İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Maksudyan’da yeni bir şey yok

Nazan Maksudyan’ın Türklüğü Ölçmek adlı kitabını ilk elime aldığımda yaşadığım şaşkınlık ve hayal kırıklığına rağmen bu konuda bir şeyler yazmayı düşünmüyordum.

UMUT ÖZKIRIMLI 

Nazan Maksudyan’ın Türklüğü Ölçmek adlı kitabını ilk elime aldığımda yaşadığım şaşkınlık ve hayal kırıklığına rağmen bu konuda bir şeyler yazmayı düşünmüyordum. Maksudyan’ın Ayhan Aktar tarafından araştırmasına yöneltilen çoğu haklı eleştirilere 29 Temmuz tarihli Radikal Kitap’ta verdiği yanıtı okuyunca daha fazla dayanamadım ve bir süre daha devam edeceğini sandığım (çünkü Suavi Aydın’ın Tarih ve Toplum’da yayımlanmak üzere bir eleştiri yazdığını biliyorum) bu tartışmaya katkıda bulunmak istedim. On yılı aşkın bir süredir milliyetçilik üzerine çalışan bir akademisyen olarak Maksudyan’ın yazısının sonunda seslendiği ‘aydın ve bilimsel’ çevrelerin bir üyesi de sayılırım ne de olsa. 
Maksudyan yazısında Aktar’a ‘kendine haddinden fazla güvendiği kanısına nasıl vardığını’ sormuş. Hemen söyleyelim, muhtelemen kitabın 11. sayfasındaki şu ifadeden: ‘Türkiye’de milletin ve milliyetçiliğin tahayyülü üzerine çok sayıda araştırma varsa da, bunlardan hiçbiri milliyetçi söylemdeki ırkçı aksanı derinlemesine incelememektedir’ (vurgu benim). Bu konuda bugüne dek Türkiye’de yayımlanmış olan en kapsamlı ve yetkin eser olan Günay Göksu Özdoğan’ın ‘Turan’dan ‘Bozkurt’a: 
Tek Parti Döneminde Türkçülük (1931-1946) başlıklı çalışmasından kitabının 52. sayfasına kadar hiç söz etmeyen (ve söz konusu çalışmaya tüm kitap boyunca toplam iki kez atıfta bulunan!) birinden böyle bir ifadenin gelmesine şaşmamalı. Bu kadarla kalsa iyi; Türk milliyetçiliği üzerine yazıp çizen pek çok isim (alfabetik sırayla veriyorum), örneğin Halil Berktay, Tanıl Bora, Selim Deringil, Cemil Koçak, Etienne Copeaux, Fatma Müge Göçek, Ayşe Kadıoğlu, Fuat Keyman, son dönemde Ayşe Gül Altınay, Nergis Canefe, Soner Çağaptay, hatta bu konunun duayenlerinden Jacob Landau, nasılsa Maksudyan’ın gözünden kaçıyor! Üstelik bu isimlerin neler söylediğinden haberdar olmak pek fazla bir çaba da gerektirmiyor. İletişim Yayınları tarafından hazırlanan Türkiye’de Modern Siyasi Düşünce dizisinin 2002 yılında yani Maksudyan’ın kitabından üç sene önce! yayımlanmış Milliyetçilik başlıklı dörtüncü cildine bir göz atmak yeterli. Sadece bu ciltte Kemalist milliyetçiliğin (ve Türkçülüğün) ırkçı unsurları hakkında bir şeyler söyleyen ondan fazla makale var. Maksudyan kusura bakmasın ama kendine gerçekten haddinden fazla güvenmiş! 
Araştırmanın kuralı…
Maksudyan şöyle diyor: Özdoğan’ın çalışmasıyla hesaplaşmadım, çünkü yazdıklarına katılıyorum. Hem ortada ‘bir savaş, ya da taht mücadelesi’ de yok. İyi de, hesaplaşmakla taht mücadelesinin ne ilgisi var? Bu düpedüz bilimsel araştırma yapmanın kurallarını bilmeyen okuyucuyu ‘tavlamaya’ yönelik bir kelime oyunudur. Akademik bir çalışma yapmanın birinci ve en temel kuralı, araştırma yaptığınız konudaki literatürle, evet, ‘hesaplaşmak’tır. Sizden önce yazılanların bir bölümüne katılır, bir bölümüne katılmazsınız. Katılmadıklarınızı eleştirir, onların eksik bıraktıkları yönlerin altını çizer; katıldıklarınızı ise kendi görüşlerinizi desteklemek için kullanırsınız. Yani çalışmanızı sizden öncekilere göre ‘konumlandırırsınız’. Ancak bu şekilde sizin çalışmanızın akademik literatüre, bilime, bilgiye katkısı anlaşılır. Sizden önce yazılanları umursamadan, ‘bunu ilk ben düşündüm’ edası ile ortaya çıkarsanız, konuyu bilmeyenleri yanıltırsınız. Konuya hâkim olanlar tarafından ise ciddiye alınmazsınız. Maalesef burada olan da budur. Açalım. Bir kere, bugün artık Kemalist milliyetçiliğin vatandaşlığa dayalı olduğunu söyleyen çok az kişi kalmıştır. Bunların çoğu da resmi ideoloji’nin savunucusu konumundadır. Dolayısıyla bu sav güçlü filan değildir. Kaldı ki, etnik-vatandaşlığa dayalı milliyetçilik ayrımı da uzun süre önce rafa kalkmıştır. Bu durum, Maksudyan’ın milliyetçilik literatüründen ne ölçüde habersiz olduğunu göstermektedir. Maksudyan’ın kültüre, herhangi bir etnik grubun egemenliğine dayanmayan milliyetçilik anlayışının terk edildiğini anlamak için Anthony D. Smith’in sıkça atıfta bulunduğu 1991 tarihli Milli Kimlik’ i yerine, örneğin 2001 tarihli Milliyetçilik: Kuram, Tarih ve İdeoloji adlı çalışmasına göz atması yeterli olurdu. Gerçi göz atsa da işe yarar mıydı, bu da tartılışılır. Çünkü Maksudyan, Aktar’a verdiği yanıttan da anlaşılacağı üzere, henüz ‘etnik grup’la ‘ırk’ arasındaki ayrımı bile bilmiyor ve ‘ırk’ yerine ‘etnik grup’ teriminin kullanılabileceğini iddia ediyor! Temel kavramlar konusunda kafası bu derece karışık olan birinden Türkçülük akımının önde gelen ideologlarının ‘ırk’ kavramını kimi zaman kültür, kimi zaman etnik grup, kimi zaman da soy/kan bağı anlamında kullandığını ayırt etmesini beklemek herhalde fazla iyimserlik olmayı gerektiriyor.
Kemalist milliyetçiliğin Türklüğü, Türk olmayı gerek ideoloji, gerek uygulama alanında öne çıkardığı bu konuda çalışan hemen herkesin kabul ettiği bir olgudur. Tıpkı Kemalizmin belirli dönemlerde diğer tüm milliyetçilikler gibi ırkçı unsurlar içerdiği gibi. Bu bağlamda Maksudyan’ın, Aktar’ın ‘Kemalizmde ırkçılık yoktur’ tezine karşı çıktığı için eleştiriye uğradığı iddiası da yersizdir. Çünkü, öncelikle, Aktar ‘Kemalizmde ırkçılık yoktur’ demez, ‘Kemalistler tüm ayrımcı uygulamalarını sistematik olarak ırkçı esaslar doğrultusunda hayata geçirmediler’ der, ki herhalde bu ikisi aynı şey değildir. Ayrıca Kemalizmde sistematik ırkçılık uygulaması olmadığı sadece Aktar’ın değil, bu konuda yazan hemen herkesin tezidir. Yer kısıtlı, iki atıfla yetinelim: Ahmet Yıldız, Ne Mutlu Türküm Diyebilene ve Emre Arslan, ‘Türkiye’de Irkçılık’, İletişim’in Milliyetçilik derlemesi içinde. Dolayısıyla Maksudyan bu tezi çürütmek istiyorsa sağlam kanıtlarla ortaya çıkmalıdır, kimler tarafından, ne yaygınlıkta okunduğu belli olmayan ‘tek’ bir dergiye dayanarak değil. İşin ironik tarafı, derginin okuyucu kitlesiyle ilgili en ufak bir fikri olmadığını kabul eden Maksudyan (s. 12), daha sonra bu derginin ‘ideolojinin aşılanması’ aşamasında ‘aktif rol’ oynadığını 
iddia etmektedir! (s. 178)
‘Fahiş hatalar’
Devam etmek mümkün elbette: Maksudyan’ın hiçbir dayanağı olmayan büyük lafları, absürd genellemeleri üzerine çok şey söylenebilir ki benim favorim İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden bu yana sosyal bilimlerin en ilerici, özcülükten, ayrımcılıktan ve oryantalizmden en uzak disiplini kültürel antropoloji hakkında olanı: ‘… ne yazık ki kültürel antropoloji çalışmalarının ırkçı eğilimleri olmayacağını söyleyebilmek bugün için henüz mümkün değil’! Bu mesnetsiz genellemenin ne ölçüde abartılı olduğu, Maksudyan’ın antropoloji bilimine yönelik benzeri önermelerinin nasıl ‘fahiş hatalar’ içerdiği Suavi Aydın’ın Tarih ve Toplum’da yayımlanacak olan eleştirisinde de dile getiriliyor. 
Ama benim bu yazıda vurgulamak istediğim iki nokta daha var. İlki Türkiye’de akademik yayıncılıkla ilgili. Metis gibi bugüne dek pek çok önemli araştırmayı bizlere kazandıran bir yayınevi, nasıl olur da en temel akademik kuralları bile hiçe sayan böyle bir çalışmayı yayımlar? Belli esasları yerine getiren her çalışma bir yüksek lisans tezi olarak başarılı bulunabilir. Ama kitap olarak yayımlanacak bir çalışmanın yeni bir şeyler söylemesi, var olan literatüre bir katkıda bulunması ve savunduğu tezleri sağlam bir mantık dizgesi içinde, somut verilere dayanarak desteklemesi gerekir. Maksudyan’ın çalışması bugüne dek söylenmeyen hiçbir şey söylemediği gibi, bunu ilk dillendirenin de kendisi olduğunu iddia ediyor! Bu durumda ellerinde Maksudyan’ın çalışmasından çok daha sağlam araştırmalarla yayınevlerinin kapılarını aşındıran birçok genç akademisyen isyan etmez mi? Bu çalışmanın yayına kabulünde hangi ölçütlerin dikkate alındığını sormaz mı? 
Burada bir parantez açarak, akademik kitap tanıtımının edebi eserlerin tanıtımından farklı olduğunu eklemekte yarar var. Akademik bir çalışmanın ‘güncel birçok sorunun kaynağına’ işaret etmesi yetmez (M. Ali Gökaçtı, Radikal Kitap , 1 Temmuz 2005), bunu nasıl yaptığı da önemlidir. Bu yüzden de akademik yayınların tanıtımı çoğunlukla akademik dergilerde, daha da önemlisi, konunun uzmanları tarafından yapılır.
Resmi tarihi sorgulayanlar
Bu da beni vurgulamak istediğim ikinci noktaya getiriyor, başka bir deyişle işin siyasal boyutuna. Maksudyan farkında ya da değil, Türkiye’de resmi ideolojiyle çeşitli alanlarda mücadele eden, kimi bu uğurda hapiste yatan, hatta vatan hainliğiyle suçlanan azımsanmayacak sayıda insan var. Maksudyan’ın akademik titizlikten yoksun, desteksiz iddialarla, büyük laflarla dolu resmi tarih sorgulaması yıllardır süren bu mücadeleyi ‘içeriden’ vuruyor. Bir yandan resmi tarihin yalanlarını açığa çıkarmaya çalışan insanların elini zayıflatırken, diğer yandan resmi tarih savunucularının eline koz veriyor. Bu kitabı okuyan rafine bir milliyetçinin (diyelim bir ’emekli diplomatın’) kitaptaki yanlışların ve çarpıtmaların farkına varınca alacağı hazzı Maksudyan hiç düşündü mü? Ya da kendisine, ‘kimliğinin belirli bileşenlerini’ de hedef alarak, yani belden aşağı vurarak, nasıl bir büyük bir hevesle saldıracağını? Maksudyan’ın çalışmasından yola çıkarak ‘resmi tarihi sorgulayanların hepsi böyle zaten’ diyeceğini? 
Genç bir akademisyene yönelik bu eleştiriler okuyuculara ilk anda ağır gelebilir. Ama unutulmasın ki Maksudyan araştırmasını kitaplaştırmayı, dolayısıyla kamuyla paylaşmayı seçtiği anda toplumsal sorumluluğu artmış demektir. Dolayısıyla bu eleştirilerle karşılaşmayı da göze almış olmalıdır. Maksudyan’ın genç olması kendisi için büyük bir avantajdır. Yukarıda sadece bir bölümüne değinebildiğim yanlışlarını düzeltmesi için önünde zamanı vardır. Bu nedenle kendisine önerim, kendisini eleştirenlerle polemiğe girmek yerine, farklı formasyonlara sahip, farklı kuşaklardan bunca insanı bu kitaba karşı tavır almaya neyin ittiğini sakin sakin düşünmesi. Bunu düşünürken de komplo kuramlarına itibar etmemesi. Çünkü bu eleştiriler onun kişiliğine ya da ‘kimliğine’ değil, ‘ürettiğine’ yönelik. Resmi tarihi sorgulayacaksak sorgulayalım, ama bunu hakkıyla yapalım. Maksudyan hiç merak etmesin, bize dayatılan tarih anlayışıyla hakkıyla hesaplaştığında kendisini ilk alkışlayanlar bugün eleştirenler olacaktır.
UMUT ÖZKIRIMLI: Doç. Dr., İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü

http://www.radikal.com.tr/kitap/maksudyanda-yeni-bir-sey-yok-857293/

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın