İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Srebrenitsa soykırımı

Gündüz Aktan

Srebrenitsa katliamının 10. yıldönümü anıldı. Kamuoyu, bu korkunç trajediyi hatırladı. Basında kardeş Boşnak halkıyla özdeşleşen duygu dolu yazılar çıktı.

Konu asla unutulmamalı. Bosna Hersek’te etnik temizlik ve soykırımın insani ve hukuki yönleri üzerinde sürekli araştırmalar yapılmalı.

Türkiye, soykırım gibi olağanüstü bir konuya ilgisini, sadece yakınlık duyduğu bir halkla sınırlamamalı. Bu ilgiyi Ermeni soykırım iddialarına tepki niteliğinin ötesine götürmeyi bilmeli.

Srebrenitsa katliamı konusunda soykırım kararı veren mahkemenin ve suçlu bulunan Krstic’in adını bile bilmeden alelacele köşe yazıları yazıldığı; ölenlerin sayısının sanki azmış gibi abartıldığı; Srebrenitsa’dan bir yıl önce Ruanda’da 800 bin Tutsi’nin ölümüyle sonuçlanan daha büyük bir soykırım varken, Holokost’tan sonra ilk ve en vahim soykırım diye anıldığı görülüyor.

Terörizmden bunca acı çektik ve çekiyoruz. Buna rağmen terörizme ilişkin en basit bilgiye erişmeye çalışmadan laf eden politikacı ve gazetecilerimiz var. Soykırımla suçlandığı halde, bu konuyu da öğrenemeyen bir millet olmaktan çıkmalıyız. Acı çekmek kuşkusuz çok önemli bir tecrübe. Ama acılar bizi araştırma ve bilgiye götürmüyorsa, tecrübeden ders çıkarmak, bunu kelimelere dökmek ve dünyayı etkilemek imkânı olmuyor.

Nisan 1992’de Bosna Hersek’e sıçrayan savaştan kısa bir süre önce başlayan Hırvat-Sırp savaşında Yugoslav Halk Ordusu (JNA) Sırbistan ordusuna dönüşmüş; silah ve mühimmat sıkıntısı olmadığı görülmüştü. Buna rağmen 25 Eylül 1991’de BM Güvenlik Konseyi, aldığı 713 sayılı kararla tüm Yugoslavya üzerinde silah ambargosu koydu. Böylece Sırpların karşısında önce Hırvatlar sonra da Boşnaklar savunmasız kaldı.

21 Şubat 1992’de Hırvatları korumak için oluşturulan UNPROFOR’un, Bosna savaşında Boşnakları da koruması öngörüldü. Hafif silahlarla donatılmış bu barış gücü, barışın olmadığı bir ortamda Boşnakları koruyamadı. Belki de Boşnakların Sırp şartlarını kabul etmesi istendiğinden, korunmaları zaten amaçlanmamıştı.

Türkiye, Sırp saldırısı başladığı andan itibaren, bunun bir savaş değil, bir etnik temizlik olduğunu saptadı. Çıkar hesabı olan klasik diplomasiyi hemen terk etti. Sırplarla ilişkilerin bozulmasını göze aldı.

Uluslararası toplum, savaşta tüm tarafların insan hakları ihlalleri işlediği gerekçesiyle saldırganı ve suçluyu saptamaktan ve işlenen suçu tanımlamaktan kaçınıyordu. Türkiye, üyesi bile olmadığı İnsan Hakları Komisyonu’na özel oturum yaptırmayı başardı. Suçlunun Sırplar, işledikleri etnik temizlik suçunun ‘insanlığa karşı suç’ oluşturduğunu, 1 Aralık 1992 tarih ve S-2/1 sayılı kararla kabul ettirdi. Ermeni soykırımı ithamlarına aldırmadan, bu suçun soykırım olabileceğini ilk kez bir BM kararına geçirmiş oldu.

AB ülkeleri, Soğuk Savaş dönemi sonrası bu ilk Avrupa krizini kendileri çözmek istediler. Amerika’nın rol almasına karşı çıktılar. Silah ambargosunun kalkmasını ve UNPROFOR’un güçlendirilmesini istemediler. Soykırım Sözleşmesi’nin soykırımın derhal önlenmesine ilişkin temel hükmünü uygulamadılar. Boşnakları soykırıma karşı korumadıkları gibi, kendilerini savunmasına da imkân vermediler. Saraybosna’nın yıllarca Sırp topçusu tarafından bombalanmasına, ‘güvenlikli bölgelerin’ etnik temizliğe tabi tutulmasına göz yumdular.

10 Temmuz 1995 Srebrenitsa katliamı üzerine, Amerika’nın girişimiyle 28 Ağustos günü başlayan NATO harekâtı, 250 bin sivil ölümüne yol açan facianın aslında kolayca önlenebileceğini gösterdi.

Srebrenitsa’da 8 bin erkek, dağlık yoldan batı Bosna’ya sevk edilirken Sırplar tarafından katledildi. Lahey’deki eski Yugoslavya Ceza Mahkemesi etnik temizlik sırasında yapılan bu katliamı, 2.8.2001 tarihli kararıyla soykırım saydı. Boşnakların ‘Türk’ oldukları için öldürülmüş olmaları, sözleşmenin 2. maddesine göre suçun soykırım olduğunu açıkça gösteriyor.

Srebrenitsa soykırımı, 19. yüzyıl boyunca Balkanlar’dan aynı yöntemle sökülüp atılan Türklerin soykırıma uğradıklarını kanıtlaması açısından, bizim için ayrıca büyük önem taşıyor.

Yorumlar kapatıldı.