu üzerinden siyaset yapma yolunu seçmişlerdir. Bunlar halk desteğiyle iktidara gelme umudu olmayan ve geleceklerini askeri bir darbeye bağlayan gruplardır. Açık ya da kapalı biçimde darbe kışkırtıcılığı yapıyorlar. Bu amaçla da ordunun duyarlı olduğu laikliği, Ermeni, Kürt ve Kıbrıs sorunlarını araç olarak kullanıyorlar. AB’ye üye olmakla Kıbrıs’ın elden gideceği, Ermeni soykırımının tanınacağı, Kürtlerin ülkeyi böleceği temalarını işleyerek militarizmle işbirliğini sağlayacak kışkırtmalar yapıyor ve ülkenin demokratikleşmesini engellemeye çalışıyorlar.

“Kızıl elma ittifakını” oluşturan gruplar, subay kadrosunun Atatürkçü, ulusalcı, bağımsızlık yanlısı, laik bir formasyon aldığını ve bu değerlere sahip çıkmak suretiyle orduyu ABD karşıtı antiemperyalist mücadeleye kazanıp iktidara gelmenin mümkün olduğunu düşlüyorlar. Kendilerini Atatürkçü olmayan, antilaik, milliyetçi sağ akımdan ayırmak için de milliyetçilik yerine ulusalcılık sıfatını kullanmayı yeğliyorlar.

Oysa, milli kurtuluş evresinin ordusu ile bugünkü ordunun düşünce yapısı arasında bir benzerlik kurulamaz. Türkiye’nin NATO’ya girdiği 1952’den bu yana ordunun üst kademesindeki subaylar ABD’de, NATO konseptiyle eğitim görüyor.

NATO ittifakı içinde olmanın doğal bir sonucu olarak Türkiye, Soğuk Savaş döneminde, Sovyet sistemini çevreleyen “yeşil kuşak” içinde yer aldı ve laikliği ikinci plana atarak, İslami bir politika izlemeye yöneldi. Örneğin 12 Mart döneminde, sol örgütler ve solcu aydınlar tasfiye edilirken, yurtdışında bulunan Milli Nizam Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan, Türkiye’ye çağrıldı ve siyasal etkinlikte bulunmasına izin verildi. Keza 12 Eylül döneminde de MSP yöneticileri ayrıcalıklı muamele gördü ve kısa süreli tutukluluk döneminin ardından tahliye edilerek beraat ettiler. Bu dönemde imam hatip liselerinin sayısı ikiye katlandı ve Anayasa’da zorunlu din dersleri ilkesi benimsendi. Cunta lideri Kenan Evren, halka hitap ederken Kuran’dan ayetler okumayı bir siyaset biçimi olarak kullandı. Keza bu yönetim, ABD’nin isteğiyle NATO’ya bağlı Türk Gladiosu’nu kurdu ve yasadışı pek çok uygulamaya izin verdi. Soğuk Savaş sonrasında NATO üyesi ülkelerin tümünde Gladio’ların hukuk dışı eylemleri açıklanarak tasfiye edildikleri halde, Türkiye’deki örgütün varlığı ve eylemleri bugüne kadar saklı kaldı. Bunlara ek olarak, ordunun kullandığı ve bir bölümü hibe olan askeri araç ve gereçlerin çoğunluğu ABD’den sağlanıyor. Ordu, eskiyen araçların yenilenmesi ve yedek parçaların temini bakımından da ABD’ye bağımlı. Bu organik bağlılığa karşın, ordunun ABD karşıtı antiemperyalist bir mücadeleye katılacağı beklentisi bir düşçülüktür.

Bu veriler karşısında, ulusalcı solun ya da yaygın deyimle “kızıl elma ittifakının” nihai amacının, askeri dikta rejimine dayalı neofaşist bir iktidar olduğu gizlenemeyecek kadar açıktır.

Milliyetçi sağ ve militarizm

Sağ eğilimli ırkçı milliyetçiler ise, Türk-İslam sentezi ideolojisine bağlı muhafazakâr bir politika izliyor. Sağcı milliyetçiler için, ulusalcılardan farklı olarak, Atatürkçülük ve laiklik belirleyici değil, biçimsel ilkelerdir. Onlar için siyasetin amacı, Türkçülüğün ve Türk ırkçılığının sembollerine sahip çıkmak, bunları korumak ve yüceltmektir. Sınıf ayırımına, sol düşüncelere, burjuva liberalizmine ve demokratik açılımlara karşıdırlar. Homojen Türk ulusçuluğuna aykırı gördükleri azınlık kavramını reddediyor ve azınlık haklarından söz edilmesini suç sayıyorlar. Ermeni sorununun kurcalanmasını, Kürtlerin demokratik haklar istemesini vatan hainliği olarak algılıyorlar. Devleti kutsal sayıyor ve bireyin devlete karşı haklarının değil, salt görevlerinin olduğuna inanıyorlar. Devleti korumak için bireyi feda etmeyi ve gerektiğinde devlet adına illegal etkinliklere katılarak suç işlemeyi görev sayıyorlar. Orduyu bir güvenlik örgütü değil, devletin öznesi olarak algılıyor ve ona da kutsallık izafe ediyorlar. Sağ eğilimli milliyetçiler, demokratik açılımlara ve insan haklarına önem verdiği için AB’ye karşı oldukları halde, ordunun dayanışma içinde olduğu ABD ile işbirliğini savunuyorlar. Onlar da, ulusalcılar gibi, militarizmin belirleyici olduğu bir devlet düzeni istiyorlar.

Sağcı milliyetçiler, ayrıca, dünya Türklerinin birliğine dayalı büyük bir devlet ütopyasının peşinde koşuyor ve dış Türkleri koruyup kollamayı görev sayıyorlar. Bu bağlamda Kıbrıs’ın bağımsız bir ada devleti olmasına karşı çıkıyor ve Kuzey Kıbrıs’ın Türkiye’ye bağlanmasını istiyorlar. Irak Türkmenlerinin korunması ve Kürt varlığına son verilmesi için Kuzey Irak’ın işgalini, Musul’un ve Türkmen bölgesinin Türkiye’ye bağlanmasını savunuyorlar.

Bu temel yaklaşımlar açısından sağ eğilimli ırkçı milliyetçi akımın da nihai amacının militarizme dayalı faşist bir düzen olduğu açıktır.

Militarist düzen çağdışıdır

Militarizme dayalı iktidar anlayışı üçüncü dünyacı, otoriter ve izolasyoncu bir siyasettir. Türkiye gibi demokratik birikime sahip, sanayileşmekte olan, dünyaya açık bir toplumda, geçici olarak gerçekleşse bile, askeri bir yönetimin kalıcı olması mümkün değildir. Aralarındaki biçimsel ayrılıklara karşın, farklı yöntemlerle de olsa, militarist bir düzen kurmak için mücadele eden ulusalcı sol ile milliyetçi sağ aynı amaca dönük iki kardeş ideolojidir. Her ikisi de bugünkü Türkiye’nin ve çağdaş dünyanın gerçekleriyle bağdaşmayan anakronik akımlardır.

Ordunun darbe yapmasını teşvik ederek iktidar ortaklığı peşinde koşanlar tarihten ders almamışlardır. Bugünkü nesnel koşullarda askeri bir darbeyle oluşacak militarist bir düzende, kaçınılmaz olarak, Türkiye dünyadan soyutlanacak, demokratik kazanımlarını kaybedecek ve sermayenin egemenliğinde içine kapanık otoriter bir ülke olacaktır. Bu da, Türkiye’nin yeniden ekonomik, sosyal ve siyasal geriliğin bataklığına sürüklenmesi demektir.

Türkiye’nin kurtuluşu çağdaşlaşmadadır. Çağdaşlaşmak için de, neofaşizme dönük sol ulusçuluktan ve açık faşizmi amaçlayan sağ milliyetçilikten kurtulmak gerekir. Bu hedefe ulaşabilmenin tek yolu, AB perspektifi içinde insan haklarına saygılı, özgürlükçü, eşitlikçi, katılımcı, ırkçılığı yadsıyan, çoğulcu, çokkültürlü ve anayasal yurtseverliğe dönük, hukukun üstünlüğüne bağlı çağdaş bir demokrasinin kurulup işletilmesidir.

Yorumlar kapatıldı.