İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Katliamlar var ama soykırım yok!

Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Yusuf Halaçoğlu’ndan Bilgi Üniversitesindeki Konferans’a gidip, İstanbul Üniversitesindeki Ermeni konfrensına gelmeyeceğini açıklayanlara çağrı: Keşke gelseniz, tartışıp, bu polemiği bitirsek!

14.03.2006

İstanbul Üniversitesi’nde bugün ve üç gün boyunca hassas bir konu tartışılacak: Ermeni Konferansı. Berlin’de de yarın önemli bir anma yapılacak: Talat Paşa’nın bir Ermeni suikastçı tarafından öldürülüşünün 85’inci yıldönümü. Cuma günü ise Çanakkale Zaferi kutlanacak. Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu’yla bu gündeme bağlı kalarak yaptığımız röportajın ikinci bölümü şöyle:

• Talât Paşa’ya bugün sahip çıkmak ne anlama geliyor?

Bu artık bir onur meselesi olmuştur. Çünkü Talat Paşa soykırım emrini veren kişi olarak adlandırılmaktadır. Yani Talat Paşa’nın nezdinde bütün Türkler suçlanıyor. Çünkü hiçkimse demiyor ki “Soykırımı Talat Paşa yaptı.” Bütün parlamentoların soykırım yasalarında Türkler’in adı geçer, kimse Talât Paşa demez.

• Osmanlı diye belirtmiyorlar mı?

Osmanlı kim? Sizin, benim dedem, yani biz

varız. Ayrıca zaten bütün yasalarda “Türkler yapmıştır” deniyor. Yani bu bir onur meselesidir.

• Binlerce Ermeni’nin ölmesi ne meselesidir?

Bakın tehcir bir gerçektir. Tehcir sırasında Ermeniler’in birtakım trajediler yaşadıkları bir gerçektir. Ermeniler’in katliama uğraması bir gerçektir. Ermenilerin açlıktan veya hastalıktan öldükleri bir gerçektir. Ama bunun o zamanki hükümet tarafından bilerek, Ermenileri yok etmek için yapıldığını söylemek başka bir şey. Talât Paşa’nın Amerika’dan gelen her yardımı bu insanlara dağıttığı, bu insanlar ekmek yiyebilsinler diye tehcir yolu üzerinde fırınlar açılmasını emrettiği, her güne yetişkinler için 3 para, çocuklar için 60 para tahsis ettiği belgelerle önünüzdeyse bu nasıl bir soykırımdır? Evet Ermeniler bir trajedi yaşadı. Ama o trajediyi ingilizler, Almanlar, Türkler herkes yaşadı. Savaşın kendisi trajedi zaten.

• Siz de Talât Paşa’yı anmak için Berlin’e gidecek misiniz?

Hayır, ben gitmiyorum. Ben bilim adamıyım.

• Bu hafta Berlin’e gidecek olan ekip Lozan’a da gitmişti ve oradaki fotoğraf çeşitli kesimler tarafından biraz dudak bükerek izlenmişti. Siz de bu tip hareketleri davaya zarar veren aşırılıkta buluyor musunuz, yoksa destekliyor musunuz?

Tabii birtakım yanlış açıklamalar söz konusu oluyor. O açıklamaların bizi ulaşmak istediğimiz hedefe ulaştırmadığını düşünüyorum. Bizim ulaşmak istediğimiz hedef, konunun ciddi bir şekilde ele alınması, ilgili tarafların bir araya gelmesi. Ama ben bazı kişilerin duygularına kapılarak davrandığını düşünüyorum. Bu tip şeylere katılmıyorum.

• İsviçre’deyken “soykırım yoktur” dediniz diye hakkınızda dava açıldıktan sonra neredeyse “Ben de gidip derini” kampanyası başlayacaktı, değil mi?

Bana da çok söylediler. Lozan’a veya yine isviçre’ye gitmemi istediler, îşin yiğitlik gösterisine dönüşmesine, gövde gösterisi yapılmasına inanmıyorum. Benim ne siyasi bir gelecek beklentim var ne de ünlü olmaya ihtiyacım var. Ben bilim adamıyım ve hep o noktada kalmayı istiyorum.

• Ben de bunu merak ediyorum: Stefanos Yerasimos der ki, “Hukukun amacı bir şeyi kanıtlamak, tarihin ise izah etmektir.” Peki siz hiç kendinizi bir tarihçi değil de bir hukukçu pozisyonunda yakalıyor musunuz?

Biz tarihçiler bunu her zaman düşünürüz. Çünkü ben bir iddiaya karşı bu konunun ne olduğunu araştırmaya gayret ediyorum. Zaten bu yüzden Alman, Rus, ingiliz, Fransrz, Amerikan, Avusturya arşivlerini inceledim. Yoksa sadece Osmanlı arşivlerini çalışır, olayı bitirirdim. Ama ben gerçeği aradım. Hiç hislerinize kapılmıyor musunuz derseniz, tabii ki kapüıyorumdur. Aksi yalan olur. Eğer bilim adamı ahlakına sahipseniz bir şeyi araştırırken varmak istediğiniz sonuca götürmeyecek bir belgeye, bulguya ulaştığınızda dahi bunu açıklamanız gerekir.

• Soykırımın belgesini bulsanız açıklar mısınız?

Kesinlikle açıklarım.

• Peki siz tarihi izaha mı yoksa kanıtlamaya mı çalışıyorsunuz?

Eğer ben tarihe hukukçu gibi yaklaşsaydım tek bir şey derdim: “Madem ki bir buçuk milyon insan öldü, o zaman bana bunun mezarlarını gösterin, ben de kabul edeyim.” Kanıttan yola çıksaydım bunu istemem yeterliydi. Ama ben tarihçi olduğum için şu soruyu soruyorum: “Ne kadar insan vardı ki bir bucuk milyon insan öldü?” Bunu araştırmak bilimdir. Ben de bunu yaptım.

• Ya sözlü tarih, tanıklıklar?

Tarihçi olurken, tarih metodolojisini okuduk. Orada der ki kişilerin görüşleri kendi bakış açılarını yansıtır. Bu görüşlerin mutlaka belgelerle teyidi gerekir. Ayrıca istatistikler bir olayın anlatımının üç gün içinde bile farklılıklar gösterdiğini kanıtlamıştır. Bugün böyle anlatan, yarın başka türlü anlatabilir. Biz bu metodu arşiv belgelerinde de uyguluyoruz. Sadece bir arşivi değil, pek çok arşivi inceleyerek belgeleri teyit ediyoruz. Bunu yapmazsanız bilim de yapmış olmazsınız.

Keşke gelseler…

• Bilgi Üniversitesi’ndeki Ermeni konferansıyla bugün İstanbul Üniversitesi’nde başlayacak olan Ermeni konferansı arasında ne fark var?

Bilgi Üniversitesi’nde düzenlenen sadece soykırım tezini savunanları konuşmacı olarak kabul eden, bu şekliyle diasporanın konferanslarına benzeyen bir özellikteydi. Sanki amaç Türkiye’deki moralleri bozmak içindi. Çünkü eğer “resmi tezi savunuyor” dedikleri bilim adamlarını da çağırsalardı pekala bizi madara edebilirlerdi. Tartışarak bizi herkesin önünde rezil edebilirlerdi. Ama yapmadılar. Sizce niye yapmadılar?

• Yani İstanbul Üniversitesi’ndeki konferans, kontur çekmek gibi mi olacak?

Tam tersine istanbul Üniversitesi Bilgi’ye gelenleri de çağırdı. Her iki tarafın tartışacağı bir ortam yaratmak istedi. Ama olmadı. Çünkü

öğrendiğim kadarıyla soykırım vardır diyen taraftan kimse gelmiyor.

• Sizce niye gelmiyorlar?

Sanırım yine “Resmi görüşçülerle tartışmanın anlamı yoktur” diyecekler. Üzüldüm. Çünkü tartışalım istiyordum. Hatta kendimi sınamak istiyordum. Ama hâlâ keşke gelseler diyorum.

• Bu arada sizin de gözünüze bir şey çarpıyor mu: Ne domatesçiler var ortada ne de konferansı iptal için açılmış dava… Bu durum bile kendiliğinden sizleri “devletin uslu tarihçileri”, onları da “doğru söyleyen dokuz köyden kovulur” konumuna getirmiyor mu?

Ben daha Boğaziçi’ndeyken konferansın engellenmesine karşı çıktım. Mutlaka yapılmalı, ne söylenmek isteniyorsa söylenmeli dedim. O domatesçileri ise tasvip etmenin imkanı yok. Orada yapılan yanlışlar burada da bir yanlış yapıldığını göstermez. Bence böyle bir yorum doğru değil.

• Karşı tezi savunanların gelmemesi İstanbul’daki konferansın değerini düşürür mü?

Tartışma ve lüzumsuz polemikler devam eder. Halbuki bu bir fırsattı. Tarafsız bir toplantıydı. Her görüşten, her ülkeden insanlar davet edildi. Onların gelmesini samimi olarak çok istiyordum. Ve açıkçası kendimi tartmak istiyordum. Acaba ben bir tarihçi olarak ne kadar gerçekçiyim, araştırmalarım ne kadar tutarlı, bunu ölçmek istiyordum bir yerde, inşallah yine de katılırlar, bilim dünyamızda çok önemli bir aşama elde ederiz.

Yorumlar kapatıldı.