İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Berktay

Ruhat Mengi

Halil Berktay adını Ermeni soykırım masalında savunduğu tezlerden önce duymuş muydunuz?

Çoğunuz “hayır” diye cevapladı biliyorum. İşte önemli konularda, temelinin “doğru”ya dayanmaması pahasına en uç, en aykırı görüşlerle ortaya çıkmanın yararı budur ki Türkiye’de birçok akademisyen, siyasetçi ve gazeteci bu popülist yaklaşımdan fazlasıyla kazanç sağlamaktadır.

Eğer “tehcir karan bile soykırım demektir” benzeri sözler kullanır “soykırım olmadığını söyleyenleri, konferansa karşı çıkanları Ku Klux Klan’a benzetirseniz adınız duyulur ve siz duyulacağından emin olarak bunları söylersiniz. Çünkü bilirsiniz ki bu kadar irrite edici, büyük kitleleri suçlayıcı radikal söylemleriniz doğal olarak sansasyon yaratacak, en azından basında “ilgi çekici haber” olarak yer alacaktır.

Din ticareti

Ama gerçekte yapılan kolaycılığın, ucuzculuğun, bazen sanatçıların veya basit politikacıların başvurduğu bir taktikten, politikadan başka bir şey değildir.

Elmayla armuta yer değiştirterek Müslüman bir toplumda din ticareti yapmak gibidir örneğin… Her vatandaşın aynı huzurla yaşaması, dinin, inancın ayrıcalık yaratmaması için laikliğin gereği olan “kamusal, devlete ait alanlarda dini simge kullanamama” gereğini size “başörtüsüne saygısızlık” olarak yutturuverir kendini herkesten akıllı sanan bir politikacı… Bunu öyle doğal bir tavırla söyler ki neredeyse aydın insanlar bile şüpheye düşer. İşte adını “Ermeni soykırım iddialarına Ermeni bakış açısı” ile duyuran birkaç kişi de bilim etiketi altında benzer bir yöntem kullanıyorlar.

350 bilimdışı, 3-5 bilim içi!

Diyelim ki Prof. unvanı olan ve yapacakları konferansın bilimselliğine halkı inandıran, oysa bilimle, özellikle o dönem tarihiyle hiçbir ilgisi olmayanları da konuşmacı olarak davet eden birileri çıkıp “soykırım yoktur” diyen “İlber Ortaylı ve 350 akademisyen”in bilim dışı olduğunu iddia eder.

Türkiye’nin ünlü tarihçilerinin de içinde bulunduğu, tam 353 kişi bilim dışı ama kendilerinin başı çektiği 3-5 kişi bilim içi… Bununla da kalmaz, bu tamamen özgür bilim adamlarının tarihten, belgelerden söz ettikleri için “resmî söylemi tekrarladıklarını”, kendi görüşlerinin ise “resmî tezin dışında özgür görüşler” olduğunu iddia eder. Aslında tek bir “tarih” vardır ortada ve bunun böyle olduğunu kendileri de bilip söylemektedirler, bu nedenle ne Koçaryan konuşabilmekte, ne de kendileri TV’lere çıktıklarında tezlerini inandırıcı şekilde savunabilmektedirler ama olsun futbol maçında(!) taraftar toplamak için her şey mubahtir. Defalarca görüşlerinizi sayfalar ve programlar doluşunca medyada duyurur, sonra da “susturulmuş aykırı görüş” olduğunu söylersiniz.

Zeytinyağı gibi suyun üstüne de çıkabilir ve asıl “son anda başka takıma transfer oldu” gibi ağır bir hakarete uğrayarak “bilimsel kongrede İngiliz filologu mu konuşacak” cevabını veren Prof. İlber Ortaylı’yı ağır hakaretle suçlarsınız. Nasılsa karşınızda size inanacak bir aptallar ordusu vardır, veya siz öyle görmektesinizdir.

Elinizi sallarsanız Prof’a çarpıyor

Bütün bunlar bir yana, Ermeni olaylarını yakından izleyen yabancı diplomat ve gazetecilerin yazmış olduğu raporları, belgeleri bilmiyor gibi “Osmanlı, evrakları yok etti” diyebilen Halil Berktay’ın, Amerika’da zencileri vahşice öldüren, işkence ayinleri yapan “Ku Klux Klan la soykırım olmadığını savunanlar arasında benzerlik kurması çok ağır bir hakaret, suçlama, kışkırtmadır. Kendisinin basite indirgediği gibi “sert bir benzetme” değil kamu davası olacak nitelikte, dehşet verici bir benzetmedir.

Eğer basın her kelimesinin hesabını verecekse aynı hesap akademisyenden de istenmelidir.

Ve ayrıca, artık elinizi sallasanız bir “Prof.”a çarpıyorsunuz, bilim adamlığı sadece unvanla olmuyor. Bir bilim adamı sözlerini açıklayabilmelidir.

Berktay da bununla yükümlüdür. Sözlerinin arkasında durarak açıklamasını bekliyoruz.

Erdoğan’ın sınırsız özgürlüğü

Cumhurbaşkanı Necdet Sezer’in özellikle “kaçak Kur’an kursları”na özgürlük getiren yasa maddesi ile ve genel olarak da Hükümet’in benzer, sessiz ve derinden faaliyetleri ile ilgili olarak yaptığı açıklamadan sonra Tayyip Erdoğan yine serbest atışa geçti.

Öyle sınırsız bir özgürlüğe sahip ki konuşmalarında, dışardan bakan biri gerçekten de Türkiye’yi hâlâ Osmanlı padişahlık döneminde zannedebilir.

“Bu millet bizi seçti, yetkimizi sonuna kadar kullanırız, nasılsa hesabı verecek biziz” diyor.

Bunları söylerken, kendisinin de hâlâ değiştirmeye yanaşmadığı “dokunulmazlık” konusuyla birlikte rafa kaldırdığı adaletsiz seçim sistemi sayesinde yüzde 30’lu oylarla Meclis çoğunluğunu ele geçirmiş olduğunu hatırlamıyor. Bir batı ülkesinde bu tür her sözde kendisine hatırlatılacak ama bizde hatırlatılmayan gerçek budur.

AKP halkın yüzde 50 veya üstünün oyuna sahip bir güçle değil, aksine çoğunluğun isteği hilâfına seçilmiş ve yine seçmen çoğunluğunun temsil edilmediği bir Meclis’te çoğunluk elde etmiştir.

Bunun tam aksi olsaydı bile Türkiye gibi içte ve dışta hassas dengeler üzerinde duran bir ülkede hükümetler “bu millet bizi seçti, hesabı biz vereceğiz” diyerek her istediği uygulamayı sonunu düşünmeden yapma özgürlüğüne sahip değildir. Olduklarında ülkenin nerelere geldiğini biz tekrar hatırlatmayalım, çok yakın tarihimize bir göz ativersinler.

Zira “sonuna kadar” dedikleri sona gelindiğinde pişman olan sadece kendileri değil koca bir toplum oluyor.

Örneğin; Antalya Milletvekili Nail Kamacı’nın verdiği soru önergesinde “İmam Hatip Lisesi ve İlahiyat Fakültesi mezunu olduğu ve turizmle ilgili hiçbir deneyiminin bulunmadığı, kadınların elini sıkmadığı” belirtilen birini Türk turizminin lokomotifi olan Antalya’ya İl Turizm Müdürü yaptığınızda çıkacak sonuç bütün Türkiye’yi, onun milli gelirini ilgilendiriyor.

Veya ülkenin tekkelerle, kanun dışı okullarla dolması bütün toplumu ilgilendiriyor.

Hesabı yalnız “siz” değil, siz-biz-hepimiz veriyoruz.

Demokrasilerde yönetenlerin özgürlükleri, buyurduğunuz gibi sınırsız değildir Sayın Erdoğan!

(Sınırsız olduğunda -tekrarlayayım- adı demokrasi değil “çoğunluğun baskısı” oluyor.)

Yorumlar kapatıldı.