İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ankara yeniden düşünmeli

Wolfgang Burgdorf

Türkiye’nin neden Avrupa’ya ait olamayacağına ilişkin sürekli yeni gerekçeler öne sürülüyor. Bugünlerde de tarih politikasıyla ilgili bir konu var gündemde: Ermenilere yönelik kitlesel katliamı. Türkiye’nin, tarihinin bu karanlık sayfasına yaklaşımı, giderek daha sık biçimde Türkiye’nin güya Avrupa’ya uygun olmadığının kanıtı olarak öne sürülüyor.

Bazı gelişmeler, Türkiye’nin artık doğru bir yola koyulduğunu gösteriyor. Ermeni konusunun, sadece uluslararası baskıdan dolayı bile olsa, tarihi bakımdan ele alınmak zorunda olduğu görüşü giderek yerleşiyor.

Yararsız yaklaşımlar

Ancak, her fırsatta dile getirilen, konunun tamamen tarihçilerin sorumluluğuna bırakılabileceği ve böylece bir ölçüde siyaset ve toplumdan uzaklaştırılabileceği görüşü, Türkiye’nin gelecekteki saygınlığına pek katkıda bulunmaz. Üst düzey temsilcilerin bu dönemi kapanmış ilan etmeleri ise Türkiye’nin saygınlığına tamamen yararsız.

Eski yaraların sürekli yeniden deşilmesinin değil, geleceğe yönelmenin önemli olduğu yollu gerekçe hiçbir işe yaramıyor. Kurbanlar ve çocukları, bu konunun aydınlatılması ve hatırlanması hakkına sahip. Özgür bir toplumda devletin bir konuyu kapanmış ilan etmeye hakkı yoktur. Bir konunun kapatılmasını isteyenler, kendilerini şüpheli duruma sokar.

Bu yüzden Türk hükümeti aydınlanma sürecini etkin biçimde desteklemeli. Türkiye, savunma pozisyonunu terk ederek inisiyatifi ele almalı. 1915-1917 olaylarının ortak bir tarihçiler komisyonunca aydınlatılması için Erivan’a ve Ermeni diasporasına davette bulunmalı. Uzun vadede de Polonya-Almanya ve Fransa-Almanya örneğinde olduğu gibi ortak bir okul kitapları komisyonu için gayret gösterilebilir.

Ermeni tarafı, son dönemde zaman zaman ima edildiği gibi, olayların bilindiği ve bir aydınlatmaya ihtiyacı olmadığı gerekçesiyle bunu reddederse, Türk hükümeti yine de ülkesinin saygınlığı için bu yolu tercih etmeli.

Dünya kamuoyu, komisyonun görevlendirilmesini zaten eleştirel biçimde izleyecektir. Hükümete yakın görüşleri nedeniyle dikkat çeken tarihçilerden uzak durulmalı. Sadece örnek mahiyetinde iki

isim, Türk tarihçi Halil Berktay, ki Türk sınırlarının dışında da takdir görüyor ve yayıncı Rost Hostfeld, ki kısa bir zaman önce, Alman İmparatorluğu’nun Ermenilere yönelik kitlesel katliama karışması konusu üzerinde çalıştı. Fakat isim önermek için henüz çok erken. Muhtemelen uygun isimler belirlenirken, ‘International Commitee of Historical Sciences’in yardımı sağlanabilir.

Tarihin ele alınması konusundaki siyasi iradenin inandırıcı olabilmesi için, Türk hükümeti tarafından mali yönden cömert teşvik yapılmalı, araştırmanın tamamen özgürce yapılması ve arşivlere giriş imkânı sağlanmalı. Muhtemel sonuçlar bakımından hiçbir sınırlama getirilmemeli. Bu aynı zamanda, ‘jenosit’ gibi belirli kavramlardan duyulan korkunun da aşılması gerektiği anlamına geliyor. Tarihin yeniden ele alınmasına ilişkin ilkesel karar, arşiv malzemelerine ulaşılmasında yerel yetkililerin ya da daha alt kademedeki yöneticilerin keyfi tutumu yüzünden engellenmemeli. Arşivlerde sağlanacak en iyi çalışma koşulları, bu konudaki iradeyi teyit etmeli.

İsviçre örneği

Türk komisyonunun çalışma biçimi, 1996’da Jean-François Bergier yönetiminde oluşturulan ve İsviçre’nin İkinci Dünya Savaşı’nda Almanların işlediği suçlara karışmasını araştıran İsviçre Komisyonu’nu örnek alabilir. Böyle bir komisyonun üzerinde çalışması gereken sorunlar
arasında, özellikle 1915 ile 1917 yılları arasındaki olayların tarihi bakımdan bütünselleştirilmesi (ilişkilendirilmesi) de bulunabilir: Osmanlı İmparatorluğu’nda daha önce katliamlar ve ayaklanmalar
oldu mu? Bunların nedenleri neydi?

Ve Avrupalı güçler nasıl bir rol oynadı?

Bu konuda mümkün olduğunca uzun bir perspektifin seçilmesi gerekecek.

Türkiye’nin tarihin kendini haklı çıkaracak biçimde ele alınması eğiliminden kurtulabilmesi için 1915’ten 1917’ye kadar olup bitenlerle yüzleşmenin kendi seçkinlerince artık bir özeleştiri olarak algılanmak zorunda olmaması bir avantaj.

Almanya’da da ‘Üçüncü İmparatorluk’a mesafeli durulması, Federal Cumhuriyet’in kendini bulmasıyla el ele yürümüştür. Nazi dönemindeki tutumları nedeniyle kendilerini uluslararası boykot tehdidi altında gören büyük Alman şirketleri, herhangi bir direktif vermeden geçmişlerini bağımsız tarihçilere incelettirdi. Başka şirket, kuruluş ve birlikler de, rekabet ve imaj kaybını önlemek için bu yolu izledi. Bir zamanlar karalanan Alman tarihçiler, bugün öncü olarak görülüyor. Bunlar şimdi kimse kendilerine böyle bir görev vermediği halde bugün kendi tarihini yansıtan bir Almanya’nın büyükelçileri gibi etki yapmakta. Çalışmalarıyla öylesine inandırıcı biçimde güven verdiler ki, artık ne Alman politikası ne de Alman toplumunun çoğunluğu geçmişte Almanlarca yapılan haksızlığı inkâr etmek istemekte.

Geçenlerde Erdoğan’a ‘International Association of Genocide Scholars’ın bir mektubu ulaştı. Mektubun son cümlesi, şöyleydi: “Türk halkı uluslararası toplum içinde eşit hak ve onurla yer alacaksa, tıpkı Alman halkının Yahudi soykırımında yaptığı gibi, Ermeni soykırımında eski bir hükümetin sorumluluğunu tanıması yararına olur.”

ABD de tanıyacak

Görülebilir bir zamanda Amerikan Kongresi de tıpkı Fransız Ulusal Meclisi ve Alman Federal Meclisi’nin yaptığı gibi, Ermenilere yönelik kitle katliamını anacak.

Türk hükümeti, dışarıdan yönlendirilen onur kırıcı geriye doğru savunmada ısrar etmek yerine geçmişini, yaratıcı ve ahlaki bakımdan itiraz edilemeyecek biçimde ele almalı (Alman gazetesi, 18 Mayıs 2005)

Yorumlar kapatıldı.