İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Yargıda asıl sorun içsel tarafgirlik

Erdal Safak

İstanbul 4’üncü İdare Mahkemesi’nin Ermeni Konferansı’yla ilgili kararı, çağdaş hukukun yükseldiği temellerin reddi anlamına geliyor: Düşünce özgürlüğü, ifade özgürlüğü, toplantı ve gösteri yürüyüşleri özgürlüğü, akademik özgürlük… Üniversitelerin bilimsel özerkliğine indirdiği darbe de cabası…

Yargının siyasallaşması kavramı, genelde siyasetin adalet sistemine müdahalesi ve adalette kadrolaşma çabaları olarak algılanıyor.

Oysa sorunun çok daha önemli bir boyutu var: Hâkimlerin sadece bağımsız değil, aynı zamanda tarafsız olmaları ilkesinin aşınması. Daha açık ifadeyle, yargıçların siyasal tarafsızlığının tartışmalı duruma gelmesi.

Hukuk fakültelerinin ilk sınıfında anlatılır: Yargıçlar dış etkenlerden ötürü tarafgir olabilecekleri gibi, içsel nedenlerle de böyle bir konuma sürüklenebilirler. Onların önyargıları, sempatileriantipatileri, ya da kanaatlerinin özellikle karar verme sürecinde ortaya çıkması, hukuk ve özgürlükler için en büyük tehlikedir.

Hele bir de kendilerine devletin muhafızları rolünü biçerlerse, “bekçi yargıç” olurlarsa, “Berlin’de yargıçlar var” kutsal güvencesini rafa kaldırabilirsiniz. Çünkü o rolü üstlenmiş yargıçların kararları hukuka değil siyasete dayanır. O kararlar hukuk belgesinden çok siyasi parti bildirilerini andırır.

İstanbul 4’üncü İdare Mahkemesi’nin Ermeni Konferansı’yla ilgili olarak verdiği yürütmeyi durdurma kararı bu saydığımız tarafgirliklerden hangisine giriyor? Bizce ikisine de.

Adalet Bakanı’nın “Bu, Türk milletini arkadan hançerlemektir. Türkiye’de ‘Özgürlük yok’ diyorlar ya; bu milleti arkadan hançerleme özgürlüğü var. Keşke Adalet Bakanı olarak dava açma yetkimi devretmeseydim” dediği ülkede, mahkemelerin farklı karar vermesi kolay mı? Alın size bal gibi “Dış etkenlerden ötürü tarafgirlik” örneği.

“İçsel tarafgirliğin” ipuçlarını ise siyasilerin ve “sivil toplum” sözcülerinin demecinde bulabilirsiniz: “Bu kararla milletin hislerine tercüman oldular!”

Ancak bir noktayı çok merak ediyoruz: Tartışmayı engellemek için çırpınanlar, “İnançlarının sağlamlığına güvenemedikleri”, dahası “Birşeylerin ortaya çıkmasından korktukları” konumuna düştüklerini acaba fark ediyorlar mı?

Bu konferans yapılmalı

Oysa konferans belki de bu korkuların asılsız ya da en azından abartılı olduğunu ortaya çıkaracaktı. Bakın girişimin öncülerinden Baskın Oran ne diyor:

“Bugüne kadar Türkiyeliler ciddi şeyler yazamadıkları için fiilen dünya tekeli kuran Ermeni tezi de (bu konferanstan) kaçınılmaz biçimde etkilenecek . Çünkü bu tez de neredeyse resmi denecek kadar katı ve çok az istisna dışında ciddi bir ‘birlik ve beraberlik’ içinde oldu. Şimdi artık kaçınılmaz olarak, bazı şeyleri yeniden düşünmek zorunda kalacaklar. Bir kere, Ermeni tarih tezinin başlıca temelini oluşturan bir hukuk terimi ilk defa sorgulanmaya başlanacak: Soykırım.”

Bu konferans bugün mutlaka yapılmalı. AB’nin “9 Kasım’da yayınlanacak Türkiye İlerleme Raporu’nda bu konudan da söz edeceğiz” uyarısından ürktüğümüz için değil.

“Bu olay Türkiye’nin, özellikle de yargı sisteminin reformların etkin uygulanmasında güvence sağlayamayacağını gösteriyor” eleştirilerinin ezikliğiyle de değil.

Sadece ve sadece Türkiye’nin tezlerinin de haklı birçok yönü bulunduğunu dünyaya anlatabilmek için.

Ve de hukuka aykırı yürütmeyi durdurma kararını veren mahkemenin başkanı Sadettin Yaman’ı içine düştüğü yaman çelişkiden kurtarmak, hatta iç huzuruna kavuşturmak için. Şöyle diyordu iki yıl önce kaleme aldığı bir yorumda:

“Mahkemeler ‘Hukuk fikrinin gelişmesinin demokrasi için bir olgunlaşma ifadesi olacağı’ yaklaşımını benimsediklerinde, toplumsal hoşgörü ortamını ve hukuk devletini hayata geçirme yönünde, önemli bir adım atmış olacaklar…”

Yorumlar kapatıldı.