İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

`Eşim Ermeni olmasına rağmen…´

Zeki Coşkun

En az 10 yıldır dünya gündemini işgal eden ‘medeniyetler çatışması’ tezinin sahibi Samuel Huntington birkaç gün önce İstanbul’daydı. ‘Dünya Politikasının Güncel Dinamikleri, Küresel ve Bölgesel Gelişim Trendleri’ konulu bir konferans verdi.

Konuşmanın başında İstanbul’da sadece bir gün kalabileceği için üzgün olduğunu söyleyen Huntington, ilk fırsatta eşiyle birlikte gelmeyi arzuladığını belirtti. “Eşim Ermeni olmasına rağmen İstanbul’u çok sever…” demesi dikkat çekiciydi.

Türkiye dışındaki Ermenilerin İstanbul’a öfkeleri, garezleri, küskünlükleri olduğunu daha önce hiç duymamıştım. Yoksa şu mahut “Bir Hıristiyan şehri olan ve ne yazık ki Türklerin işgal ettiği Constantinopol…” muhabbetinden mi kaynaklanıyordu “Eşim Ermeni olmasına rağmen İstanbul’u sever” sözü?

Bir saati bulan konuşmasında yukarıda andığım özel vurgu dışında bilinen tezlerini yineledi Huntington. 1993’te yayımladığı ‘Medeniyetler Çatışması mı’ başlıklı makaleyi 1996’da kallavi kitaba, başlangıçtaki soruyu da hiç tereddüde yer bırakmayan bir teze, öngörüye dönüştürmüş, o çizgide devam ediyordu.

Hemen küçük bir hatırlatma: Makaleden kitaba, sorudan teze modelini ondan önce öğrencisi Fukuyama, hayli gürültülü biçimde uygulamıştı. Yine ‘Tarihin Sonu mu’ soru başlıklı makaleyle yola çıkan Fukuyama, daha sonra kallavi kitap ve teze sıçrayıvermişti:

‘Tarihin Sonu-İdeolojilerin Ölümü!’

Medeniyetler Çatışması teziyle Huntington aslında, “İdeolojiler devri bittiğine göre çatışma da bitti, tarih ulaşacağı yere ulaştı” diyen Fukuyama’ya karşı çıkıyordu. Siyasal ideolojiler hükmünü yitirse bile, küreselleşme çağında asıl çatışma dinamiğinin din, kültür gibi temel ideolojiler ekseninde biçimleneceğini işaret ediyordu. Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu gibi farklı dinsel ve kültürel kimliklerin, ‘uygarlık aileleri’nin yan yana olduğu bölgeleri de çatışmanın fay hatları olarak değerlendiriyordu. Yani potansiyel patlama noktaları…

İnsanların ve toplumların değişmezliği önkabulüne dayanan, buram buram ‘biyolojizm’, yani ırkçılık kokan bu tez, her ne hikmetse, takır takır doğrulanıyor. Balkanlar kan gölüne dönüyor, Ortadoğu daima öyle zaten, Kafkasya’dan Asya içlerine dalga dalga uzanan portakal, kadife vs sıfatlı güya ki ‘devrim’ler… hepsi bir yana 11 Eylül’le medeniyetler çatışmasının asıl rengi çıkıyor ortaya kimileri için: İslam-Hıristiyan çatışması.

* * *

Medeniyetler çatışması tezinin zaman içinde adeta adım adım gerçekliğe dönüşmesi, Huntington’ın bilimsel zekasını mı ortaya koyuyor, yoksa ona, ‘imparatorluk’ olarak anılan ABD’nin ‘yeni Amerikan yüzyılı’ hedefinin gerektirdiği politik strajilerin ustalıklı sunucusu olarak mı bakmak gerekiyor, tartışılır.

Nitekim, 2004’te yayımlanan ‘Biz Kimiz’ adlı kitapta bu stratejist profesör bakışını ‘Amerika’nın Ulusal Kimlik Arayışı’na yöneltiyordu. Ve orada da yine bir çatışma unsuru buluyor: Hispanikler’in -Latin Amerika kökenlilerin- ABD nüfusu içinde artan oranı, kimlik dönüşümüne yol açıyordu Huntington’a göre.

Bütün bunları göz önünde bulundurunca, Türkiye için söylediği “Boşuna AB hayaline kapılmayın, orada size yer yok, ait olduğunuz İslam dünyasında kendinize yer arayın” fetvasında, eşinin Ermeni olmasına rağmen İstanbul’u sevdiğini vurgulamasında da şaşırtıcı bir yan yok. Steril ve kompartımanları tümüyle birbirinden ayrı, hiyareraşik bir dünya, ülkeler, dinler, kültürler, insanlar haritası var kafasında.

Herkes yerini bilsin, diyor, o kadar.

Yorumlar kapatıldı.