İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ermeni iddialarının belgeleri nerede? (1)

Prof. Dr. Guenter Lewy

Birinci Dünya Savaşı sırasında başlangıcından 90 yıl sonra bile Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ermenilere ne olduğu üzerindeki tartışma sertliğini koruyor.

Ermeniler, yirminci yüzyılın ilk soykırım kurbanları olduklarını söylüyorlar. Pek çok Türk, Ermenilerin bir iç savaş ve Ermenilerin düşmanın tarafında savaşması ve onlara sempati duyması nedeniyle oluşan güvenlik kaygılarını gidermek için bir yeniden yerleştirme yapıldığı sırada öldüğünü söylüyor. Soykırım uzmanları için, Ermenilerin iddiaları yadsınamaz bir tarihi gerçeğe dönüştü. Ancak pek çok tarihçi, Türkiye ve Batı’da, soykırım damgasının uygunluğunu sorgulamaktadır.

Tartışmanın dal ve budakları geniş bir alana yayılıyor. Fransa tarafından güçlü bir destekle cesaretlendirilen Ermeniler Türkiye’nin bu konuyu itiraf etmesini ve Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne kabulü için bir ön şart olması konusunda ısrar ediyorlar. Ankara’nın Erivan ile ilişkileri bu çekişme yüzünden dondurulmuş bir biçimde duruyor. Batı’da ise, Ermeni aktivistler, çeşitli parlamentoların Ermeni soykırımını tanıyan kararlar çıkarmasını talep ederek tarihî tartışmayı politik açıdan önceden belirlemeye çalışıyor. Bu tartışmadaki en temel unsur Ermenilerin çektiği acının boyutu değil; her iki taraf da 1915-16 yılları arasında Ermenilerin Anadolu’dan Suriye çöllerine ve başka yerlere sınır dışı edilmeleri sırasında birkaç yüz bin Hıristiyan’ın öldüğü konusunda mutabık.

Osmanlı hükümeti, erkekleri, kadınları ve çocukları evlerinden ayrılmaya zorladı. Pek çoğu dağlar ve çöller boyunca yaptıkları zorlu yolculuk sırasında açlık ve hastalıktan öldü. Diğerleri ise öldürüldü. Tarihçiler sayılar ve koşullar konusunda çekişirken bu konuları tartışmıyorlar. Tartışmadaki bu kilit unsur yerine kaygılar ön plana çıkıyor. Genç Türk rejimi 1916 yılında katliamlar organize etti mi?

Ermeniler soykırımın temelini üç dayanağa bağlamaya çalışıyorlar: 1919-20 yıllarındaki Türk askerî mahkemelerinin, Genç Türk hükümetinin Ermenileri katliamlar organize ettiği yönünde yetkilileri ikna eden kararları, katliamlar düzenlemekle suçlanan “Özel Örgüt” adı verilen yapının rolü ve İçişleri Bakanı Talat Paşa’nın Ermenilerin yok edilmesine dair emirlerini ilettiği iddia edilen Naim Bey’in biyografisi. Bu olaylar ve onları tanımlayan kaynaklar dikkatli bir inceleme gerektirirken, tek başına, Ermenilerin önceden kabul gören ölümleri için temel olma hususunda fazlasıyla çürük kalıyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı’nda yenilmesini müteakiben, yeni bir hükümet kuruldu ve onun selefleri Genç Türk rejimi ciddi suçlara karışmakla suçlandı. Bu suçlamalar, 1908 yılından beri iktidarı ele geçiren ve elinde bulunduran İttihat ve Terakki Cemiyeti liderinin ve diğer eski yetkililerin divan-ı harpte yargılanmasına neden oldu. Bu suçlamalar, anayasanın kaldırılmasını, savaş zamanı vurgunculuk yapmayı ve hem Rumların hem de Ermenilerin katledilmesini içermektedir.

Tüm yönleri ile askerî mahkemelere celp etmenin ana nedeni zafer kazanan ve Ermeni katliamlarının cezasının verilmesinde ısrar eden İtilaf devletlerinin baskısından kaynaklanıyordu. Türkler ise, suçu İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin birkaç üyesine yamayarak Türk ulusunun temize çıkabileceğini ve böylece Paris Barış Konferansı’nda daha yumuşak muamele alacağını umdu. En ünlü mahkeme İstanbul’da meydana geldi, ancak bu tek değildi. En azından altı bölgesel mahkeme, katliamın meydana geldiği taşra kentlerinde kuruldu; ancak yetersiz belgeler nedeniyle mahkemelerin toplam sayısı bilinmiyor. İlk kaydedilen mahkeme 5 Şubat 1919’da Ankara’yı da içeren vilayet Yozgat’ta başladı ve bölge valisi de dahil üç Türk yetkilisi kitle katliamı, sınır dışı edilen Ermenilerin mallarını yağmalamakla suçlanıyordu. 8 Nisan’da, mahkeme iki sanığı suçlu buldu ve üçüncüyü farklı bir mahkemeye sevk etti. Kararın ardından iki gün geçtikten sonra yerel otoriteler eski Boğazlıyan ve Yozgat Kaymakamı (yönetici) Mehmet Kemal’i astı. Türkiye’deki İngiliz yüksek komiseri “idamlarla ilgili genel kanının, suçlulara verilen cezanın infazından ziyade, verilmesi gerekli tavizler olduğunu” rapor etti.

Ana mahkeme 28 Nisan 1919’da İstanbul’da başladı. On iki sanık arasında İttihat ve Terakki Komitesi’nin üyeleri de bulunuyordu. Yedi baş aktör, İçişleri Bakanı Talat Paşa, Savaş Bakanı Enver Paşa ve Halep Valisi Cemal Paşa firar etti ve onların yokluğunda mahkeme görüldü. Ermeni konumunun en bildik savunucusu Vahakn N. Dadrian bunun “iddianameye iliştiril”diğini, “42 doğruluğu kanıtlanmış belgenin suçlamalara kanıt gösterildiğini, pek çoğunun tarihli olduğunu, telgrafların ve mektupların şifresinin ve alanların kimliğinin çözüldüğünü” belirtir. Bu belgeler arasında, görevden alınan Üçüncü Ordu Komutanı General Vehip Paşa tarafından “katliam ve Ermenilerin imhasının ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kararlarının bir sonucu olarak mallarının yağmalandığı”nın tanığı olduğu belirtilen bir şifre olduğu da belirtiliyor. Bu itham sınır dışı edilen bir başka üst düzey yetkili olan Abdullah Nuri’nin ve Talat Paşa’nın kendisine “sınır dışı etmenin amacının yok etme” olduğunu söylediği alıntıya dayanıyor. 22 Temmuz’da, divan-ı harp birkaç sanığı zorla anayasacılığı yıkma ve katliam suçlarından suçlu buldu. Talat, Enver, Cemal ve cemiyetin üst düzey yetkilisi Nazım Bey, firar ettikleri için yokluklarında ölüm cezasına çarptırıldı ve diğerleri uzun hapis cezaları aldı. Genç Türk rejimine karşı yaygın nefrete rağmen, Türk kamuoyu İttihat ve Terakki Cemiyeti liderlerinin yargılanmasına karşı ılımlıydı. 4 Nisan 1919’da, ABD’nin İstanbul Yüksek Komiseri Lewis Heck, “büyük çoğunluğun yargılamaların önemli kısmının kişisel öç ya da İtilaf yetkililerinin, özellikle de İngiltere’nin, teşviki ile başladığına inandığını” rapor etti. Mahkemelere muhalefet, Rumların 15 Mayıs’ta İzmir’i işgaliyle yurtsever ve milliyetçi duygunun patlak vermesinden sonra arttı.

Kemal Atatürk’ün liderliği altında, ulusal bir hareket ortaya çıktı ve bu hareket İstanbul’daki sultan hükümetini devirdi. Başlangıçtan beri, Kemalistler, sultanın İttifak devletlerine sefilce teslim olmasını eleştirdi ve mahkemeleri Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması planının bir parçası olduğu korkusunu ifade etti. 11 Ağustos 1920’de, Ankara’daki Kemalist hükümet tüm divan-ı harp sürecinin durdurulmasını emretti: 17 Ekim 1920’de Osmanlı kabinesinin istifası mahkemelerin sonunu da işaret etmiş oldu. Ermeni yazarlar askerî mahkemelerin katkısını, tarihi gerçeğin aydınlatılmasına katkı olarak övdü ancak hem bulguların güvenliği hem de mahkemelerin işleyiş biçimleri açısından böyle yüzeysel sonuçlar sorunludur. (The Middle East Quarterly – Sonbahar, 2005)

MASSACHUSETTS ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ / ABD

Yorumlar kapatıldı.