İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Konferans’da belge arayanlar için

Etyen Mahçupyan

İttihat Terakki döneminin bütünselliğine yönelik önemli ipuçları üreten ‘Osmanlı’nın Çöküş Döneminde Ermeniler’ başlıklı Konferans’a magazinel tarihçi dünyasından da epeyce eleştiri geldi. Bu pop tarih anlayışının temsilcilerinden biri olan Murat Bardakçı, gelip dinlemediği ancak “içerde konuşulanlardan anında haberdar olduğu” toplantıda “söylenenlerin mahiyetini öğrenince gitmemekle gayet iyi yaptığını” yazmıştı. Çünkü ona göre katılımcıların bir kısmı “1915 Türkiye’sinde bir soykırım yaşandığını ispat edebilmek için var güçleriyle çaba gösterirken”, diğerleri “zavallılar” edebiyatı yapmakta, hatta bazıları işi “Ermenileri 19.yüzyılda da öldürmüştük” demeye kadar gitmekteydi… Bu durum tabii ki Bardakçı gibi halis bir tarihçinin canını fazlasıyla sıkmıştı. Çünkü bilindiği gibi tarihçilik ‘belge’ demekti ve oysa Konferans’da ‘laf’dan başka şey yoktu… Bardakçı bunu idrak ettiği anı şöyle anlatıyor: “Dayanamadım ve 1915 olaylarıyla ilgili bir belge yayınlayayım dedim.” Talat Paşa’nın not defterinden hareketle o dönemde 1,5 milyon olan Ermeni nüfusunun bir yıl içinde 400 bin civarına indiğini gösteren bu önemli belgeyi, Bardakçı “Konferansın belgeden nasibini almamış olan katılımcılarına sevabına hediye ediyorum” şeklinde sunmaktaydı…

Kendine tarihçi denmesini isteyen birinin kaleminden çıkan bu satırlar, Türkiye’de magazinciliğin geldiği derinlik düzeyi hakkında iyi bir fikir vermekte. Anlaşıldığı gibi bir konferansla ilgili yorum yazmak için o konferansa gitmek gerekmediği gibi; açıkça yanlış ve belki de yalan olan kulaktan dolma bilgileri ‘belge’ kıvamında ele almak da mübah sayılmakta. Dahası eldeki babadan kalma belgeyi yeni imiş gibi ısıtarak öne sürerken; daha önce yayınlanma sözü verilmiş olan aynı Talat Paşa defterinin ‘Ermeni malları’ bölümünün niçin sansür edildiğini hatırlamama gibi bir meziyet sergilenmekte. Ama tarih kültürümüzün unutma üzerine kurulduğu düşünülürse, böylesine iyi bir tarihçimizin geçen ay olan biteni unutmuş olmasını niçin yadırgayalım?

Bu vesileyle asıl konuya dönersek, kamuoyumuzun Konferans’da birçok belgenin sunulduğunu ve bunların hiçbir yayın organında ele alınmadığını bilmesinde yarar var. Medyamız bu Konferansın ille de ‘belgesiz’ olmasını istedi herhalde, ama maalesef öyle değildi… Ben bugün sadece birinden kısaca söz edeceğim, çünkü bu şerefin araştırmanın sahibi Cemil Koçak’a ait olması gerekir. Bir Cumhuriyet tarihçisi olan Koçak ‘Teşkilat-ı Mahsusa’yı Nasıl Bilirsiniz?’ adlı tebliğinde 1931 yılında emekliliğini isteyen birinin izini sürerek ulaştığı bir dizi belgeyi gündeme getirdi. Söz konusu emeklilik müracaatının ilginç noktası, dilekçeyi veren kişinin emekli olduğunu kanıtlayan hiçbir belge sunmaması, ama kendi gençlik yıllarının hikayesini anlattıktan sonra ‘isterseniz beni devleti yönetenlere sorun’ demesiydi… Doğal olarak böyle bir dilekçenin ciddiye alınması beklenmese de; bu kişiyle ilgili dönemin Milli Savunma Bakanlığı’ndan gelen cevabi yazı sonunda, kendilerinin bir ay içinde emekli olduklarını, ardından kısa bir süre içinde Hariciye kadrosuna alındıklarını ve de milletvekili olup uzun yıllar ‘vatana hizmet’ ettiklerini eldeki belgelerden anlıyoruz. İşin hoş tarafı gene saygın bir belge olan Millet Meclisi üyelerini gösteren yıllıklarda bu kişinin 1914 yılında emekli olduğu ve sonrasında ‘bilgi ve görgüsünü artırmak için yurtdışında görev yaptığı’ yazmaktaymış…

Daha fazla detay yazarak Cemil Koçak’ın emeğinin üzerine oturmak istemem. Ama galiba artık ben de şu ‘belge’ denen şeyin önemini kavramaya başlıyorum… Özellikle Koçak gibi gerçek tarihçilerin eline geçtiğinde ve onların mesafeli bilimsel bakışı içinde yorumlandığında.

6 Kasım 2005, Pazar

Yorumlar kapatıldı.