İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Demokrasi, ulusal çıkar, üniversite

Gündüz Vassaf

Son yıllarda Türkiye’nin özgürlük ve demokrasi yolunda ne kadar mesafe kat ettiğinin bir kanıtı, ilk bakışta akla gelmese de, idare mahkemesinin Boğaziçi Üniversitesi’nde yapılacak olan ‘İmparatorluğun Son Günlerinde Osmanlı Ermenileri’ adlı konferansı durdurma kararı.

Toplantının Bilgi Üniversitesi’nde, tüm olası provokasyonlara karşı yapılmasıysa, tez canlı da olsa, Türkiye’de üniversitelerin yıllardır özlenen akademik özerkliğe yüreklilikle sahip çıkma gayretinden de öte, düne kadar eksikliği hissedilen devlet sorumluluğunun heba edilmemesi çabası.

Toplantıyı durdurma kararının çıkması için başvuran Hukukçular Derneği adlı bir kuruluşun sözcüsünün üniversiteyi bu toplantıyı yapmasın diye uyararak, “Bu millet, sizi engin hoşgörüsünden istifade ettirmeyecektir” sözleriyle tehdit etmesi Cumhuriyet tarihi boyunca, memleketin çıkarları ile demokrasi arasında çelişki gören bir zamanki egemen görüşün acz içinde çırpınmasının belirtisi. Anayasa’daki sosyal haklar bize lüks geldi diyen darbeci başbakanların yerini, günümüzde idari mahkeme koridorlarında sessizce karar çıkartmak isteyenlerin alması, kararın hukuksal temelinin zayıflığına rağmen, ülkede demokrasinin giderek kurumsallaştığının başka bir belirtisi. 12 Eylül darbesiyle YÖK’le susturulup kapıkulları locası haline getirilen üniversitede akademik özerklik ve düşünce özgürlüğünün, aslında Türkiye’nin de çıkarlarının elzem bir parçası olduğu da, mahkeme kararına ulusal ve uluslararası tepkilerle bu şekilde gündeme gelmiş oldu. Daha dün Osmanlı tarihini bile özgürce konuşamayan bir ülke konumunda diye bilinen Türkiye, son mahkeme kararıyla birlikte, Başbakan’dan sokaktaki insana kadar düşünce özgürlüğünün önemini vurgulayan bir ülke. Yurtdışından Türkiye’ye bakınca da, artık bir kişi ya da bir avuç insanın, insan hakları ve demokrasi havarisi olduğu gerçekdışı görüntüsü tepetaklak oldu. Tersine asıl Türkiye’de demokrasiyi, düşünce özgürlüğünü engellemek isteyenlerin bir avuç kişi olduğu manzarası, ortaya çıkmaya başladı.

Üniversite toplantısının mahkeme kararıyla durdurulması çoğu kişinin üzülerek vurguladığı gibi Türkiye’nin AB’ye layık olmadığı görüntüsünü de bence vermeyecek. (Zaten, ‘Gözünün üstünde neden kaşın var?’ diyen Türkiye karşıtları her fırsatta hezeyanlarını sürdürecek.) Tam tersi, hukuku çiğneyerek hukuku kullansalar da, AB karşıtlarının eski alışkanlıklarıyla toplantı basarak değil, nispeten demokratik sayılan yöntemlerle tutumlarını belirttikleri bir durumla karşı karşıyayız. Türkiye’nin de Avrupa yolculuğunu, hükumetin yangından mal kaçırırcasına kendi özel gündemi için sürdürdüğü görüntüsünün yanında, bu ülkede dünden itibaren basını, parlamentosu, sivil toplum kuruluşları ve kamuoyuyla demokratik ilkelere sahip çıkan bir tablo var.

AB yolunda Türkiye elbette önümüzdeki uzun süreç içinde çeşitli nedenlerle kendisine dayatılmak istenen kimi taleplere direnecek, bu süreçten önceden geçen her ülke gibi, kendi tercih ve önceliklerini vurgulayacaktır. Bunun sağlıklı bir şekilde olabilmesi ise herkesin düşüncelerini özgürce kamuoyuna yansıtmasına, tartışmaların kamuoyuna mal edilmesine bağlı. Toplantının durdurulmasıyla gündeme gelen fikir özgürlüğünün ülke için hayati önemi, ülke çıkarlarıyla demokrasinin ayrılmaz bir bütün olduğu, belki Cumhuriyet tarihinde son günlerde hissedildiği kadar hiç duyulmamıştı. Belki de Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir hükümet ülkede üniversite özerkliği ve akademik özgürlüğün gerekliliğinin, daha üç ay önce Meclis kürsüsünden seslenen kendi sözcüsüne rağmen, bu vesileyle bu denli farkında oldu. İlk kez üniversite özerkliği ve akademik özgürlük basın ve kamuoyunun kendi meselesi oldu.

İleride bu ya da başka bir hükümetin ya da başka güç odaklarının bugün oluşmasına arka çıktığı özgür tartışma ortamının, bir gün başka bir bağlamda aleyhine gelişebileceğini de görmesi, o hükümetin zayıflığından çok, ülkede demokrasinin güçlü olduğunun kanıtı olacaktır.

Yorumlar kapatıldı.