İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ermeni konferansı ve bilimsellik

H.Bülent Kahraman

Bugün Boğaziçi Üniversitesi’nde Ermeni konusunda bir konferans başlıyor. Konferans henüz başlamadan bir tartışma ortaya döküldü. Murat Belge’yle İlber Ortaylı arasındaki bu tartışmayı da, konferansa yönelik diğer tepkileri de basından ve biraz da içeriden izliyorum. Beni bu dönemde ilgilendiren birçok husus gözüme çarpıyor. Bu husuların tamamı, toplum olarak, aydınlarımız da dahil olmak üzere, neyi nasıl düşündüğümüzle ilgili.

Her şeyden önce şu var: Konusu ister Ermeni olayları olsun isterse başka bir şey, birilerinin konferans düzenlemesi isteğine diğerleri niye karşı çıkar? Soruyu böyle ortaya koyunca bugüne dek yapılan ve basına sıçrayan tartışmaların abesliği bir çırpıda anlaşılıyor. Evet, dileyen, dilediği kişi ve kesimlerle bir toplantı düzenler, orada istediği şeyi tartışır. Ortaya çıkan sonuç gene bir kesimi rahatsız edebilir. Etsin. Onlar da oturur ne düşünüyorlarsa onu yazar, çizer, isterlerse o konuda bir başka toplantı düzenlerler; olur biter. Daha doğrusu bitmez. İşin güzelliği de orada.

Mevcut ve mahut tartışmanın bu noktaya gelmesininse daha derinde yatan ve mutlaka üstünde durulması gereken bir yanı var: nesnellik, bilimsellik.

Bir kesim, herkesin katılmadığı bir toplantının nesnel olamayacağını, bilimsel değer taşımayacağını öne sürüyor. Bu anlayışın ne türden bir bilimsellik anlayışına dayandığını bir kez daha tarışmak belki anlamsız ama gerekli. Bilimsellik, çoktaraflılık değildir. Aynı şekilde, bilimsel bilginin ideolojik ‘olmadığını’ veya bilimsel bilginin tepeden tırnağa ‘objektif’ olduğunu söylemenin de bir anlamı yok. Bilimsel bilgi dediğimiz şey ideolojiktir ve paradigmalar içinde üretilir. Adı daha çok bilinen Kuhn’un gösterdiği de, adı ondan daha az bilinen ama Foucault’nun hayatını en çok etkilemiş düşünürlerden birisi olan Cangulheim’in ortaya koydukları da budur. Bu nedenle, gene aynı noktaya dönüyoruz: bırakalım herkes kendi bildiğini söylesin. Ne var ki, böyle bir yaklaşımın ‘bilgi’yi dışlaması gerekmiyor elbette.

Tersine, bilimselliğin öznelliği (sübjektifliği) bilginin üretilmesine dışsal değildir. Tersine onu içerir. Burada herhangi bir fetişizme gitmek (mesela belge fetişizmi) gerekmez. Belge yanlıştır, yanlış söyler demek değil bu. Sadece belgenin okunması, çözümlenmesi ve nihayet yorumlanması gibi hususların da öznellik içerdiğini vurgulamaktır.

Bu yönden bakınca şimdi Ortaylı’nın Belge için söylediğinin herhangi bir anlamının bulunmadığı neredeyse kendiliğinden ortaya çıkıyor. Nitekim, Belge’nin verdiği yanıt da bunu gösteriyor. Bilginin sadece uzmanda olacağını, bilginin başka türlü üretilemeyeceğini varsaymak akıldışı olduğu kadar bilim dışı bir kabul. Sorun, bu anlamda, bir metodoloji konusudur. Eğer ‘bilimsel’ dediğimiz bilgiyi üretmek konusunda kabul edilebilecek bir yöntem uygulanıyorsa bunu kimin ürettiğini sorgulamak mümkün değil. Ötesi, yukarıda değindiğim gibi bir fetişizm olur ki, asıl bilimsel anlamda reddedilmesi gereken odur.

Türkiye’de egemen olan ve o ölçüde sakıncalı olan bu anlayış, bu yaklaşım ve kabullerdir. Bu, ‘tabu’larla düşünme geleneğimizin bir uzantısıdır. Bizim bilimsellik dediğimiz şey ideolojik bir tercihtir. Bize, bildiğimizin, bildik yöntemlerle yorumlanmış belgeler üstünden anlatılmasıdır. Aykırı, eleştirel, muhalif düşünce ürettiğimizde sorunun çehresi değişir, Ona karşı tavır almaya başlarız. O nedenle de bu kadar bildirinin bulunduğu bir konferansı baştan karalarız.

Bu konuya cuma günü de devam edeceğim.

Yorumlar kapatıldı.