İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Çokkültürlü anayasal yurttaşlık

OKTAY AY

Öncelikle Başbakan Erdoğan’ın Diyarbakır konuşmasında Kürt sorununu tanımasının ve çözüm olarak demokrasiyi koymasının ardından Şemdinli’deki olaylardan sonra yaptığı altkimlik ve üstkimlik açıklamaları sistemin bugüne kadar gelen dogmatik, otoriter, militarist, tektipçi özelliğini, kırmızı çizgilerini tartışmaya açtı. Bu bağlamda, sorunları doğru analiz etmek, tanımlamak ve tanımak aciliyeti daha önemli bir nitelik ve içerik kazanıyor. Aynı zamanda bu doğru yaklaşım sonucunda soruna anlamlı ve kalıcı çözümler geliştirilebilir. Erdoğan’ın bu çıkışları devlet geleneğinin üzerine kurulduğu mekanizmanın temel yapısını ve hukuksal oluşumunu dönüştürme gücünü de belli ölçülerde taşıyor. Yani, bu yaklaşım; “Değerlerin meşru ve amirane dağıtımına ilişkin tüm toplumsal etkinlikler, ne denli farklı ve çok sayıda olursa olsun, tek bir karar merkezi, devletin kendisi tarafından yürütüldüğü” (Poggi, 2005: 114) bir organizasyondan çok yerel örgütlenmeleri ve muhalefeti de kapsayan kimlik sorunsallarını ve toplumsal talepleri dikkate alan bir yapıya dönüşüm biçimi yaratabilme ihtimalidir. Yine bu değerlendirme, yurttaşlık kimliğinin tarihsel bağlamda nasıl şekillendiğini ve yeniden nasıl tanımlanması gerektiğini açıklama ihtiyacı hisseder. Fransız Devrimi’nden sonra özgürlük, adalet ve eşitlik prensipleri üzerine kurulan cumhuriyet, Türkiye’de de benzer tahayyülerle kurulmuştu. Yurttaşlık ilkesinin, millileşmeyi temel alan moderniteyi öz olarak kabul eden otoriter, tektipleştiren ve bağımlılılaştıran niteliği “farklı kimliklerin inkarı” üzerine inşa edilmişti. Bu inkar, bir süre sonra belirli direniş pratikleri ile karşı karşıya kaldığında sistemin militarist özellikleri daha derinleştirilerek baskı yöntemleri makro-iktidar formlarına büründü ve bastırma biçimleri daha çok şiddet üzerinden geliştirildi. Ancak bu uygulama, ‘bastırılanın dönüşümü’ şekline bürünen toplumsal ve siyasal bir histeriye dönüşmüştü. Bu dönemin toplumsal refleksleri ve algıları bizden ya da “öteki” biçiminde oluştu. Hatta 6-7 Eylül, Maraş Katliamı, Sivas olayları bunların somut ve süreklileşmiş örnekleri olarak kabul edilebilir ve bu sonuç olarak, kimlik sorunları yaratan, toplumsal çatışmalara neden olan, darbelerin yolunu açıp onları meşrulaştırma biçimleri olarak ortaya çıktı.

Küreselleşme, ulus-devletin vatandaşlık tanımını, alışılagelmiş modernist pratiklerini ve algılarını değiştirdi, daha çok heterojenlik, çokkültürlülük ve entegrasyon ekseninde dönüştürdü. Bu yeni pratikler ve algılar Türkiye özelinde alışılmış ilişki biçimlerini ve toplumsal kodları sarsarken, derinleştirilmiş ve kutsallaştırılmış iktidar kendi egemenlik alanının daralması endişesi ile farklı pratikler sergiledi. Özellikle Şemdinli olaylarını bu bağlamda değerlendirebiliriz. Şemdinli’de halk devletin hukuksal ve siyasal yapısının dönüşümünü talep ediyor. Aynı zamanda, halk kendi varoluşunu “vatandaşlık” kavramının yeniden tanımlanmasıyla “kendi özneleşme” tahayyülünü olgunlaştırdı, dolayısıyla da “çokkültürlü anayasal yurttaşlık” güvencesi altına alınması beklentisi içerisine girdi. Marshall toplum ve yurttaşlık arasındaki ilişkiyi şu şekilde tanımlıyor: “Kişinin toplum yaşamına katılma talebi, toplum mirasından bir pay talebidir ki, bu da esasında toplumun tam donanımlı bir üyesi yani yurttaş olarak kabul edilme talebidir.” (Marshall ve Bottomore 1992: 6. Aktaran Urry 2005: 149). Bu bağlamda, toplumsal dönüşümün temel belirleyeni salt hukuksal ve siyasal değişimlermiş gibi görülmesine rağmen, ‘farklı kültürel kimliklerin tarihsel varoluş mücadelelerinin ve trajedilerinin paylaşılarak ortak hissiyatlar yaratılması ve kültürlerin birbirine yakınlaşmasını sağlayacak sorgulamaların yapılması’, birlikte yaşayabilme olgusunu yaratır. Keyman’ın da belirttiği gibi “Vatandaşlık alanı, farklı kimlikleri kapsayıcı, bu kimlikler arası ilişkide ortak bir dil yaratacak, demokratik yönetim ve hukukun üstünlüğü ilkesini güçlendirecek alandır.” (s.280).

Toplumsal kesimlerin aidiyetlerinin sosyal, ekonomik, psikolojik ve ahlâki olarak tanımlanması ancak hukuksal ve siyasal dönüşümler yapılarak anlam kazanabilir. Bu anlamlandırma süreçleri yeni ilişki biçimleri yaratır ve toplumsal algılardaki “ezberleri” bozar. Yakınlaşma diyaloga dönüşür ve diyalog birlikte yaşama arzusunu güçlendirecek toplumsal formasyonlar oluşur.

OKTAY AY: BÜ, öğrenci

Poggi, Gianfranco: “Modern Devletin Gelişim”, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2005

Keyman, E.F.: “Değişen Dünya, Dönüşen Türkiye”, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2005

Urry, John: “Küreselleşme ve Yurttaşlık”, Humanite Dergisi, 9.Sayı, Eylül-Ekim, 2005

Yorumlar kapatıldı.