İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Başka bir yarış

Hadi Uluengin

1926 tarihli ‘Aylık Mecmua’nın dördüncü sayısındaki bir haberden alıntı yapıyorum:

‘Türk gençleri İstanbul’daki bisikletçiler arasında muvaffákiyet kazandılar.

Haziran’ın 26. cuma günü Şişli – Tarabya arası bisiklet müsabakası tertib oldu.

Buna, ‘Türk’, ‘Rum’, ‘Ermeni’ bir çok genç girdi. Rumların meşhur bisikletçisi Soridis ve Türklerden Cavid ile kardeşi Galip ve Taceddin beyler de dahil oldu. (…)

Son senelere kadar yapılan müsabakalarda birincilik, ikincilik, hatta üçüncülük hep ‘Ermeni’ ve ‘Rum’ gençler tarafından kazanılırdı.

Son iki sene zarfında ‘Türk’ gençleri büyük bir terakki gösterdiler.

Gençlerimizin bu muvaffákiyeti tebriklerle ve takdirlerle yáda láyıktır’.

* * *

MUTLAKA farkettiniz, ‘Türk’, ‘Rum’, ‘Ermeni’ ayrımı yukarıda göz çıkartıyor.

O halde, ‘Aylık Mecmua’ bugün kullandığımız biçimde bir ‘bölücü’ organ mıydı?

Tersine, anlaşıldığı gibi haberin tek yazılma nedenini, ‘Türk’ etnisite veya hissiyattan gençlerin artık gayrimüslimlerle aşık atan ölçüde pedal çevirdiğini müjdelemek oluşturuyor.

Zaten, ‘bu muvaffákiyet tebriklerle ve takdirlerle yáda láyıktır’ denililirken, bir üst cümlede belirttiği gibi, yalnız o tanıma giren ‘Türk’ gençlerinin başarısı kastediliyor.

Başka bir deyişle, derginin yaklaşımı tamamen ‘etno – milliyetçi’ bir içerik taşıyor.

* * *

AMA bunda büyük anormallik yok, çünkü ‘Cumhuriyet ideoloji’ inşa edilmektedir.

Nitekim, dergi imtiyaz sahibinin daha Mütareke’de Ankara’ya geçip Kuvayı Milliye’ye katılan ve Lozan müzakerelerinde resmi gazeteci heyetine dahil edilen Kemal Salih (Sel) olduğu düşünülürse, 1927’deki yayının o ‘ideolojik gidişat’ı yansıttığı da kuşku götürmüyor.

Kaldı ki, arşivleri yalap şalap karıştırmak bile yeter, aynı örneklerden yüzlercesine, belki binlercesine rastlarsınız. ‘Türk’ ayrı; ‘Rum’, ‘Ermeni’, ‘Yahudi’ ise apayrıdır.

Zaten, eğer bu ayrışma olmasaydı, 1934’te Musevilere karşı gerçekleştirilen Trakya pogromu; 1943’de gayrimüslim ve dönmeleri haraca bağlayan ‘Varlık Vergisi’ ve Aşkale sürgünü; 1955’te Rum mallarını yağmalayan 6 – 7 Eylül vukuatı; 1964’te ise yine Rum gayrimenkullerine el koyan ‘gizlilik kararnamesi’ hangi kıstaslara göre uygulanabilirdi?

George Orwell’in ‘Hayvan Çiftliği’ romanındaki gibi ‘eşitler içinde eşitler’ olmasaydı, onların diğer ‘eşitler’ üzerindeki hakimiyeti nasıl bir farklılığa oturtulabilirdi?

O halde, nerede kaldı ‘ne mutlu Türküm diyene’ sözüne ilişkin yeminli yorumlar?

‘Türk’ sıfatının yalnız ve yalnız ‘yurttaş’ı tanımladığı tezi çöpü boylamıyor mu?

Bu sıfatın etnik ve dini ayırım yapmadığı iddiasındaki inandırıcılık sıfıra inmiyor mu?

* * *

KENDİMİZE karşı dürüst olalım. En az Kemal Salih Bey kadar dürüst olalım.

Çünkü, işin ‘tebriknáme’ ve ‘etno – milliyetçi’ yanı bir tarafa, ‘Yeni Mecmua’ yöneticisi yukarıdaki ayrımları yaparken aslında sonsuz nesnel bir gerçeği de saptıyordu.

Yani, isteyen kendini öyle kabulleniyorsa tabii ki ne mutlu, bin mutlu ama, ‘Türk’ kelimesi TC yurttaşlarını kapsamanın ötesinde mutlaka bir de ‘etnik aidiyet’ dürtüsü yansıtır

Fakat, o aidiyeti hissetmeyen ve zaten çoğunluk tarafından da ‘farklı’ görülen; ancak ülke yurttaşlığını can-ı gönülden benimseyen insanlara illa ‘sen Türksün’ diye dayatmak hem gerçeği inkár ediyor, hem de gönüllülüğü soğutuyor. Hiç yoktan araya kara kedi sokuyor.

Oysa, bir üst kimlikte bütün ulusu kucaklayan ‘Türkiyelilik’ kavramı birleştiricidir!

Gönüllülüğü ve bütünlülüğü pekiştirir. ‘Eşitler içinde daha eşit’ ruhiyatını da yıkar.

Ve o zaman yine ne mutlu ve bin mutlu ki, pedal yarışında ister Türk Cavid Bey; ister Kürt Memo Ağa; ister Ermeni Garbis Usta; ister Rum Barba Yani; isterse de Yahudi Moşe Efendi ‘muvaffákiyet’ kazansın, biz tümümüz ‘tebrik ve takdirlerle yáda láyık’ oluruz.

Yorumlar kapatıldı.