İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Patrikhane niçin sorun?

Etyen Mahçupyan

Bir toplumun kültürünü oluşturan unsurları zaman içinde kaybetmesi, daha dar kalıplara sürüklenmesi insanlık açısından bir israftır. Ama bu kurumayı bir homojenleşme vesilesi olarak algılayıp onaylayan ideolojilere mahkum olunduğunda, söz konusu israf aynı zamanda toplumun insani yüzünü gizleyen bir reddiyeciliğe dönüşür. İnsanların çoğunluğu, sırf çoğunluk oldukları için, azınlıkta kalanlara gözlerini ve kulaklarını kapadıkça, bu reddiyecilik de sistemleşir ve hoyratlaşır… Türkiye’nin bir türlü çözülemeyen bir Patrikhane sorunu var. Patrikliğin ekümenik sayılmasına karşı çıkılırken, ruhban okulunun yeniden açılmasını engellemeye yönelik de büyük bir direnç gösteriliyor. Oysa herşeyden önce Patrikliğin ekümenik olup olmaması bize kalmış bir mesele değil. Bireysel ve dini kurumlar düzeyinde bakıldığında bugün Heybeli’deki Rum Ortodoks Patrikliğini ekümenik kabul eden de var, etmeyen de… Ancak devletler dini kurumlar değil… Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti açısından önemli olan kendi vatandaşlarının kabulüdür. Laik bir devletten beklenen, dinsel kurumların vatandaşın geleneksel algılamalarından hareketle tanımlanmış olan niteliklerini yaşatmak ve eşitlik, adalet gibi ilkeler çerçevesinde korumak olmalıdır.

Bugün Türkiye’de Rumlar çok az sayıdalar, ama onlar hala vatandaş; ve eğer Anayasa’yı dikkate alacaksak eşit vatandaşlar. Bu vatandaşlar Patrikliği ekümenik olarak gördükleri gibi, dünyanın dört bir yanına savrulmuş tüm Anadolu Rumları da aynı görüşte. Dolayısıyla işin temelindeki soru devletin Anadolu’ya ve insana mı, yoksa içinin nasıl dolduğunu tam olarak bilemediğimiz bir ‘milli yarar’a mı sahip çıkacağıdır. Öte yandan Patrikliğin ekümenik addedilmesinin, gerçekte Türkiye’nin milli yararı açısından çok daha elverişli olması ise, bu direncin ardındaki kavrukluğu ortaya koyan bir ironi…

Ekümenik sıfatına itiraz edenlerin Lozan’dan söz etmeleri, Yunanistan’dandaki müftülüğü örnek göstermeleri ise gerçekten utanç verici: Çünkü Lozan Yunanistan’la yapılmış bir antlaşma olmadığı gibi, Türkiye başından beri Lozan’ı tam da gayrımüslimler konusunda sürekli ihlal etmekte. Antlaşmanın talep ettiği yükümlülükleri yerine getirmek bir yana, azınlık cemaatlerin kendilerini geliştirmelerini engelleyen sistematik bir siyaset yürütmekte. Kısacası bu mesele bir başka ülke ile takabüliyet üzerinden ele alınamaz, çünkü bu insanlar Türkiye Cumhuriyeti’nin ‘eşit’ vatandaşları. Bir başka ülkenin ayıbına sığınarak kendi ayıbımızı savunmak zül değil mi?

Ruhban okulu ise bir dizi ‘yanlış anlama’ sonucu bugünkü haline getirilmiş bir mesele. Çünkü 1971 yılında yüksek okulların üniversitelere devredilmesi kararı çerçevesinde kapatılan bu okul, hiçbir zaman diğerleriyle eş düzeyli bir ‘yüksek okul’ olmadı. Aksine Lozan’a atfen yürürlükte olan yasa maddeleri çerçevesinde ‘azınlık kurumu’ statüsüyle eğitim vermeye devam etti. Verilen eğitim ise günümüz imam hatipleri gibi, teoloji müfredatı destekli bir lise eğitimi idi. Türkiye işine geldiğinde Lozan’ı savunma, işine geldiğinde de ‘laik’ cumhuriyet olmaya sığınma alışkanlığını artık bırakmalı. Eğer Lozan geçerliyse ruhban okulunun açılması gerekiyor. Yok eğer laiksek sadece Müslümanların bir bölümüne hizmet veren Diyanet’in anlamı ne? Bırakın ki, laikliğe sarılacak olsanız bile, bu ülkenin kurucu antlaşması olan Lozan’ı kenara atamazsınız… O Antlaşma bu ülkeyi dünya nezdinde meşru kılarken, geçmişteki haksız ve kasti uygulamalara meydan vermeyecek bir cumhuriyet olması için söz konusu maddeleri getirmişti. Türkiye’de bugün hala azınlıklara ilişkin sorun yaşanıyorsa, nedeni devletin ‘gayrı cumhuriyetçi’ tutumundan başka bir şey değil…

Yorumlar kapatıldı.