İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Beyinlere pranga vuruluyor

Savcılar ünlü yazar Orhan Pamuk’a dava açıyor. Ermeni yazar Hrant Dink’e ceza veriliyor, sonra da bu cezası erteleniyor. Daha önce de Ahmet Altan’a yazdığı ‘Atakürt’ yazısı nedeniyle ceza verilmişti ve bu ceza ertelenmişti. Dünyaca ünlü yazarımız Yaşar Kemal de yine yazısı nedeniyle mahkum edilmiş ve ardından cezası tecil edilmişti.

Acaba Türkiye, ünlü yazarlara böyle davalar açıp kendisini uluslararası platformlarda tartışmalı hale getirmekten zevk mi alıyor?

AB’nin Genişlemeden Sorumlu Komiseri Olli Rehn’in ziyaret ettiği Orhan Pamuk, kendisine açılan dava için endişelenmediğini belirtiyor, asıl sorunun Türkiye’deki demokrasi olduğunu belirtiyor.

Gerçekten de hiç kimse Orhan Pamuk’un hapse atılacağını düşünmüyor. O halde bunca gürültü, bunca patırtı neden?

Bunun en önemli nedenlerinden birinin insanların düşünmesini, konuşmasını, yazmasını, üretmesini, eleştirmesini engellemek olmalı. Çünkü Türkiye’nin temel sorunlarına ilişkin devletin resmi görüşünün dışında kimsenin bir tez ileri sürmesi istenmiyor. Bunun için özellikle de çok ünlü yazarlara davalar açılıyor. Böylece topluma ‘Bu devlet Yaşar Kemal’e, Orhan Pamuk’a, Ahmet Altan’a dava açıyorsa, diğerlerine kim bilir ne yapar’ diye mesaj verilmiş oluyor. Ve toplumun geniş kesimlerinin gözü korkutuluyor, yazı yazmak isteyenin eli titretiliyor, konuşmak isteyen iki kez düşünmek zorunda bırakılıyor.

Yani ünlü yazarlara davalar açılarak bütün olarak toplum sindirilmiş oluyor. Düşün dünyası çoraklaştırılıyor.

Devlet, hem dava açıyor, yargılayıp ceza veriyor, hem de bu cezayı erteliyor. Böylece yazarlara 3-5 yıl boyunca ‘ikinci kez yazma’ demiş oluyor. Gerçekten de yargılanıp mahkum edilenler cezalarının tecilli olduğu süre boyunca mahkeme kapısı görmediler. Yani cezaların ertelenmesinin etkili olmadığını söylemek zor gözüküyor.

Devlet, aydın ve yazarları yargılarken almış olduğu tepkiyi, cezalarını erteleyerek durdurmasını biliyor.

Yazarları ve yazıp çizmeyi düşünenleri ‘sindirerek’ daha etkili bir yol seçmiş oluyor.

Devlet, sıkıştığında kullanmak üzere, bazı önlemler de alıyor. Örneğin Hrant Dink’e uygulanan yeni TCK’nin de 301’inci maddesinde (eski TCK’nin 159’uncu maddesinde de vardı), ‘Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz’ fıkrası bulunuyor. Bu fıkra tam bir utanmazlık abidesidir. Birincisi bu fıkra düşüncenin suç olduğunu gösteren en önemli kanıttır. Başka şahide gerek yok. İkincisi ‘bir düşüncenin eleştiri amacıyla’ yapılması durumunda suç oluşturmadığı belirtilerek, aslında ‘niyetlerin’ sorgulanıp cezalandırıldığı ortaya çıkıyor. Ceza hukukunun temel ilkelerinden biri olan ‘kasıt unsurunun’ dikkate alınmadığının itirafıdır bu. Yani kasıt unsuru bir cezayı vermek için gerekli olan temel dört unsurdan biridir. Kasıt unsuru yoksa ceza verilemez.

İyi de tüm hukuk sistematiğini bu kadar pervasızca ihlal eden bu fıkra, neden hem eski hem de yeni ceza kanununa konuldu. İşte burada topluma karşı psikolojik savaşın ince taktikleri devreye giriyor. Devlet, mahkemelere şöyle demek istiyor: ‘Resmi ideoloji dışına çıkan yazar ve aydınları yargılayın. Bunu aydınlara yönelik olarak da uygulayabilirsiniz. Fakat çok gürültü, patırtı çıkarsa ‘eleştiri amacıyla yapılmıştır’ diyerek ünlü aydınları cezadan muaf tut. Konjontüre göre diğer muhalif kesimlere uygula.’

Aydın ve yazarlara uygulanan hükümetin, yargı organlarının, askerin, polisin uygulamalarını eleştirenlere ceza tehdidi altında bırakan 301. madde, Adalet Bakanı Cemil Çiçek tarafından ‘AB ülkelerinin yasalarından alındı’ şeklinde arka çıkılıyor. Evet, bu madde Avrupa’dan alındı. Ama bugünkü Avrupa’dan değil, faşist Musolini’nin İtalyası’ndan, Hitler’in Almanyası’ndan alındı. El insaf!..

Yorumlar kapatıldı.