İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Acıklı güldürü

Engin Ardıç

Boğaziçi Üniversitesi bir “sempozyum” düzenlemiş, sonra da tırsmış, vazgeçmişti ya…

Çünkü konu “Ermeni meselesiydi” ve Adalet Bakanı da “bu vatana ihanettir” gibilerden bir laf edince bazı kişilerde şafak atmıştı… (Yok, “arkadan hançerlemek” gibi daha edebi bir laf etmişti galiba…)

Yok canım, toplantı iptal edilmedi, ertelendi, yani konunun “ucu açık bırakıldı” tabii.

Aha şimdi yapılacak… 23 Eylül’de başlayacak, 25 Eylül’de bitecek. Öyle “Formula 1 yarışı” bekler gibi heyecanlanmayın, hepi topu iki gün sürecek. Seyirlik bir yanı yok. Üstelik verilecek bütün “tebliğler” de şimdiden hazır olduğuna göre, hiç toplanmasan da bunları kitap halinde birleştirip bir “üniversite yayını” olarak piyasaya çıkarsan aynı hesaba gelir… Nasıl olsa toplantıya gazetecilerden, birkaç meraklı öğrenciden, kayıt yapmak üzere MİT ajanlarından başka kimse gelmez, kitabı da kimse alıp okumaz.

Toplantı yapılacak, çünkü 3 Ekim’de şu ünlü “müzakereler” başlıyor.

Açılış konuşması da kimden, biliyor musunuz? Toplantıya şiddetle karşı çıkan adalet bakanının mensup olduğu hükümetin dışişleri bakanından, Abdullah Gül’den! Çalışma arkadaşından.

Elbette “haybeden” bir konuşma olacaktır ama siyasi anlamı büyüktür.

Çünkü 3 Ekim’de Avrupa yetkililerine dönüp, “aha toplantıyı da yaptık, daha ne istiyorsunuz” diyecekler.

Konu, “Yirminci Yüzyılda Osmanlı Ermenileri” gibilerden bir ana başlıkla yuvarlanmış, tepkiler azaltılmak istenmiştir ama burada esas olarak ele alınacak meselenin “Ermeni soykırımı oldu mu olmadı mı” sorusundan ibaret kaldığını bilmeyene eşek diyorlar.

Ve de katılacak isimler arasında “liberaller” ağır bastığına göre de, sempozyumdan “olmuştur” yanıtının çıkmasından öcü gibi korkuluyor.

Bu yüzden de, “niçin ‘olmamıştır’ diyenler de çağırılmadı” tepkisi sertçe verildi.

Çünkü bazı kişilere “konuyu tarihçilere bırakalım” deyip kaçmak kolay geliyordu ama bırakmaya da bir türlü yanaşmıyorlardı. “Bizim işimize gelecek tarihçilere bırakalım, ötekilere bırakmayalım” cümlesini telaffuz etmeye hiçkimsenin yüreği yetemezdi.

Bu kez de toplantıya katılacaklar arasında yalnız tarihçiler değil, sosyologlar, yazarlar da var. İşte size “bunlar tarihçi değiller ki, bu işten ne anlarlar” deyip su koyuvermek için de bulunmaz fırsat!

Ne olacağını söyleyeyim… Toplantıdan “olmuştur, ama…” gibilerden üstü kapalı, ürkek bir sonuç çıkacaktır.

“Kırım var ama soykırım yok” görüşü ağır basacak, ölü sayısı üzerinde pazarlığa girişilecektir. Bazı Ermeniler “on beş milyon” diye kıçlarından sallıyorlar, daha makul kişiler “bir milyon ikiyüz bin” rakamını daha gerçekçi buluyorlar, devletin resmi ağızları da akşam pazarında “üç yüz bine kadar” çıktılar!

Mesele, oldu mu olmadı mı meselesinin çok üstündedir.

Mesele, para meselesidir.

Çünkü Türkiye, amansız bir tazminat yüküyle karşı karşıya kalmaktan korkuyor. Bunun ipuçları Kıbrıs’ta da verildi.

Hani, hiçbir Ermeni’nin bir kuruş istemeyeceğini bilsek, topu Osmanlı’ya atıp lafı bitireceğiz!

1915 yılında birdenbire zengin olan ve sonra da büyük bir zevkle Ankara yönetimini desteklemeye koyulan Anadolu eşrafının torunları “Yusuf Yusuf” deyimiyle yeni yeni tanışıyorlar… Dedeleri Cumhuriyet Halk Partisi’yle niçin itifak kurmuşlardı acaba? Bu tarihi “eşraf-bürokrat ittifakının” esbab-ı mucibesi neydi? Yalnızca vatanseverlik mi?

Sonra, 1945 yılında hangi öküz öldüyse, ortaklık ayrıldı!

Hangi öküzün öldüğü de bellidir: Artık eşrafın biti kanlanmıştı, bürokrat korumasına ihtiyacı kalmamıştı, “birşeylerin” hesabının sorulmayacağına da kesin kanaat getirmişti!

Hep söylerim: Ahrar Fırkası’nın, Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın, Terakkiperver Fırka’nın, Serbest Fırka’nın “mirasçılarının” bu “sözde soykırım” meselesinden korkmalarına gerek yok. İttihatçılar düşünsünler.

Bu cümlemi kaç kişi anladı bilmem ama başbakan anladı.

Yorumlar kapatıldı.