Ayşe Günaysu
Acaba diyorum, çoğulcu demokratik parlamenter rejimle yönetildiğini iddia eden başka bir ülke var mıdır, vatandaşları bu derece devlet büyüklerinin düşünceleri ve hissiyatıyla bütünleşmiş olan?
Silahlı Kuvvetler’den gelen bir işaretle aynı anda ayağa kalkan, penceresine, aracına Türk bayrağı asmayana potansiyel düşman muamelesi yapan, ‘iç ve dış düşmanlar’a karşı hep bir ağızdan aynı sözcüklerle aynı infiali dile getiren, yakın tarihine aynı gözlükle bakan, aynı yalanlara inanan insanlarımız nasıl oluyor da bu kadar tek tornadan çıkmış gibi bir örnek düşünebiliyor ve hissedebiliyor?
Füsun Üstel’in ‘Makbul Vatandaş’ın Peşinde başlıklı kitabı (İletişim Yayınları, 2004) Türkiye’de eğitimin nasıl militan, görevlendirilmiş bir vatandaşlık kavramının inşasını üstlendiğini çok berrak bir şekilde anlatıyor.
Bu ‘makbul vatandaş’ tipi için Türk kavminin her bakımdan üstünlüğüne inanmak temeldir. Önkoşuldur. (Bundan sonraki bütün alıntılar Füsun Üstel’in kitabından.)
1939 yılında TC Maarif Vekilliği tarafından yayınlanan Yurtbilgisi Dersleri kitabının 14. sayfasında da ilkokul dördüncü sınıf çocuklarına şöyle sesleniliyor: ‘Orta Asya’dan bir sel gibi akıp yayılmış olan Türk milleti, dünyanın dört bucağına medeniyet ışığını ilk ulaştıran millettir. Mağara kovuklarına sığınan insanlara, evlerde barınmağı Türkler öğretti. Yüzlerce yıl evvel Türkün yaptığı eşsiz yapılara bugün bütün dünya şaşkın şaşkın bakıyor. Bütün dünya kumaş dokumasını, hayvan yetiştirmesini Türkten öğrendi. Binlerce yıldan beri kuvvetimiz ve kılıcımız önünde boyun eğen insanlığa; ata binmeği, kılıç kullanmağı öğreten gene Türktür.’
Yeni gelişen ve yaşamasına izin verilseydi sanayinin temellerini atacak ve ekonomik gelişme sürecini çok daha erken başlatabilecek olan Rum ve Ermeni burjuvazisinin Cumhuriyet’ten hemen önce yok edildiği, icracıları tasfiye edildiği için mesleklerin, el sanatlarının ortadan kaldırıldığı, hatta kimi yerlerde bazı meslekleri icra edecek kimse kalmadığı için yerli halkın Ermenilerini ve Rumlarını geri istediği Anadolu’da çocuklara, dünyanın her şeyi Türklerden öğrendiği okutuluyordu.
1945’de basılan Yurt Bilgisi kitabında da ‘haklar içinde en önemlisi ve bütün diğerlerinin şartı olarak yaşamak hakkı’nın önemi vurgulanıyor ama hemen ardından bunun sınırları çiziliyordu: ‘Ancak cemiyet faydası amacı ile yapılan öldürmeler, görev dolayısıyla yapıldığı için bu alana girmezler. (…) Görülüyor ki vatanın korunması için öldürmek ve gerekirse ölmek kutlu bir vazifedir.’
Yine okullarda okutulan Türk Ahl‰kının İlkeleri kitabında her Türk’ün sırası gelince ‘yurdu için seve seve canını vermesi’ gerektiği belirtildikten sonra Türk sözcüğünden ne kastetiği de şöyle açıklanıyordu: ‘Bütün Türkleri bütün yüreğimle seveceğim. Çünkü hepimiz aynı kanı taşıyoruz, hepimiz aynı güzel toprakta yaşıyoruz. Aynı dili konuşuyoruz… (…) Bizi birbirimize bağlıyan bu kadar kuvvetli bağlar elbette içimde bütün Türklere karşı ölçüsüz bir sevgi yaratır.’
Kuruluş döneminde defalarca kitaplarda, konuşmalarda belirtildiği gibi ‘yeni tip vatandaş’a ihtiyaç vardı. Bu yeni tip vatandaşlık anlayışı, demokrasi anlayışını da belirliyordu. Vatandaş İçin Medeni Bilgiler başlıklı dönemin temel kitaplarından 1931 tarihli ‘Vatandaşlık İçin Medeni Bilgiler’de, açıkça, ‘Muhalefet etmek, tenkit etmek maksatları bir fırka (siyasi parti) teşkil etmek için esas olamaz (…) böyle hareket edenler, ileri gidişi tutan, yoldan alıkoyan menfi (olumsuz) insanlardır,’ deniyordu.
Bugünlere gelinen süreçte başta 1961 Anayasası olmak üzere zamana uyacak kimi değişiklikler ve kulağa güzel gelen düzenlemeler yapılmış olsa da, özünde bugünün ‘Makbul Vatandaşı’ da aşağı yukarı böyle bir portreye sahip.
Oysa Türkiye’nin demokratikleşmek için bu kez çok farklı türde bir ‘yeni tip vatandaş’a ihtiyacı var. Her şeyden önce otoriteden bağımsız düşünebilen, soru soran, merak eden, gerçeği öğrenmeye ve anlamaya çalışan, kendini ‘görevli’ hissetmeyen, talimatlara değil vicdanına kulak veren yepyeni bir vatandaş tipi…
Yorumlar kapatıldı.