İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Hadi ULUENGİN: İftihar 6 – 7 Eylül’ü – Hürriyet.

DÜN, minnacık bir çocuk olarak bizzat kendimin yaşadığı
dehşet anılarını anlatarak, 6 – 7 Eylül 1955 utancının modern
Türkiye tarihinde nasıl kara bir sayfa olduğunu vurguladım.

Fakat, geçmişe mazi, olaydan yarım yüzyıl sonra o
Türkiye’den sonsuz umutluyum.

Hem umutluyum, hem iyimserim, hem de ülkemin ulaştığı noktayla
iftihar ediyorum.

Taha Akyol da yine dün, ‘Milliyet’teki yazısında bunu şu
cümleyle formülleştirdi.

‘Ve, işte hiçbir komplekse kapılmadan 6 – 7 Eylül’ün
özeleştirisini yapıyoruz ki, bu, aynı zamanda bir milli
özgüvendir.’

* * *

EVET evet, başta Sefa Kaplan’ın kaleminden ‘Hürriyet’ olmak
üzere eğer bugün bütün Türkiye medyası elli
yıl önceki o kara sayfayı açmak ve gerçeği tüm
çıplaklığıyla duyurmak cesaret ve basiretini
gösterebiliyorsa, ülkemizle övünmek tabii ki
hakkımızdır.

Eğer, ‘Karanlıkçı Maocular’ hariç tek bir kimse ‘mehel
olsun’ demek alçaklığına düşmüyorsa, halkımızla da
övünmek hakkımızdır.

Eğer, ‘adiller içinde adil’ Hakim Amiral Fahri Çoker’in
arşiv fotoğrafları vahşete merkez semt Beyoğlu’nda sergileniyorsa; eğer
o sergi vali yardımcısı Cumhur Güventaşbaşı’nın himayesinde
gerçekleşiyorsa; eğer sivil toplum örgütleri aynı
semtte ‘bir daha asla’ gösterisi düzenliyorsa; ne mutlu
bizlere ki, kompleksimizi yıkmakta haydi yol aldık demektir.

Ve tekrar Akyol’un ifadesiyle, ‘bu, aynı zamanda milli
özgüven’ demektir!

* * *

ZATEN, tıpkı 1915’in Ermeni Tehciri gibi; tıpkı 1922’nin Türk –
Helen mübadelesi gibi; tıpkı 1934’ün Yahudi pogromu gibi;
tıpkı 1943’ün ‘Varlık Vergisi’ gibi; ve tıpkı 1964’ün Rum –
Yunan ihracı gibi, 6 – 7 Eylül 1955 de ‘milli’ kelimesinden
bağımsız düşünülemez.

Daha doğrusu, onunla koşut olan ‘ulus devlet’ oluşturmak
sürecinden soyutlanamaz.

Oysa şu bir gerçek ki, tek tük istisnalar hariç
tüm ‘ulus devlet’ ağaçları kanla sulandı.

Kavramın ‘anavatan’ı Fransa’daki ‘Vendée katliamı’ndan, ‘uygar’
Çekoslovakya’daki Südet Almanlarının imhasına dek, bunların
modern tarihteki örnekleri saymakla bitmez.

Üstelik, o ‘ulus devlet’i çokuluslu bir imparatorluğun
‘hákim milliyet’ inşa etmek zorunda kaldığından; daha
üstelik, Balkan – Ortadoğu eksenli Osmanlı hinterlantı dinlerin ve
etnisitelerin Babil Kulesi olduğundan, tabii ki durum bizim için
daha da çok zorluk arzetti.

Ve nihayet, açıkça itiraf edilmeyen ama en baştan
itibaren hep varolan ‘din’ öğesiyle de, toprak ve emtia
mülkiyetinin gayrımüslimlerden Müslümanlara
geçirilmesi hedeflendi.

Dolaysıyla, 6 – 7 Eylül özünde, Kemal Tahir’in
çok isabetli olarak 19. asır ‘Ermeni kıyamları’yla başlattığı
‘mülk edinerek uluslaşmak’ sürecinin son halkalarından
birisidir.

O halde?

* * *

‘O halde’si şu ki, 6 – 7 Eylül 1955 yakın tarihimizin
korkunç bir utanç sayfasıdır.

Fakat, az veya çok, böylesine utançlar hemen
tüm ‘ulus devlet’in kitabında da yazar.

Ve, ne sahte bir inkár, ne de mazoşist bir dövünme
çare oluşturabilir. ‘Utancı’ silmez.

O ‘utanç’tan sıyrılıp aynı tarih kitabında ‘onurlanma’nın
yöntemi ise bir tanedir.

Bunu da, ‘suç’muş, ‘cürüm’müş, ‘hata’ymış her
neyse, gerçeği dobra dobra kabullenerek, Taha Akyol’un deyimiyle
‘kompleksiz özeleştiri’ yapmak cesareti oluşturur.

Söz konusu cesaret ise ulusumuzu asla
‘küçültmez’. Tam tersine, ‘yü-cel-tir’!

Üstelik, yine Akyol’un ifadesiyle, ‘milli özgüvenimizin’
aynasını yansıtır.

‘Ulus devlet’imizin ‘tarihle barışarak’ artık ‘rüştünü
ispatladığını’ ortaya koyar.

İşte, 1955 dehşetinden yarım yüzyıl sonra o ‘kompleksiz
özeleştiri’yi yapabildiği ve böylelikle de ‘milli
özgüven’ini sergilediği için, 2005 Türkiye’siyle
sonsuz iftihar ediyorum.

Ama daha yapacağımız özeleştiriler ve dolayısıyla, daha da
yüceleceğimiz ufuklar var.

Yorumlar kapatıldı.