İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Konferansın ardından

Murat Belge

‘Ermeni konferansı’ yapıldı. Pek çok gazetenin belirttiği gibi, dünyanın sonu gelmedi. Güneş bu sabah doğmakta biraz zorlanıyor, ama nedeni konferans değil, bulutlar. Bulutların nedeni de konferans değil, bazı meteorolojik koşullar. Daha verimli bir biçimde kullanılabilecek bazı yumurtaların boş yere kırıldığını basından izliyorum. Tabii buna da şükür: o yumurta atanların ağabeyleri bundan 30 yıl önce bomba atarak insan öldürüyorlardı. Amaçları, istekleri gene aynıdır, sanıyorum, ama araç değişince sonuç ölümcül olmuyor.

‘Yat borusu’yla yatan ve ‘kalk borusu’yla kalkan bir toplum, bizim militarist ideoloji donanımlı toplumumuzda, öteden beri, bir kuvvet nişanı olarak görülmüştür. ‘Birlik ve beraberlik’, en yaşlı olanlarımız doğmadan önce, bu toplumun en büyük (ama bir türlü ulaşılamayan) ideali olmuştu. Bunun daha keskin ifadesi olan ‘sıkılmış yumruk’ benzetisi, özellikle belirli çevrelerin zihniyetinde ‘şiirsel’ bir etki bile yaratır.

Bunlar, toplumu ‘potansiyel bir ordu’ olarak gören askeri bir dünya görüşünün söz sanatları: ‘yat borusu’, ‘kalk borusu’, ‘toplan borusu’ ve birtakım emirler. ‘Hayat bir savaştır’. ‘Herkes bize düşmandır’. Onun için biz de her an savaşa hazır olmalıyız, her an ‘seferberlik’ emrini beklemeliyiz.

Günümüzde bir toplumun ‘güçlü’ olması, bu şekilde emir beklemesi ve emre itaat etmesi çerçevesinde anlaşılmıyor. Aslında ‘günümüzde’ demek belki çok anlamlı değil, çünkü bunlar ‘günümüz’le sınırlı konular değil. Örneğin eski Yunan medeniyetinde de hem ‘Atina’ kenti, hem de ‘Sparta’ kenti vardı. Tarihte bu ayrımın pek çok örneğini tespit edebiliriz. Değişmeyen, sonraki dünyanın kültürel zenginliğine ‘birlik ve beraberlik’ örneklerinin değil, ‘kültürel çeşitlilik’ örneklerinin katkıda bulunmasıdır. Atina’nın uğradığı en büyük hezimet Perslere veya Sparta’ya yenilmesi değil, kendi eliyle Sokrates’i zehirlemesidir.

Bugünkü Türkiye’nin ‘birlik ve beraberlik’ ideolojisi sahipleri, sözgelişi ‘Ermeni kıyımı’ gibi bir konuda, dünyaya karşı ‘sıkılmış yumruk gibi’ durmanın, bu konuda güçlü tavır alma olduğunu düşünüyorlar. Ama dünya güçlü olmanın bilgi ve düşünceden geçtiğini, bilgi ve düşüncenin ise çeşitlilik olmadan olmayacağını bildikleri için, bizim o ‘sıkılmış yumruk’ halimizi bir faşizm örneği olarak görüyor ve değerlendiriyorlar.

‘Faşist olmak’ da, son analizde, demokratik bir hak -bilgisiz kalmak, ahmak olmak gibi. Siz, milletçe, faşist olma yolunda böyle büyük bir azim ve kararlılık gösterirseniz, kimse size ‘İlle öyle olma’ demez, ama ‘Benden uzak dur’ der.

‘Benden uzak dur’ der, ama bunu demekle kalmaz. Bu dünyada -ne
yazık ki- herkes hakkında konuşup durduğu için, ‘X öyledir, şunu şunu yapmıştır’ demekten de vazgeçmez. Üstelik, siz ‘sıkılı yumruk’ misali durdukça, bu söylenenler de bir o kadar fazlalaşır.

Bugün herhangi bir ülkenin parlamentosu Britanya’nın Hindistan’da uyguladığı mezalim hakkında bir karar filan çıkarma gereğini duymuyor. Çünkü Britanya’da herkes bu konu üstüne istediği gibi bilgi üretiyor, ‘Bu bir rezaletti’ diyor vb. Böyle olduğu ölçüde, konu dünyanın geri kalan kısmının dikkatini kendi üstüne çeken bir konu olmaktan çıkıyor.

Konferansın yapılmasının ana amacı bu değildi. ‘Ulusal çıkar’, ‘gerçeklikle ilişki’ gibi konularda yazmaya devam ederken, buna ilişkin daha birçok şey söyleyeceğim. Amacı bu değildi, ama sonuçlarından biri Türkiye’yi uluslararası planda rahatlatmak olacak.

Yorumlar kapatıldı.