İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Antakya 2

Yalım Eralp

Geçen yazımızda “amma” ile kalmıştık. İki günü özetlemek kolay değil; tamamını yazmak ise imkânsız. Biz kolay olmayanı seçelim. Türkiye hakkındaki izlenimleri sıralamak istiyorum.

Hemen herkesin mutabık olduğu husus 17 Aralık’tan sonra Türkiye’de reformların durduğu. Bu da zihinlere “AK Parti Hükümeti için tarih almak önemli idi; üyelik müzakereleri ve süresi o kadar önemli değil” düşüncesini yerleştirmiş. Bu kötü. Bu durum bazılarını “AK Parti’nin dini renginin giderek koyulaştığı” sonucuna götürmüş. Laiklik tartışılırken bir AB’li yazarın “Üniversitelerde türban yasağı belki yanlış; ama şimdi düzeltme zamanı hiç değil; kaçak Kuran kursları konusunda Hükümet’in tutumu zaten yeterince kuşku uyandırdı” demesi ilginç. Anlaşılan bu görüş Brüksel’de resmi AB çevrelerinde de paylaşılıyor.

İkinci izlenim, Hükümet’in, AB’nin istediği reformların tamamlandığı yolundaki beyanlarının yarattığı hayret. Hükümet her sefer “biz ödevimizi yaptık” dedikçe, AB çevrelerinden süratle hayır cevabının gelmesi bu yüzden. Bir üçüncüsü, belki sembol ama yeni Turizm Bakanı Hükümet’in ciddiyeti konusunda tereddüt yaratmış.

Toplantı halka açıktı. Tartışmaların bir noktasında da halkın tepki ve soruları alındı. Aleviler ciddi sıkıntılarını açıkladılar. Bir kısmı Eğitim Sen kararı konusunda tepkili. AB’li yazarlar Türkiye’de Hükümet’in de daima bir şeyleri “koruma” veya savunma psikozu içine girdiği kanısında . Bu çerçevede Başbakan Erdoğan’ın 6 Mart’ta polisin kadın göstericilere davranışı konusunda tehevvürle verdiği beyanatı, “AB Büyükelçileri dedikodu yapıyor” sözlerini örnek gösteriyorlar. “Ama sizde de var bunlar” tepkisini tümünden yanlış buluyorlar. Toprak bütünlüğünün korunmasında hassas olunmasını doğal karşılıyorlar; ancak bunun devletin halkının yarısı ile (Kürt ve Alevi) barış sağlamadan gerçekleşemeyeceğini de vurguluyorlar. Sınırların tamamı mayınlar ile döşense dahi toprak bütünlüğü garanti edilemez; halkla sosyal ve siyasal barış elzem diyorlar. Ve söylüyorlar: Sunni devlet olarak devam edemezsiniz.

Ermeni meselesini konuşmaz olur muyuz! Gelenlerin hemen tamamı soykırım konusunda bizlerden çok farklı düşünmüyor. Ancak, karşı tarafın ölüleri konusunda şimdiye dek gerçekten resmi düzeyde duyarlılık gösterilmediğini, Türkiye’nin devamlı bir şeyleri savunuyor tutumunu takınmasının hatalı olduğunu ifade ettiler. Ben de dahil çok kişi Alman Parlamento kararı konusunda gösterilen tepkinin aşırı olduğunu belirttik.

Onur meselesi de konuşuldu. Yani “AB kibirli, onurumuzu kırıyor” dedi bir dinleyici. Cevap toplantıyı gözlemci olarak izleyen bir Baltık ülkesi büyükelçisinden geldi: “Onur sırf sizde mi var. Biz de onurluyuz. Bu müzakerelerin onurla ilgisi yok. Üye olduktan sonra küçücük ülkeme 8 milyon turist geldi. Dış yatırım büyük artış gösterdi. Zenginleştik.Yaklaşımınızı değiştirin.” Kısacası büyükelçi nazikçe “kafanızı kullanın” demeye getirdi! Müzakere denilen şey aslında AB mevzuatını kabul. Görüşülecek konular sektörlerde geçiş dönemlerinin uzunluğu ve alınacak yardımın miktarı….

Türkiye’nin önündeki en büyük engellerden birinin zihniyet olduğu vurgulanıyor ve bu yaklaşımın Türkiye’yi Avrupa’dan uzaklaştıracağı açıkça söyleniyor. Belki de kültür farkı denen şey bu. Eskiden AK Parti Hükümeti bunun yani konulara böyle yaklaşanların dışında tutulurdu. AB çevrelerinde AK Parti Hükümeti’nin rengi oldukça solmuş; kuşkular cilanın yerini almış. İçeride ise devlet “vatandaşın yarısından kuşkulu”; vatandaş ise Hükümet’ten kuşkulu! Avrupa’nın izlenimi böyle. İşte bu nedenle amma demiştik. Bu yıl yayınlanacak AB İlerleme raporunun parlak olmayacağı da anlaşılıyor.

Değerli bir arkeolog ve Ortodoks Rum Kilise Vakfı Başkanı Josef Naseh AB’li gazetecilere ilginç bir şey söyledi “Siz yüzde bir azınlık ile ilgileniyorsunuz; halbuki yüzde 99’un durumu düzelmeden yüzde 1’in durumu düzelmez !” İşte iki günün özeti…

Yorumlar kapatıldı.