İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Çılgın Türklerin trajedisi

Etyen Mahçupyan

Trabzon’daki Santa Maria Katolik Kilisesi’nin rahibi Andrea Sentore, reşit olmayan bir genç tarafından sırtından vurularak öldürtüldü. Gencin elinde ilk kez kullanılan son model bir silah vardı…

Sorgulamasında katil Batı basınında yayınlanan karikatürler nedeniyle infiale geldiğini söylerken, dolaylı delil üretme yollarını kullanan bazı merciler katille ölen rahip arasında parasal bir ilişki olduğunu ima ettiler. Böylece rahibin parayla insanları Hıristiyan yapmaya çalışan bir misyoner olduğu havası yaratılarak cinayetin ‘halkımızın temiz vicdanında’ aklanması hedeflendi… Görünen amaç dindar kesimin milliyetçi projeye bağlanmasıdır. Çünkü Türkiye’deki milliyetçiliğin hedefi AB ve Batı karşıtlığı üzerinden ülkenin içe kapanıp otoritaryanizm altında tutulması iken, dindar kesim AKP’nin açtığı yoldan dünyayla bütünleşmeye gidiyor. Bu gidişin engellenmesi dindarların da milliyetçileşmesi ile mümkün ve onları tahrik edecek şey de tabii ki misyonerlik faaliyetleri. Bu nedenle son dönemde bütün milliyetçiler Türkiye’de misyonerlik faaliyetlerinin ne denli tehlikeli olduğunu söylemekle meşguller. İslamî duyarlılığa sahip kesimin bu düzeysiz provokasyona düşüp düşmeyeceğini kısa zamanda göreceğiz.

Öte yandan Sentore cinayeti bir süreden beri devam eden ‘çılgın Türkler’ senaryosunun doğal sonucudur. Bilindiği gibi ‘çılgın Türkler’ Kurtuluş Savaşı’nda kahramanlıklar göstermiş olduğu varsayılan bazı insanların muhayyel hikâyelerini sunan bir kitabın adı. Yüz binlerce satan bu kitabın yarattığı etkiyi kendi misyonuna uygun bulan Hürriyet Gazetesi de söz konusu hikâyeleri dizi yapmış durumda. Böylece Türkiye kamuoyu kendi ezikliğini, aczini geçmişe ilişkin kurguların gerçek kabul edilmesiyle telafi etmeye çalışıyor. Geçmişteki ‘Türk’lerin çılgın kahramanlıklarını okuduğumuzda bizlerin de özde aynı olduğumuzu sanıyoruz belki de… Ne yazık ki bu psikolojik açıdan vahim bir hastalanma hali. Kendi kimliğini doğru dürüst tartışmamış, toplum olmayı becerememiş ama kendisini ‘millet’ sayan bu halk; bugün şovenist hezeyanlar içinde ruh sağlığını hızla yitiriyor. Rahip cinayetine ‘provokasyon’ diyen Hürriyet ise, haftalardır kendi yaptığı provokasyonu görmüyor…

Bu ortam ‘tam zamanında’ gelen Kurtlar Vadisi ile pekişmekte. Batı düşmanlığının en banal örneklerini sunan, ciddiyet atfedilen şablon replikleriyle gülünç duruma düşen bu film herkes tarafından beğenilmekte… Yozlaşma herkese yayıldığı zaman görülmez olur. İnsanlar bir düzeysizliği kaliteli buldukları ve bunu toplumsal özgüvenin parçası haline getirdikleri zaman, manevî intiharın da eşiğine gelmişler demektir. Çevreyi böyle bir ruh hali ile sarmaladığınızda yargıca hakaret eden, polis döven ‘hukuk adamları’ ile karşılaşmanız, milliyetçiliğin giderek mafyatik ilişkileri taşıyan bir kılıf olarak kullanılmasına tanık olmanız doğaldır.

Papa’yı vurma ‘şerefine’ nail ilk kişi olan Ağca hapishane çıkışı bir kahraman olarak karşılanırken, futbol seyircisi “Malatya’da doğdu Papa’yı da vurdu” diye böbürlenmişti… Bu arada eski bir bürokratın ağzından, maçlarda milli marş okunmasının, yığınları ‘ulusallaştıracak’ bir psikolojik harekât taktiği olarak üretildiğini de öğrenmiş bulunuyor; Futbol Federasyonu’nun İsviçre maçı nedeniyle aldığı cezanın nasıl ‘ulusal’ yarar etrafında yorumlandığını da görüyoruz….

Türkiye bilinçli olarak şovenizmin kucağına böylesine itilmeye çalışılırken bir rahibi öldürecek gençleri bulmak hiç de zor değil. Nitekim katilin arkadaşlarından biri “bu kadar ilgi çekeceğini bilsem ben de yapardım” demiş… Çılgınlık iyi bir şey gibi gözükebilir; ama kimliksel anlam taşıdığında toplu intiharı doğallaştırabilir…

Yorumlar kapatıldı.