İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Bu toprağın renklerini yok ettiler

Osman Köker, 100 yıl öncesinden kalan Ermenilere ait kartpostalların, Anadolu’da yaşayan kültürel çeşitliliğe ilişkin ilginç veriler sunduğunu söylüyor. Köker’e göre tehcirin ardından Anadolu’daki pek çok üretim dalında ciddi bir çöküş yaşandı

ERTUĞRUL MAVİOĞLU

Orlando Carlo Calumeno’nun kartpostal koleksiyonunu ‘100 Yıl Önce Türkiye’de Ermeniler’ başlığıyla sergileyen ve kitaplaştıran Osman Köker, yanlış tarih anlayışının halklar arasındaki düşmanlığı körüklediğine dikkat çekiyor. Köker, o dönemde gönderilen kartpostalların Edirne’den Kars’a kadar tüm Anadolu’ya yayılmış olan Ermeni varlığını inkâr edilemeyecek şekilde ortaya koyduğu görüşünde. Köker, tehcirin ardından, Anadolu’da Ermenilerin etkin olduğu üretim alanlarının çöktüğünü, eski hareketliliğin ve zenginliğin de yitirildiğini söylüyor.

Bundan 100 yıl önce Anadolu’daki Ermenilerin nüfusu ve yaygınlığı konusunda ne gibi tespitleriniz oldu?

Birinci Dünya Savaşı öncesinde Türkiye’deki Ermeni nüfusu konusunda birkaç kaynağa bakmak lazım. Bunlardan birincisi Osmanlı nüfus sayımlarıdır. Bize en yakın ve en ayrıntılı olan sayım 1914’tedir. Diğerleri Ermeni kaynaklarıdır. Yerel din adamları nezdinde yapılmış nüfus sayımlarıdır bunlar. Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti topraklarında yaşayan nüfusu esas alırsak, Osmanlı nüfus sayımına göre 1 milyon 300 bine yakın Ermeni’nin yaşadığını görüyoruz. Patrikane merkezli nüfus sayımları ise 1 milyon 900 bine yakın Ermeni’nin yaşadığını ortaya koyuyor. Her iki nüfus sayımı da doğru olmayabilir. O dönemde politik kaygılar var, devlet düşük göstermiş olabilir, Patrikane yüksek göstermiş olabilir ama bu iki rakam bize yaklaşık bir fikir veriyor. Hatta genel olarak sayımların az gösterildiği varsayımını da yapabiliriz. Örneğin Beykoz’daki nüfus sayımında hiç Ermeni gözükmüyor. Halbuki başka kaynaklardan Beykoz’da Ermeni kilisesi, okulu ve kulübünün var olduğunu biliyoruz. Paşabahçe civarında çalışan Ermeni ustalar var. Hatta bir Ermeni mahallesi var ki, bugün belediye orayı restore ediyor. Diğer bir örnek Foça’dır.

Orada hem Osmanlı hem de Patrikane’nin nüfus sayımında Ermeni nüfus sıfır görünüyor. Ama ticari yıllıklara göre Foça’daki 11 tüccarın dokuzu Ermeni. Ama anlaşılan bir cemaatleşme söz konusu değil. Bu nedenle nüfus kayıtları da yapılmamış. Zaten Talat Paşa da Hürriyet gazetesinde Murat Bardakçı’nın yayımladığı ‘kara kaplı defter’inde Ermeni nüfusu için 1 milyon 300 bin gibi bir rakam verdikten sonra, “Bizde Ermeni nüfusu biraz eksik sayılmıştır, yüzde 20 daha eklemek gerekir” diyor. Yani dönemin önce İçişleri Bakanı sonra da Sadrazam’ı olan Talat Paşa’nın söylediğine göre Ermeni nüfusun 1 milyon 500 binden aşağı olmaması gerekir. Bazı Ermeni kaynaklar nüfusu 3 milyona kadar çıkarıyor ama çok güvenilir bilgilere dayanmıyor.

Ermeniler genel olarak Erzurum, Van, Bitlis civarında yaşar diye bilinir. Ama tablo öyle değil. Edirne’den başlıyor, Kars’a kadar uzanıyor. İzmit ve Adapazarı’nda nüfusun üçte biri gibi bir yoğunluğa sahipler. Bursa’dan İzmit’e kadar uzanan Güney Marmara havzasının köylerinde ciddi bir Ermeni yoğunluğu göze çarpıyor. İzmir, Kütahya, Afyon, Ankara’da belli bir yoğunlukları var. Kayseri’de yoğunlar. Güney’de Adana, Maraş, Urfa ve Diyarbakır’da oldukça fazla Ermeni nüfusu var. Karadeniz’de özellikle Samsun, Ordu ve Trabzon’da nüfusun önemli bir oranı Ermeni. Yani özetlersek Muğla civarı dışında Anadolu’nun hemen her yerine yayılmış yoğun bir Ermeni nüfusu söz konusudur.

Tehcir ile birlikte Ermenilerin sosyal ve ekonomik hayattaki bu etkinliklerine ne oldu? Bir el değiştirme mi söz konusu?

Tehcir sonrasında el değiştiren mallar var. Topraklar, evler, tesisler. Ama ağırlıklı olarak bir el değiştirme söz konusu değil. Yani “Giden Ermenilerin yerine Türkler geldi” diye bir genelleme yapabilmemiz çok zor. Böyle bir el değiştirme yaşanabilseydi bile, o tesislerin işletilebilmesi için bir bilgi birikimine ve ilişkiler ağına ihtiyaç duyulduğu unutulmamalı. Türkler o tesisleri işletecek birikime ve ilişkilere sahip değildi. O nedenle tehcirin ardından Ermenilerin bulunduğu üretim alanlarında tam bir çöküş söz konusudur. Örneğin ipekçilik konusunda büyük bir gerileme oluyor. Kayseri’de, Harput’ta üretim tamamen duruyor. Bazı şehirler haritadan siliniyor. Artık Harput diye bir yer yok. Zeytuna kasabasından geride sadece bir köy kalmış. Sosyal hayat açısından bakıldığında da büyük bir çöküş gözleniyor. Ticaret de büyük yara alıyor. Bunlar kuşkusuz birbirine bağlı olgular. Anadolu’nun en güzel renkleri silinip kaybolmuştur. Tehcir sonrasının ortaya çıkardığı tabloya biraz da bu noktadan bakmak gerekiyor.

Osmanlı’da Ermenilerle Türkler arasındaki sosyal ilişkiler nasıldı, karşılıklı bir husumet söz konusu muydu?

Savaş çıkıncaya kadar Türklerle Ermeniler arasında gözlenen önemli bir problem de söz konusu değil. İlişkiler şu an hayal ettiğimizden çok daha renkli. Örneğin birçok kentte oldukça yaygın olarak Türkçe konuşan Ermeniler var. Daha doğuya gittiğimizde Kürtçe konuşan Ermeniler var. Ermeni harfleriyle Türkçe yayımlanan gazeteler söz konusu. Ama en önemlisi, kimsenin kimseden gocunduğu yok.

Tehcir sırasında Ermeni çocukların Müslümanlaştırıldığı söylenir. Bunun gerçeklik payı var mıdır?

Tehcir anılarında bu tür ifadelere hep rastlıyoruz. Çocukların Türk ailelere teslim edildiği, Ermeni kızların Türk ailelere gelin edilip Müslümanlaştırıldıkları. Bunlara eskiden Ermeni anılarında daha sık rastlarken, şimdi Türk tarafından da benzer anılar ortaya çıkmaya başladı. Yıllar geçtikten sonra insanlar demek ki bir Ermeni babaanne ya da anneannesinin varlığını söylemekten daha az çekinir oldu. Anlatılar, yazılanlardan çok daha fazladır. Osmanlı belgelerinde de benzer ifadelere rastlıyoruz. Örneğin merkezden telgrafla sorulan soruyu kasabanın kaymakamı şöyle cevaplıyor: “Kasabamızda kalan Ermeniler Müslüman köylerine dağıtılacak kadın ve çocuklardan ibarettir.” Anlaşılıyor ki, kadın ve çocukların Müslüman köylere dağıtılması tehcir politikasının bir parçası olarak uygulanıyor. Ermeni kadın ve çocuklarının Müslüman köylerine dağıtılmaları, dul kadın ve genç kızların Müslümanlarla evlendirilmeleri konusunda Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde de çok sayıda belge var. Hatta bunların bir kısmı, Ermenilerin tehcir sırasında öldürülmediğinin kanıtları olarak görüldüğü için, Osmanlı Arşivi tarafından yayınlanan ‘Osmanlı Belgelerinde Ermeniler’ türünden kitaplarda da yer alıyor.

Tehcir öncesi ve sonrasını birbirinden ayırırsak, her iki halkın birbirine karşı yaklaşımında köklü bir dönüşüm söz konusu mu?

Yıllardır yanlış tarih anlayışıyla iki halk arasındaki düşmanlık körükleniyor. Örneğin ilkokul üçten itibaren müfredatta öğretilen bilgiler şehirlerin hep Türk olduğu izlenimi verir. Şehir adlarının Türklere ilişkin bir kökü olduğu ispat edilmeye çalışılır. Şehirde daha önce Türk olmayanların yaşadığı bilgisi ya verilmez ya da bu topluluklar önemsiz diye geçiştirilir. Özellikle Ermeni ve Rumlar, sanki daha önce hiç orada yaşamamışlar, problem çıkarmak için bir yerlerden gelmişler gibi, savaş anlatılırken birden sahneye çıkarlar. Oysa sergilediğimiz kartpostallar hayatın aynası gibi: Anadolu hiç de Türklerden ibaret değildi. Örneğin bu kartpostallardan birinde İstanbul Kadıköy’de beş dilden tabelası olan bir oduncunun olduğu görülüyor: Fransızca, Ermenice, Rumca, İbranice ve Osmanlıca. Bir otelde de üç dilden tabela var. Ne kadar inkâr edilse de Ermenilerin yaşam içindeki rolü önemliydi.

——————————————————————————–

Türk-İslam olmayan hedefteydi

Fuat Dündar: İttihatçılar, Anadolu’dan başlayarak bu büyük coğrafya üzerinde Müslüman ve Türk bir nüfus kompozisyonu yaratmak istediler. Bu ‘total proje’nin iki aşamasını tehcir ve asimilasyon oluşturdu

‘İttihat ve Terakki’nin Müslümanları İskân Politikası’ adlı çalışmasıyla tanınan, Paris’teki Sosyal Bilimler Yüksekokulu (EHESS) doktora öğrencisi Fuat Dündar’a göre, Türkiye’nin Ermeni tehciri ve sonrasında yaşananlara ilişkin izlediği yok sayma politikasının en önemli sebebi, bugünkü etnik-dinsel kompozisyonun temellerinin o dönemde atılmış olması.

Araştırmacılar arasında azımsanmayacak bir kesim, Ermeni tehcirini o dönemde yaşanan diğer olaylardan soyutlayarak ele alıyor. 1915 ve sonrasında Ermenilerin yanı sıra diğer azınlıkların payına ne düştü?

Ermeni tehcirini İttihat ve Terakki’nin genel göç ettirme ve iskân politikası içine oturtmak daha gerekli ve önemlidir. Bu sayede benzerlik ve ayrışma noktalarını görmemiz daha kolaylaşır. Bir yandan İttihatçı politikanın Ermeni örneğini içeren bir total proje olduğu görülürken, beklendiğinin aksine bunu tespit etmenin Ermenilere uygulananların sıradanlaşmasını değil aksine çok daha ciddi bir şekilde özel bir muameleye tabi tutulduklarını görmemize yardımcı olur.

Cemiyetin hedefi, Anadolu’dan başlayarak mümkün mertebe büyük bir coğrafya üzerinde (ki daha sonra Misaki Milli olarak adı konulacak) Müslüman ve Türk bir nüfus kompozisyonu yaratmaktı. Bu ‘total proje’nin iki önemli aşaması vardı; birincisi, gayrimüslimlerin ‘bünyeden atılması’ ve ikincisi ‘Türk olmayan Müslümanların’ kendi yerleşim bölgelerinden uzaklaştırılarak, hızlı bir asimilasyon için, Türk bölgelerine serpiştirilmeleri. İşe Bulgarlarla başlandı. 1914 sonunda neredeyse tüm Bulgarlar, mübadele prosedürünün de yardımıyla, sınır dışına çıkarıldı. Akabinde sıra Rumlara geldi. 1914 yılı yazına kadar en az 150 bin Rum’un Osmanlı’dan göçmesi sağlandı. Fakat 1. Dünya Savaşı çıktığından, Yunan Krallığı’nın düşman devletler safında yer almasını önlemek için Trakya ve Anadolu kıyı şeridindekilerin önemli bir kısmı iç bölgelere ‘rehin’ tutulmak’ ve ‘şantaj’ amacıyla sürüldü. Bundan sonra sıra bir diğer Hıristiyan azınlık olan Ermenilere geldi. 1915 baharında, çekirdek İttihatçılardan Bahaeddin Şakir ve Dr. Nâzım, (Makedonya ve Aydın bölgesinin ‘göç ettirme ustaları’) gibi kişiler Ermeni bölgesine yöneldi. Başta Konya yöresine sevk edilen Ermeniler, 24 Nisan tarihinden itibaren bir çöl bölgesi olan Zor’a (Suriye) yöneltildi. Bu emir bir kırılma noktasıdır. Mayıs ortalarında da tüm Ermenileri kapsayan topyekûn bir tehcir kararı çıktı.

Tüm Ermeniler mi tehcire tabi tutuldu? Hiç istisna yok muydu?

Sayıları Talat Paşa’nın tahminine göre 1.5 milyon olan Ermenilerin çok büyük bir kesimi bu karara dahil edildi. Tehcire tabi tutulmayanlar, İstanbul, İzmir gibi birkaç istisna bölgede yaşayanlarla, asker ve bir kısım zanaatkâr ailesidir.

1916 baharında ise sıra Kürtlere geldi. Rus ordusundan kaçmış olan bu kitle İç Anadolu ve Batı illerine Türkleşsinler diye iskân edildi. Tabii Talat Paşa’nın bu iskân takvimine paralel olarak, Cemal Paşa da diğer yandan ayrı bir göç ettirme ve iskân politikası uyguluyordu. Tek yetkili olarak atandığı Suriye ve Filistin bölgelerinde bir yandan Yahudi, Arap, Dürzileri ‘kovma’ ve göç ettirme uygulamasına tabi tutarken diğer yandan bir kısım Ermeniyi nüfus dengesi sağlamak üzere bunlardan boşalan yerlere iskan etti. İşin en ilginç yanı, şimdiye kadar anlatılan gruplar bir ‘siyasi’ hedef güden veya gütmesi ‘beklenen’ gruplarken, sayıları ‘az’ ve ciddi bir siyasi örgütlenişse sahip olmayan, ve hatta bazen hiçbir yerde yoğunlaşmamış kimlikler de hedef haline getirildi. Örneğin 1913’ten itibaren Osmanlı’ya Arnavut girişi yasaklandı. Osmanlı topraklarında yaşayan Arnavutlar da, asimilasyon amacıyla İç ve Doğu Anadolu bölgelerine serpiştirildi. Bu Türkleştirme hedefi öyle bir hal aldı ki Laz, Gürcü, Boşnak, Müslüman Çingene ve hatta Osmanlı’ya hep sadık olan Çerkezler gibi siyasi tehdit yaratmayacak gruplar da Türkleştirme politikasına tabi tutuldu.

Türkiye Cumhuriyeti devleti Osmanlı’nın son dönemine denk gelen bu acı olaylarla ilgili nasıl bir politikaya sahip?

Yok sayma politikasının en önemli sebebi, bugünkü etnik-dinsel kompozisyonun temelinin büyük bir oranda bahsi geçen dönemde atılmış olmasıdır. Tabii özellikle Ermenilerin Anadolu’dan silinmesi bunda belirleyicidir. Yüzleşme sorunu ile ilgili bu noktalar bana daha önemli gibi gelmektedir: Birincisi, ulus-devlet inşasının olmazsa olmaz ve hatta zorunlu kıldığı yeni bir tarih kurgusunun Türkiye örneği ile karşı karşıya olmamızdır. Yani benzer örneklerde de görüldüğü gibi, tarih ve iktidar inşası içinde bazı parçalar öne çıkarılırken bazı parçalar da unutturulur. Tabii, özellikle kuruluş dönemi ‘Türk tarih tezi’ni hatırlatmak yerinde olur. Tarihi çok gerilerden ve başka bir coğrafyadan başlatmakla ihtiyaç duyulan bir meşruiyet sağlanırken, sakat ve objektiflikten oldukça uzak bir resmi tarih ortaya çıkar. Kendi yarattığı tarihin sert çekirdeğinin tartışılması bu yüzden büyük bir sorun yaratmaktadır. İkinci ve daha önemlisi, devlet, tehcir bağlamında yaşananların, kamuoyunda 3T (tanıma, toprak, tazminat) olarak tanınan prosedürü başlatmasından korkmaktadır. Her şeyden önemlisi, bakmayın ’emir-komuta tarihçileri’nin kendinden ’emin’ nakaratlarına ve çağırışlarına, aslında devletin kendisi bile bu dönem yaşananlarla ilgili tam kendinden emin değildir.

Ermeni tehciri ve sonrasında yaşananlara ilişkin tartışmalardaki kısırdöngüden kurtulmak için ne yapmalı?

Öncelikle konuyla ilgili belgesel yayınların artırılması ve özellikle Emniyet-i Umumiyeti Müdüriyeti 2. Şube’nin Ermeni Masası’nın topladığı dosyaların kamuoyuna bir an önce açılması yararlı olacaktır. Murat Bardakçı’nın özel arşivinde bulundurduğu belgeleri kamuoyuyla paylaşması da yerinde olur. Ermeni Konferansı’na tepkisinden dolayı dönem dönem piyasaya sürdüğü belgelerin tümünü toplu bir halde kamuoyuna sunarsa, çok şeyler netleşebilir. Bir de bilgi üretim, dağıtım ve paylaşımı konusunda devlet yetkililerinin hassas davranmaları ve asgari özgür ortamı sürdürmesi gerekir.

‘Ermeni olmam ilgi çekiyor’

Annem ve babam Yozgat’tan gelmişler. Bu toplumda Ermeni olduğumu daha önce pek hissetmezdim. Ama farklı olduğumu son zamanlarda daha fazla anlamaya başladım. Yakın çevrem çoğunlukla Ermeni. Ama Ermeni olmayan arkadaşlarım da var. Türk arkadaşlarım bana hiçbir zaman kötü davranmadılar, aksine Ermeni olmam onlara hep ilginç geldi. Son zamanlarda Ermeni olduğumu daha fazla hissetmemin nedeni, bu sorunun çok fazla gündeme gelmesi ve biraz da şiddet dozu yüksek biçimde tartışılması. Bu tartışmalar yaşandıkça Ermeni olduğumu bilen insanların bizlere daha değişik şekilde bakmaya başladıklarını hissediyorum. Eskiden Ermeni olduğumu duyanlar sadece farklı olduğum düşüncesiyle hoş bir ‘Aaa’ nidasıyla tepki verirken, şimdi Ermeni olduğum duyulunca ‘Hııı’ diye tepki veriyorlar. Bu ‘Hıı’ nidasının anlamı: ‘Hıı şu tartışmaların Ermenisi’ şeklinde de okunabilir. Ermeni okullarında eğitim gördüm. Bu okullarda da tarih ve milli güvenlik derslerinde Ermenilerle ilgili ağır ithamlar var. Mesela ‘Ermeniler Türkleri arkadan vurdu’ diye yazıyor. Hoca bu bölümleri kendisi de anlatmaz, kitaptan bizlere okuturdu. Büyüklerimiz dışarıda haç takarak dolaşmamızı da istemediler. Haç taktığım için bugüne kadar hiç zarar görmedim ama insanlar dönüp bakıyorlar. Ben de haç yerine daha minimal şeyler takıyorum.

– BİTTİ –

Yorumlar kapatıldı.