İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Milliyetçi sorunu

Etyen Mahçupyan

Kendilerine ‘milliyetçi’ diyenlerden beklenen, vatanseverlik ima eden bir duygusallıktan öte olmalı… Bu insanların toparlayıcı ve bütünleştirici bir tutum sergilemeleri; ülkeyi dayanışmacı bir atmosfer içinde ileriye taşıyacak önermeler yapmaları beklenir. Yoksa sorunları çözülmeden bırakan ve çözümü ötekinin cezalandırılmasına dayandıran bir bakışın ne millete ne de memlekete hayır getirmeyeceği açıktır. Öte yandan toplumsal bütünlük herhalde lafla sağlanmaz… ‘Ne mutlu Türküm diyene’ sözünü tekrarlamaktansa; insanların Türk olmaktan mutlu olacakları bir yaşama kavuşmaları esastır. Türkiye’nin temel tarihsel meselelerinden biri olan ‘Kürt sorunu’ ise, maalesef bugüne dek söylemin ötesine geçen gerçek bir bütünleştirici siyasetle karşılaşmadı. Tek parti döneminde ard arda patlak veren isyanlar bir yandan kültürel özgürlüklerin yaşanamamasıyla; öte yandan da devletin Güneydoğunun kalkınmasını kasıtlı olarak engelleme siyaseti ile bağlantılıydı. Dolayısıyla iş PKK terörüne gelene dek devlet zaten sayısız yanlış yapmış, kendi vatandaşının taleplerini görmezden gelmiş, bu taleplerin kültürden siyasete kaymasına duyarsız kalmış, tedbir olarak da baskı ve eziyetten başka bir yol bulamamıştı…

Konunun ‘Güneydoğu sorunu’ olarak adlandırılması ise sanki bir çocuk aldatma mantığı içermekteydi. Bu terminolojinin toplumsal mesele ile terörü ayırmak üzere kullanıldığını öne süren günümüzdeki milliyetçi tavır ahlaki değildir… Çünkü herkesin bildiği gibi Güneydoğu 1984-99 arasında özellikle yoksun bırakılıp, kaynak aktarımından mahrum kalırken; sorunun da ‘bölgeselleşmesine’ neden olunmuştu. Yani o dönem içinde bölgeye el uzatılmamasının nedeni olarak bizzat teröre dayanılmış; dolayısıyla devlet Güneydoğu sorunu ile terörü doğrudan ilişkili kılan bir bakışa mahkum edilmişti. Bugün ‘Kürt sorunu’ denmesinin terörü meşru kılan yönü olduğunu işleyen ‘milliyetçilerin’, devletin 15 yıllık uygulamasına yeniden bakmalarında yarar var. Çünkü sorunları yaratan ve çözen ‘söz’ değil ‘eylem’dir… Nitekim o 15 yıl içinde devlet eliyle üretilen bölgeselleşme de, bugün ayrılıkçılığın sosyal temeli olarak karşımıza çıkmakta. Kısacası yanlış milliyetçiliğin ürettiği bir sorunla karşı karşıyayız; ve Kürtler de meseleye aynı yanlış milliyetçiliğin içinden cevap bulacaklarını sanmaktalar.

Ancak işin bir de ahlaki yönü var… Başbakan’ın Kürt sorununda geçmiş hataları kabullenmesi milliyetçi kesim tarafından sert bir biçimde kınandı. Buradaki mantık, terör bitmeden sorunun bu biçimde adlandırılmasının, teröre bir taviz oluşturacağıydı. Yani milliyetçiler araçsal bir anlayışın içinde kalırken; bir devletin ahlaken kendi yaptırımlarının sonuçlarını kabullenmesi gerektiğini, aksi halde vatandaşlık temelinde bir toplum kurulamayacağını ve herkesin kendi kimliğine mahkum olacağını dikkate almadılar. Diğer bir deyişle milliyetçiler gözlerini teröre o denli dikmiş durumdalar ki, Kürtleri görememekteler. Kürtlerin büyük çoğunluğunun doğru dürüst bir devlet tavrı beklediğini, onları PKK’dan uzaklaştıracak ve özgürleştirecek olanın bu olduğunu anlamakta zorlanıyorlar. Böylece Türk milliyetçiliği adına bugün üretilmekte olan siyaset Kürt sorunu ile terörün bütünleşmesine hizmet ediyor; bütünleştirici olması gereken milliyetçilik toplumu ayırıyor… PKK’nın beslendiği ideolojik taban budur. Devletin ayırımcı politikaları ve tavrı karşısında mağdur bir kitle yakalamış olan terör siyaseti, Türk milliyetçiliğini eline geçirmiş gözüken birtakım aklı evvellerin şiddet ve çatışma kokan söylemleri sayesinde Kürtler nezdinde doğallaşıyor… Ortada ahlaki bir sorumluluk var ve kendisine milliyetçi diyenlerin sahiplenmesini bekliyor.

Yorumlar kapatıldı.