İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ders çıkar mı?

Gündüz Aktan

Karikatür konusu tam anlamıyla çığırından çıktı. Bir tarafta gösteriler, yakıp yıkmalar, öte tarafta ifade özgürlüğü ve değerlere dayalı inatçı savunmalar. Kafalarda bu sorun nasıl çözümlenecek, bu kargaşadan yararlı bir ders çıkacak mı sorusu var?

Televizyonlara saç-sakal birbirine karışmış pejmürde görüntülü, haykıran, taşlayan, vuran, yakan ürkütücü Müslüman kalabalıklar yansıyor, yansıtılıyor. ‘İşte’ denmek isteniyor, ‘bizim değerlerimizi anlamaktan aciz, geri bir din ve uygarlığın mensupları’. ‘Bunlarla bir şey konuşamayız. Ancak idare edebiliriz’.

Gerçekten de, barış dini olan, tarihte yüksek uygarlık yaratmış ve yarın da yaratma potansiyeline sahip bulunan İslam âleminin bugünkü görüntüsü böylesine sorunlu. Aşağılanan, barbar sayılan, eleştirilen, öğretilen, laf anlamayınca şiddetle tedip edilen bir milyardan fazla bir kitle sürekli kimlik tahribatına uğruyor. Tek tutunacakları dal kutsalları. Kimlikleri ne kadar zayıfsa, kutsalları o kadar güçlü olmak zorunda. Yoksa kendilerini savunamazlar.

Karşılarındaysa kendisini uygar ve de güçlü gören, her zaman haklı olduğunu sanan, düşündüklerini karikatüre yansıtmış olmaktan başka suçu olmadığına inananlar yer alıyor.

Bu tablodan gerçek anlamda bir ders çıkması imkânsız. Ama bazı yararlı sonuçlar yine de çıkabilir. Artık böyle karikatürler kolayca yayımlanamaz.

Bir grup ülkenin büyükelçileri şikâyetlerini iletmek istedikleri başbakanlar tarafından reddedilemez vb.

Olaydan gerçekten özlü ders almak da mümkün. Bunu ancak kendisini ve toplum kültürünü analiz etmek ve eleştirmek yeteneğine sahip olanlar yapabilir. Yahudilerin artık olmadığı bir Avrupa’da böyle bir entelektüel güce sahip insanlar çıkar mı bilinmez.

Tarihin belli bir anında bir uygarlık diğerinden ‘üstün’ olabilir. Bu kıyaslama için bilimsel ölçütler yok. Ama bir uygarlığın yarattığı maddi ve manevi eserler bir kanıt oluşturabilir. Hayatın trajik niteliğinden ütopyalara sığınan Batı, klasik Yunan’a yetişememiş olsa da, bu açıdan kuşkusuz avantajlı görünüyor.

Ama üstünlüğü zamanla kayıtlı, izafi ve değişebilir nitelikte. Aynı biyolojik gen havuzunun vârisi olan insan grupları arasında zaten aşılamaz farklar olamaz.

Irkçılık bu noktada ortaya çıkan bir olgu. Irkçı, hedef aldığı grubun kendisininkinden özü itibarıyla aşağı olduğunu ve bunun değiştirilemezliğini savunuyor. Sn. Gül, Batı’nın Yahudilerin yerine Müslümanları koyduklarını söylemekte haklı. Ancak Batı, kendisiyle bir türlü entegre olamayan Müslüman diyasporayı aşağı görecek haklı nedenler bulabiliyor. Buna karşılık tamamen asimile olmuş, yaratıcılıkta, değil aşağı, belki de üstün olan Yahudilere karşı çok daha yoğun ırkçı nefret duymuş olduğunu unutuyor.

Holokost öncesi dönemde ırkçılık saygın bir düşünce akımıydı. Kant ve Hegel gibi filozoflar, sosyal Darvinistler, bilimsel ırkçılar, sömürgeciler, öjenistler, hatta solcular ırkçı görüşleri rahatça savunurlardı. Bugün ‘yeni ırkçılık’, farklı grupların iç içe değil, yan yana yaşamasını isteyen ‘kültürel göreceliği’ kalkan alıyor; ‘geri’ ülkelere yönelttiği demokrasi ve insan hakları eleştirilerindeki mübalağaya gizleniyor.

Bizi AB’ye almak istemeyenler, din/kültür farkına atıfta bulunurken, Ermeni soykırımı suçlamasını yaparken, Kürt bağımsızlığını desteklerken, ırkçı nefretle gerçeklerin ayrıştırılması çok zor bir alaşımını yapıyorlar.

Derken bir bakıyorsunuz, Norveç PKK’yı terörist listesinden çıkarıyor; birileri Hollanda’da sokakta yabancı dilden konuşmayı yasaklıyor, Almanya’da okul bahçesinde Almancayı dayatıyor, vatandaş adayı Müslümanlara olmadık sorular soruyor, Danimarka’da karikatürler çıkıyor, Avrupa İslam’ı hevesleri beliriyor. Bu girişimler çatışmaları çözme, entegrasyon, ifade özgürlüğü, hoşgörülü din yaratma gibi iyi niyetlerle açıklanıyor.

Batı Avrupa savunmayı bırakıp gerçekten ne yaptığını anlamaya çalışmazsa, Batı kültüründeki ırkçılık, mutasyona uğrayarak günün şartlarına uygun kisveler altında ortaya çıkacak ve hepimizin başına felaketler getirecek.

Yorumlar kapatıldı.