İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ayşe Günaysu: Resmi tarih içselleştirildiğinde… – ÖZGÜR GÜNDEM

Resmi tarih, milyonların yalnızca
düşüncesini değil, davranışlarını, dolayısıyla kaderimizi
belirlediği
sürece gerçekliğe dönüşüyor, subjektif
gerçeklik, yani insan algısı,
objektif gerçeklik üzerindeki zaferini ilan ediyor. Bu
şekilde
‘sivil’leşen resmi tarih yalanlarından birisi de, Türkiye’nin
Yahudilere her zaman kucağını açtığı, bunun Fatih’ten sonraki en
çarpıcı örneğinin de, İkinci Dünya Savaşı’nda Nazi
Almanyasından kaçan
Yahudilere kapılarını açmış olduğu yalanıdır.

Rıfat N. Bali’nin
‘Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri – Bir Türkleştirme
Serüveni’
kitabı (İletişim Yayınları, Birinci Baskı 1999), genel kabul
görmüş bu
algının Atatürk’ün özel emriyle sağlanan sınırlı sayıda
istisna dışında
doğru olmadığını, yani objektif gerçekliği ortaya koyuyor ama
objektif
gerçekliğin Türkiye’de hükmü yok.

Rıfat N. Bali’nin belgelere
dayanarak anlattığını kısaca özetleyecek olursak durum şöyle:
1938
yılında Nazi karanlığı Avrupa üstüne
çöktüğünde ve Yahudileri bekleyen
akibet kendini göstermeye başladığında, Yahudi yardım
kuruluşlarından
Türkiye’nin Yahudilere kapılarını açması için
talepler gelmeye başladı.
Bu taleplere Başbakan Refik Saydam’ın yanıtı, ‘… başka memleketlerde
tazyike uğrıyan Yahudileri ne kütle halinde ne de fert fert
memleketimize kabul etmiyeceğiz’ oldu. Türk hükümeti
yurtdışındaki
konsolosluklarına, Alman, İtalyan, Romen ve Macar pasaportlarına sahip
Yahudilerin Türkiye’ye giriş vizesi talep etmeleri halinde bu
kişilere
vize verilmemesi talimatını verdi.

Bu arada Nazi Almanyasından
ve Almanya’nın işgal ettiği ülkelerden kaçan Yahudileri
taşıyan gemiler
Türkiye’den transit geçiş yapmak zorunda kalıyordu. 600
Çekoslavak
Yahudisini taşıyan Parita 9 Ağustos 1939’da İzmir Limanı’na geldiğinde,
liman yetkilileri yolcuların İzmir’e ayak basmalarına izin
vermediğinde, suyu, yiyeceği ve kömürü kalmamış geminin
yolcuları
güverteden bağırarak yardım istediklerinde, İzmir Liman
yetkilileri
gemiye limanı terk etmesini emrettiğinde, yolcular polislerin
ayaklarına kapanarak, ‘bizi öldürün, buradan
göndermeyin’ diye
yalvardıklarında ve nihayet gemi 15 Ağustos günü limandan
ayrıldığında,
hükümetin sesi Ulus gazetesi bu haberi ‘Serseri Yahudiler
nihayet
İzmir’den hareket ettiler’ başlığıyla verdi.

15 Aralık 1941
günü, harap haldeki Struma gemisi, Filistin’e gitmek isteyen
780
Romanyalı Yahudi yolcusuyla arızalı olarak Sarayburnu açıklarına
çekildi. Yolcular, aç, sussuz, dondurucu soğukta, tek bir
tuvalet
olduğundan güverteye dışkılayarak, haftada bir kez sıcak yemek
yiyebilerek, 68 gün boyunca karaya ayak basmalarına izin
verilmeden
bekletildiler. Baskılar sonucu İngiltere gemide bulunan yetmiş
çocuğu
Filistin’e kabul edeceğini bildirdi ama Türk yetkililer
çocukların
gemiden ayrılmalarına izin vermedi. Sonunda 23 Şubat 1942
günü hükümet
talimatıyla Struma Karadeniz’e çekildi ve motorsuz olarak
denizin
ortasında bırakıldı. Struma ertesi sabah Şile açıklarında bir
Sovyet
denizaltısından atıldığı tahmin edilen bir torpidoyla infilak ederek
battı. 780 kişiden sadece bir kişi kurtuldu.

Başbakan Refik
Saydam Struma faciasına ilişkin görüşlerini şöyle
özetledi: ‘Türkiye
başkaları tarafından arzu edilmeyen insanlar için vatan hizmeti
göremez. Bizim tuttuğumuz yol budur. Kendilerini bu sebepten
İstanbul’da alıkoyamadık.’

Buna ve bu köşeye sığmayan başka
açık kanıtlara rağmen her fırsatta Türkiye’nin İkinci
dünya savaşında
kollarını Yahudilere açtığı, onları kurtardığı söylenir.
Türkiyeli
Yahudilere de bu sık sık hatırlatılır ve bunun için minnet
duymaları
beklenir. Türkiye’de buna inanmayan da neredeyse yok gibidir. Bu
konuda
aydınlar ve muhalifler de ya ne söyleniyorsa onu öylece kabul
ettiğinden, ya merak etmediğinden, ya da bu konuda ortak algı oluşumuna
müdahale etme ihtiyacını duymadığından sonuçta resmi tarih,
bizim
‘sivil’ tarihimiz olmuştur. Ve ‘sivil’ tarihle mücadele etmek
resmi
tarihle mücadele etmekten çok daha zordur.

Yorumlar kapatıldı.