İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Nasıl hâin olunur?

Taha Kıvanç

Herkesin ‘hâin olma’ öyküsü değişebilir, benimki çok basit: Boğaziçi Üniversitesi’nde yapılacak konferansın son etkinliği olarak planlanan ‘Ermeni sorunu ve medya’ başlıklı panelde yer alma teklifine “Evet” demek… Milas’ta, bir lise öğrencisi ise, mezuniyet töreninde Nazım Hikmet’e ait şiir okuduğu için ‘hâin’ muamelesi gördü…

Sağolsunlar, beni ardından meydana gelebilecek gelişmeler konusunda uyardılar. Toplantıya katılacakların isimlerinin yayınlandığı gün, tanıdığım önemli bir kişi, “Evet” dememin yanlışlığını telefonla bildirdi. Bir de, emekli büyükelçi İlter Türkmen’in o grup içinde yer almasını yadırgadığını söylemişti aynı kişi. Biliyorsunuz, İlter Bey, “Ben düzenleyicilerden farklı düşünüyorum” gerekçesiyle sonradan ismini çekti.

Toplantının ertelenmesine kadar varan süreçte en önemli rollerden birini oynayan Milliyet’ten, “Neden?” diye sorduklarında, “Ben konunun henüz iddia edildiği gibi bir cepheleşmeye vardığını düşünmüyorum; üç üniversitenin, çok sayıda aydının katılacağı bir toplantıda medya konusunu tartışmakta hiçbir mahzur görmüyorum. Böyle bilimsel toplantılara vaktim elverdiğince hep katılırım” cevabını vermiştim.

Türkiye gibi ülkelerde ‘hâin’ ilân edilmekten kolay bir iş yoktur. Şimdilerde el üstünde tutulan Prof. Hikmet Özdemir sözgelimi; Türk Tarih Kurumu Ermeni Masası şefi olarak şu anda el üstünde tutuluyor, ama 1990’lı yılların başlarında neredeyse ‘hâin’ muamelesi görüyordu. Yazdığı ‘asker’ sorunuyla ilgili kitaplar yüzünden, çalışacak yer, ders verecek üniversite bulmakta zorlandığını çok iyi hatırlıyorum Hikmet Özdemir’in…

Daha gerilere gidip devlet arşivlerinden kanıt aramaya herhalde hiç gerek yok: “Ülkeyi arkadan hançerliyorlar” açıklamasını yapan Adalet Bakanı Cemil Çiçek’in içinde yer aldığı iki parti, Anayasa Mahkemesi tarafından, “Cumhuriyet’e karşı çıkmak” türü suçlardan yargılanıp kapatılmadı mı?

Neyse…

‘Hâin’ türü lâflar kullanması en kolay sıfatlardır. Türkiye gibi ülkeler gerçekten de ‘hâin’ üretiminde ilk sırada yer alabilirler; ancak acaba kim ‘hâin’ denilmeyi gerçekten hak eder? ‘Hâin’ ile ‘vatansever’ arasındaki ince çizgi nerede başlayıp, nerede biter? Yakın geçmişte, “Türkiye’nin hâini bol” diyen bir politikacı vardı; şimdilerde, konuşmalarını dinleyince içimden kopan “İşte hâin” çığlığını zor bastırıyorum…

Kendi hesabıma söyleyeyim: Farklı görüşlere sahip olmanın bir insanı ‘hâin’ yapacağına asla inanmam. Ne kadar aykırı ve şoka uğratıcı olursa olsun o görüş… Tersine, kör değneğini beller gibi hep aynı görüşleri tekrarlayıp duranlara iyi gözle bakmam ben. Kafasında “Acaba?” sorusu taşımayan insana ise acır ve ondan uzak durmaya çalışırım.

Bir süredir, moda, “İyi ki 28 Şubat oldu” demek ya, ben de bir konuda aynı görüşü dillendiriyorum. 28 Şubat, ABD’deki McCarthy dönemini yeniden inceleme fırsatı oldu benim için; cereyan eden olaylarla mukayeseli gözden geçirmeye yaradı. Joseph McCarthy’nin ilk ağzını açışında suçladığı kurumlardan biri üniversitelerdi; McCarthy’nin ‘cadı avı’ döneminde profesörler işlerinden oldu.

Bir şeyi daha biliyorum: McCarthy başkalarına çok çektirdi; nicelerinin aile saadeti bozuldu, çok parlak insanlar en iyi yapabilecekleri işlerden uzaklaştırıldı… Sefalete düşen, intiharı çıkış yolu sayan insanlar oldu… Fakat, McCarthy’nin kendisi de, süreç bittikten sonra bir kenara itildi ve süfli bir hayat sürdürdü. Onun ‘hâin’ sıfatını uygun gördüğü, Kongre’deki özel komisyon önünde rezil ettiği, arkadaşlarına ihanete zorladığı, işinden kovdurduğu pek çok insanın ise, daha sonra ülkelerine hizmet fırsatı bulduğu görüldü.

McCarthy döneminde de benzerlerine rastlanan başka gariplikler var bizdeki olayda. Burada bir ara dikkat çekmiştim. Şimdilerde ‘hâinlere’ karşı aslanlar gibi mücadele veren bir devlet yetkilisinin, kendisi gibi üniversite öğretim üyesi olan kardeşi, ‘öğrencisine tâcizde bulunma’ ithamıyla soruşturmaya mâruz kaldı şu yakınlarda. Devlet yetkilisinin aslanlaşması o soruşturmadan sonra daha da arttı.

Bu son olayda kim ‘hâin’ acaba?

28 Şubat’ı ve McCarthy dönemini iyi bildiğim için, elinde kara fırçayla önüne gelene ‘hâin’ damgası yapıştıranlara kendimi benzetecek değilim elbette. Sadece bir noktaya dikkat çekeceğim: Dünyanın değiştiğini ve Türkiye’nin önemini artırdığını fark etmeyip hâlâ eski ölçülerin geçerli olduğunu sanarak ülkeyi dar kalıplar içinde tutmaya çalışanlar hiç de hayırlı bir iş yapmıyorlar. Türkiye dünyadan kopuk yaşayamaz; aksine inananlar, bugün el üstünde tutulsalar bile, ülkenin başına öyle büyük dert açarlar ki, sonunda kendi çoluk-çocuğu gözünde bile küçülürler…

‘Hâin’ sıfatını devreye sokan, “Ülkeyi arkadan hançerliyorlar” ithamında bulunan, toplantının yapılacağı üniversitenin durumu yeniden gözden geçirmesini talep ederek ertelenmesine yol açanlar… Bu söylem ve eylemlerinin tetiklediği yeni durumun ülkeye verdiği zararın herhalde farkındadırlar… Aynaya baktıklarında karşılarında ne görüyorlar acaba?

Ben kendime baktığımda ülkesi için iyi niyetli birini görüyorum; başka iyi niyetliler ile ülke ve dünya sorunlarını tartışmak için hiçbir fırsatı kaçırmamaya gayretli birini…

Yorumlar kapatıldı.