İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Azınlık olmak çok zor!

‘Türkiye’de Azınlık Hakları Sorunu’ konferansında konuşulanlar bir kez daha gösterdi ki, bu ülkede azınlık olmak da zor, azınlıkların süren sorunlarıyla Türkiye’nin AB’ye girmesi de

CELAL BAŞLANGIÇ

Tarlabaşı Bulvarı’yla Kalyoncukulluk Sokağı’nın kesiştiği ‘köşe apartman’da doğmuştu. Babası Aristodumas diş hekimiydi ve o doğmadan 10 gün önce beyin kanaması geçirmişti. Yatalaktı bu yüzden. Kapı çaldı. Gelen memurlardı. Bir de hamal vardı yanlarında.

Babasını yatağından tutup yerdeki şilteye indirdiler. Altındaki yatağı almışlardı. Giderlerken de “İyi ki böylesin, Aşkale’ye gitmeyeceksin” diyeceklerdi.

Babasının muayenehanesi evlerinin tam karşısındaki küçük bir odaydı. El koydukları ev eşyalarını o odaya tıktılar. Gelen memur yanındaki hamala emir verdi: “Kapıyı kapa ve mühürle.”

Oyuncak at bile haczedildi

Odaya doldurulan eşyalar içinde oyuncak atı da vardı. “Zavallı bir adamdı hamal. Pabucunun arkası basık, topuğu kalkık, pantolonu yamalı, üstü başı ter kokan fakat nur yüzlü bir adamdı. Tam kapıyı mühürlerken ‘Oyuncak atım’ dedim. Adam anladı. Bağlamış olduğu ipi kapıdan çözdü. Bana kapıyı açtı. Aldım atımı, dışarıya çıktım. At kucağımda, adamın yüzüne bakıyorum gülerek. Adam da bana gülümserken birden yüzü dondu. Çünkü arkamdaki memur bağıra bağıra oyuncağımı koparırcasına elimden çekti, mühürlenmek üzere olan kapıyı açtı, içeri fırlattı oyuncağımı ve ‘Mühürle’ dedi. Karşımdaki hamalın gözündeki yaşı gördüm. Fakat ben ağlamamam gerektiğini düşündüm. O adamın çirkinliği, öteki hamalın nur yüzü hâlâ gözlerimin önünde.”

Bilgi Üniversitesi’nden gazeteci Rıdvan Akar, “Bir sözlü tarih çalışması sırasında, şu anda salonda bulunan Mihail Vasiliadis’in oyuncak atının da haczedildiğini dinlemiştim” diyordu. Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink bir sonraki oturumda, “Baksanıza adamın oyuncağını bile almışlar” diyerek yanındaki konuşmacı Vasiliadis’i gösteriyordu.

‘Sarkaç’lı iki yol

TESEV’in İstanbul’da düzenlediği ‘Türkiye’de Azınlık Hakları Sorunu: Vatandaşlık ve Demokrasi Eksenli Bir Yaklaşım’ başlıklı iki günlük uluslararası konferansta, ‘Türkiye’nin gayrimüslim vatandaşlarına yönelik mülkiyet politikalarının gelişindeki tarihsel boyut’la, ‘Gayrimüslim hayatlar ve günlük yaşama yansımalar’a ilişkin çarpıcı tespitler ve örnekler vardı.

Prof. Dr. Baskın Oran açış konuşmasında önündeki kâğıda bir sarkaç çizdi. Bir yanına ‘milli güvenlik devleti’ni, diğer yanına ‘insan hakları devleti ya da demokratik devleti’ koydu. “Burada iki tane yol vardır. ‘Milli güvenlik devleti’ne salındığı zaman sarkaç ‘insan hakları’ zayıflığı yaşanır. ‘İnsan hakları’na doğru salındığı zaman da milli güvenlik devleti zayıflar mı? Bir görüş de şudur: Sarkaç ‘insan hakları devleti’ne doğru salındığı zaman ‘milli güvenlik devleti’ de güçlenir. Neden güçlenir? Bunun nedeni çok açık. Hakkını verdiğin insana güvenebilirsin. Karşıtı da hakkını vermediğin insana güvenemezsindir.”

‘Ulus-devlet’in zorunlu vatandaşlığından AB sürecinin uyum paketleriyle birlikte ‘demokratik devlet’in ‘gönüllü vatandaşlığı’na geçişte yaşananlara etkileyici de bir örnek verdi Prof. Baskın hoca:

Türk-Kürt eşit mi?

“Türkiye’de şunu çok duyduk: ‘Kürtler Türklerle eşit haklara sahiptir. Cumhurbaşkanı bile olabilirler’. İlk bakışta doğru, fakat aslında çok yanlış. İşte örnek. Şerafettin Elçi 22 ay 7 gün bakanlık yapmış, 30 ay 7 gün hapis yatmıştır, bakanlığı sırasında ‘Ben Kürdüm’ dediği için. Bu ülkede hakikaten Kürtler ya da azınlıklar en üst mevkilere gelebilir, altkimliklerini saklamak veya bahsetmemek şartıyla.”

’36 Beyannamesi’ni anlatırken devletin gayrimüslimlere uyguladığı mülkiyet politikasını ‘1915 sonrası ve 1971 sonrası’ diye ikiye ayırdı Prof. Oran. Hocaya göre 1915 sonrası mülkiyete devletin fiili saldırı, 1971 sonrası da hukuki saldırı dönemiydi. “1915’ten 1971’e kadar fiili saldırılarla sermaye transferidir, 1971’den sonraki hukuki saldırıyla sermaye transferidir.”

İsa ve Cebrail mal sahibi!

1936 Beyannamesi bahane edilerek 1971’de Yargıtay kararlarıyla azınlıkların elindeki malların alınmasına ilişkin örnekler de insanı gülümsetiyor. Tarihsel süreç içinde çıkarılan yasalarla azınlıkların mallarını bazı kişilerin üzerine tescil etme zorunluluğu getirilmiş. Bazı azınlıklar mallarını ‘Meryem veledi Hosep’ yani İsa, bazıları da ‘Asadur oğlu Gabriel’ yani Cebrail üzerine kaydetmiş. Açılan davalarda İsa ya da Cebrail ‘bulunamadığı’ için mallarının tescili hâlâ olmamıştır.

Rıdvan Akar’ın anlattığı ‘Varlık Vergisi’nin ekonomik, toplumsal ve siyasi boyutları’, Dilek Güven’in anlattığı ‘Bugün malınıza, yarın canınıza: etnik ve ekonomik homojenleştirme, 6-7 Eylül olayları’ bu coğrafyada ne kadar utanç verici haksızlıkların yaşandığını bir kez daha anımsatması açısından etkileyiciydi.

Yazar Roni Marguiles ‘Yahudi cemaatini temsil etmeyen’ bir Yahudi olarak yaptığı konuşmasında günlük hayatta yaşanan bilinçli ve bilinçsiz ırkçılık nedeniyle hiçbir Yahudi’nin kendisini Türk hissetmeyeceğini söyledi. Roni, cemaat sözcülerinin, “Biz burada çok mutluyuz” sözlerinin doğru olmadığını anlatmak için de bazı sayısal örnekler verdi; 1914 yılında 147 bin olan Yahudi sayısı 1945 yılında 77 bine, 1965 yılında 38 bine düşmüş. Bugün ise 20 bine yakın Yahudi yaşıyor Türkiye’de.

Mihail Vasiliadis ise İstanbul’daki Rum cemaatini anlatırken, son kalan 2 bine yakın insanın yaşlılık sınırına geldiğini, yok olmak üzere olduklarını, bir an önce acil önlem alınmasını ya da alınmasına izin verilmesi gerektirdiğini söylüyor. Çok basitti istemi; 1900’lerdeki yaklaşık 200 bin İstanbullu Rum’a göre işletilen sistemi şimdi kalan 2 bine yakın Rum’a göre uyarlayarak ayakta kalmalarını sağlamak.

Müzelik halk!

Azınlıklarla ilgili yapılan birçok uygulamaya haklı bir itirazı olan gazeteci Hrant Dink’e göre ise Türkiye’deki azınlıklar artık ‘müzelik’ti: “Son zamanlarda azınlıklara bakışta bir farklılık var. Herhalde, ‘O kadar azaldılar ki artık azalmasınlar’, diye düşünüyorlar. Çünkü antikalarını kaybedecekler. Bir de çokkültürlü olduğunu ispatlayacak ya Türkiye, patrikleri cüppeleriyle ortaya çıkarıp, ‘Bakın, Türkiye’de mutlu yaşıyorlar, özgürler’ diyecekler. Hatta Başbakan Tayyip Erdoğan Ermeni Hastanesi’ne gidip müze açacak el kadar bir odada, bütün dünyaya gösterecekler. Azınlıklar azaldıkça varlar. Azaldıkça, ancak var oldukları kabul edilebilir. Bir tür müzelik halka dönüştü azınlıklar.”

Bu kadar çok ‘müzelik etnisite’ ile AB’nin ‘müze standardı’nı tutturabiliriz, ama kesin olan, yadsınamaz bir gerçek var ki Türkiye’de azınlık olmak çok zor. Ancak kendi yurttaşına ‘yabancı’ muamelesi yapan bir kafayla Avrupa Birliği’ne girmek de bir o kadar zor. Sırf AB’nin zorlamasıyla ‘kendi yurttaşına eşit davranıyormuş’ gibi yaparak ‘insan’ olmak daha da zor!

Yorumlar kapatıldı.